YAŞAM 

HEY SEN, YABANCI!

Modern dünyanın en büyük sorunsalı: Yabancılaşma. Aileye, çevreye, dünyaya ve nihayetinde yaşama yabancılaşma; bireyin kendi “ben”ini yaralamasına neden oluyor. Umursamazlık ve kayıtsızlık onu yaşadığı evrenden uzaklaştırıyor. Gölgesi yeryüzünde, ruhu karanlıklar ülkesinde… Günden güne bireyselleşen ve seçimlerinde mutlak özgür olduğunu düşünen günümüz insanının kimlik karmaşasını bu denli derinden yaşaması ve kendi sesinden böylesine kopması çıkmaz bir sokağa götürmez mi onu? Gittikçe minimalist ve bireyci olmaya doğru giden dünyada, tüm duyguları büyük bir iştahla, doymak bilmez heves ve arzularımızla yaşıyoruz. Hayatın tüm zevklerinden bir tadımlık da olsa nasiplenmek istemek, yaşadığı her anı…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

VARMAYAN MEKTUP

“Ben geldim geleli açmadı gökler;/ ya ben bulutları anlamıyorum,/ ya bulutlar benden bir şeyler bekler./ Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum./ Ben geldim geleli açmadı gökler.” – Sezai Karakoç Henüz memleketin kendini daha kıymetli gördüğü bir coğrafyasında yaşarken buraların var olduğunu bile bilmez, varlığı beni alakadar etmezdi. Zira buna kutsal bir inancın mensubuymuş gibi ben de inanıyordum. Bir şeye inandı mı insan başka bütün her şey anlamsız, gerçekten uzak geliyor. Buraların haritalarda yer almaktan başka bir vasfı yokmuş hissindeydim. Burayla ilk tanışıklığım öğrencilik vesilesiyle olmuş, varoluşu nedensiz, gereksiz bir yere…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

BİR DOĞANIN HATIRA DEFTERİ

Kalemleri tamir edelim herhangi bir ülkenin herhangi bir şehrinde. Gogol’un ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ndeki gibi. Kalem öyle bir konuştursun ki her şeyi, o kitaptaki gibi tanımlasın şehirdeki mutluluğu. Verdiği şu ince mesajla: “Ama bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir. Mutluluk, bir kez geldikten hemen sonra azalır. Biraz zaman geçince hemen bitmeye yüz tutar. En sonunda da tükenir ve biz her zamanki ruh halimize döneriz. Tıpkı suya atılan bir çakıl taşının yüzeyde oluşturduğu dalgalar ve sonra o dalgaların giderek kaybolması gibi…” İlk önce kalemi gökyüzü şehirlerine uzatalım. Yazsınlar içlerinden geçenleri; şunları…

Devamını Oku
YAŞAM 

YOL ÜSTÜNDEKİ HİKÂYELER

Yolunuz düşerse bir gün bir yerlere hiç çekinmeden gidin, sizi karşılayacak elbet birileri olur, buna her zaman inanın ve yola çıkın. Biz de inandık ve yola çıktık. Akdeniz’in mavi kıyılarından Alanya-Manavgat kıyı şeridi derken kendimizi bir anda Toroslara doğru yol alırken bulduk. Antalya’nın Elmalı ilçesinin Tekke köyünde kalacak bir ev arıyorduk. Kimin aklına gelirdi ki, Adana’dan gelip de onun misafiri olacağız diye. Yeşil gözleriyle, kendine özgü şivesiyle, yöresel kıyafetiyle karşılamıştı bizi. Kerpiçten yapılmış bir asırdan büyük, tek başına yaşadığı evinde bizi ağırlamıştı. Adını sorduğumda “Meyrem” dedi. Ben de “Meryem” dedim.…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ / ÖLÜM

“Ölümdür yaşanan tek başına/ aşk iki kişiliktir.” Koca bir yalan… Şairlerin sayısız yalanlarından bir tanesi… Kim demiş yalnız ölür insan diye? İnsan tek başına ölmez, sevdiklerini de öldürür giderken. Onların sesini, soluğunu, gözünün rengini de alıp götürür son nefesiyle. Kalbini, aklını, zihnini de gömer toprağa kendisiyle birlikte. Hayır, ben ölümün tek kişilik olduğuna inananlardan değilim. “Ölen öldüğünü bilmez, ölüm kalanlar içindir.” Ölüm tam bir çıkmaz sokak… Çıkış yok, yol yok, anahtar yok… Tam bir çaresizlik… Şükrü Erbaş’ın şu dizeleri nasıl da kanatır yüreğimizi! “İçimizde dünyadan yapılmış bir keder/ bizi yaşamakla…

Devamını Oku
YAŞAM 

TANRI EVİ TİYATROSU

Kilise mumlarını andıran bir incelikte ona olan özlemimden yanıp tutuşuyordum. Çelimsiz ve buruşuk isimsiz alkoliklerin damağında kalan şarap tadı gibi özlüyordum onu. Sokaklarda geziyordum, “Özlem nasıl yiter?” gibisinden aklıma sorular soruyor, ona kavuştuğum anı zihnimde onlarca senaryoda canlandırıyordum. Yerime oturduğum sırada hangi vatkalı ceketli dev beyefendinin perspektifimden sahneyi kapattığı, müzikal başladığı anda önce hangi ışıkların yansıtıldığı, tahta basamaklardaki insancıkların kostümlerinin ne yöne uçuştuğu gibi uçsuz bucaksız hayaller silsilesi… Canım, içtenlikle sergilenen bir tragedyayı rol icabı seyretmek istiyordu. Tiyatro istiyordum. Roller, maskeler, tiratlar istiyordum. Ama aynı zamanda hayatın içindenmişçesine iyi sergilenmeliydi…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘HERKESE SELAM, SANA HASRET’

Mandallar ahşaptan yapılırdı eskiden. Şimdi rengârenk plastikten yapılıyor. Annem mandala “maşa” derdi. Hoşuma giderdi bu sözcük. Renkli ve müzikal. Sabah Kayalıbağ’da bir sokaktan geçerken bir ipe asker gibi sıralanıp kurumaya bırakılmış çamaşırların üstündeki bir sarı maşa beni geçmişe götürdü. “Mascha” geldi aklıma. Aslında hep aklımdaydı. Moskova’daydım. Mascha’yla beni Nâzım tanıştırdı. Nâzım Hikmet… 1919’da kurulan dünyanın ilk sinema okulu Rus Devlet Sinematografi Enstitüsü’nde üçüncü sınıf öğrencisiydim. Aklıma estikçe Nâzım’ın mezarına gider, bir karanfil bırakırdım. Yine böyle bir gün gidip karanfilimi bırakmış, karşısında saygıyla durup içimden bir şiirini mırıldanıyordum, kavuniçi rengindeki saçını…

Devamını Oku
YAŞAM 

GİDELİM BURALARDAN

Gitmek, alıp başını gidebilmek… Tüm sorumluluklardan, yüklerden, gerekliliklerden kendini kurtarıp gidebilmek… Denizaşırı ülkelerden birinde bir balıkçı kasabası ya da kuş uçmaz kervan geçmez bir bozkır, dünyanın karlarla kaplı ıssız bir köşesi… Olmak istediğiniz yer neresi olursa olsun, bazen uzaklaşmak gerekir. Dünyanın tüm kederinden ve ağırlığından kaçıp yollara düşmek gerekir. Bazen sizi çepeçevre sarıp göğsünüzü sıkan çemberin dışına çıkarak kendine dışarıdan bakabilmek gerekir. İnsan kendine yaklaştıkça, derinlerine indikçe kendisinden fersah fersah uzaklaşıyor; bazen sığ ve yüzeysel kalabilmek gerekir. Bazen Turgut Uyar’ın dediği gibi, “Şimdi otobüs gelir biner gideriz/ dönmeyeceğimiz bir yer…

Devamını Oku
YAŞAM 

ANLAM VE DURAĞAN HALİN DEĞİŞKENLİK YASASI

Bir varmış bir yokmuş… Buradan çok uzak bir gezegende, çok uzak bir zaman – Kimi kandırıyorum ki? Milyarlarca yıl önce başta tek toprak halinde bulunan sevgili dünyamızda, sevgili dünyalılar üremeye ve evrimleşmeye başladığından beri… Balinalar ayaklarını kaybedene ve dinozorlar tavuklara dönüşene dek… Sadede gelecek olursak, sayın dünyalı, bu sadece benim hikâyem değil. Ama benlik kaybı yaşamadan ve henüz bilincim tamamen yok olmadan önce bu hikâyeyi birinci tekilden yazmakla görevlendirildim. Tanrı tarafından değil, ben olmak süregeldiğince “ben” tarafından. Bizim hikâyemizi anlatalım; benim, senin ve aslında ona dair olan hikâyeyi… Nasıl oldu,…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘İLHAN İREM’Lİ ŞARKILAR

Çocukluğumuzun şarkılarıydı, söylediği şarkılar. Naif ve ince sesiyle tanıdık onu bizler. En çok da ‘Tarık Akan’lı filmlerin sesiydi o. Tarık Akan’ın o derin bakışına eşlik ederdi İlhan İrem’in “Boş Ver Boş Ver Arkadaş” şarkısı. ‘Keşke’ler sardığında bizi, pişmanlıklar sıralandığında “Yazık Oldu Yarınlara” diyerek dinlemedik mi? Telafi edemediğimiz hatalarımızın ardına bakarken kayıp giden zamana hayıflanmadık mı, vurulacağımızı bilerek “Sazlıklardan Havalanan” ürkek kuşlar gibi değil miydik? Konuşamadığımız, haykıramadığımız, çaresiz kaldığımız anlarda kaçımızın boğazında düğümlenmedi sözcükler? O, “Konuşamıyorum” demedi mi? Kendimizi anlatamadığımız, etrafımızdaki insanların bizi dinlemediği zamanlarda gözlerimizle konuşarak “Anlasana” demedik mi? Zamanın…

Devamını Oku