YAŞAM 

ANLAM VE DURAĞAN HALİN DEĞİŞKENLİK YASASI

Bir varmış bir yokmuş… Buradan çok uzak bir gezegende, çok uzak bir zaman – Kimi kandırıyorum ki? Milyarlarca yıl önce başta tek toprak halinde bulunan sevgili dünyamızda, sevgili dünyalılar üremeye ve evrimleşmeye başladığından beri… Balinalar ayaklarını kaybedene ve dinozorlar tavuklara dönüşene dek… Sadede gelecek olursak, sayın dünyalı, bu sadece benim hikâyem değil. Ama benlik kaybı yaşamadan ve henüz bilincim tamamen yok olmadan önce bu hikâyeyi birinci tekilden yazmakla görevlendirildim. Tanrı tarafından değil, ben olmak süregeldiğince “ben” tarafından. Bizim hikâyemizi anlatalım; benim, senin ve aslında ona dair olan hikâyeyi…

Nasıl oldu, bilmiyorum, artık sadece sözcükler var. Sadece sözcükler! İnsan gibi; sosyal birer canlı olan sözcüklerin sosyal ilişkiler içerisinde bulunarak kimi zaman güldüğü, kimi zaman ağladığı ve gayriihtiyari ilkel bir eylem olarak çoğunlukla seviştiği sözcükler… Artık sadece sözcükler var! Gecenin karanlık saatleri ve sokak lambasıyla aynı boydayım. Yine de yüksek olan ben değilim, hayır, sadece o alçak. Apartman hamam böcekleriyle dolu ve sürüngen onları tek lokmada yutuyor. Her şey duruyor. Durağan halin değişkenlik yasası… Sokağın çatlak kaldırım taşları duruyor, rutubet kokulu ve çokça ölüm görmüş eski apartmanlar duruyor, piyon gibi dizili balkon korkulukları duruyor… Ve dönüyorlar. Durağan halin değişkenlik yasası…

Gün doğduğunda hepsi renk ve ısı değiştirecek belli ki. Buna benim dilimde “durağan” halin “değişkenlik” yasası diyorlar. Ya da bunu ben uydurdum. Aslında öyle bir şey yok. Ama saçmalıkların gülünçlük çukurlarına düşmemek için ortaya kaynak atmalıydım. Bir arkadaşımdan duydum diyemezdim. Yoksa sigara dumanı ve taze gözyaşı kokulu Yalnızlar ve Yalnızlığı Sevenler Derneği’nden anında beraat ederdim. İnsan, çok fazla yalnız kalmamalıymış. Sosyal bir canlı olan insanın ilişkilere ihtiyacı varmış. Ne dedin? Evet, sadece köprülerden veya çatılardan atlamamak uğruna… Belki de aramızda kilometrelerce uzanan bir ayrılık olmasaydı, belki de boş iskemlelerin birinde “hiçlik” değil de, o otursaydı… Her şey farklı olurdu, dediğin gibi. İskemleden ayağıma kıymık battı. Sokratesçilik oynamıyorum! Yine de aynı sokaklarda yürüyor olmak içimi gıcıklıyor. Kelebek gibi değil, daha çok… Evet! Hamam böceği gibi.

Üzgünüm, Ölü Yazarlar Konseyi’ne katılana kadar bundan vazgeçmeyeceğim. Belki bir gün hep beraber cehennemde oturur, kızılcık şarabı içer ve düşmanlarımızın kalplerini kemiririz. Doyurucu olacağının garantisi yok. Yamyamlık değil bu! Nitekim cehennemde ahlak yasalarına başvurulduğunu sanmıyorum. Tanrı da ahlaksız o halde? Basit bir tümevarım. Cehennemde ahlak yoktur. Şeytan ahlaksızdır ve nefsi için çalışır. Tanrı şeytanı yaratmıştır. O halde tanrı ahlaksızdır. Tabii, bunların bir manasını kalmadı artık. Merhum, yıllar önce koca bıyıklı bir adamın deyimiyle kulları tarafından çarmıha gerildi. İnanç, kazançtı. Kazanç ise üzerinde babayiğitlerin olduğu boyanmış bir kâğıt. Ve tanrı öldü. Kazanç için her yol mubah oldu ve artık hamam böceklerinin yahut durağan halin değişkenlik yasasının bir anlamı kalmadı.

Hayatın rol modeli… Artık sadece sözcükler var, bir arada bulunsalar dahi manasız cümleler oluşturan sözcükler… Anlamadın mı? Her şey anlamsızdı zaten, anlamaya çalışmana gerek yok. Ben korkuluklara dayanmaya gidiyorum, sen de kâğıtlarını saymaya koyulsan iyi edersin. Sonuçta hepimizin bazen ibadet etmesi gerekir. Yoksa her şey anlamını yitirir. En azından cenaze masraflarını karşılayacak kadar inancın olsun!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar