TEKNOLOJİ TOPLUM 

AKILLI TELEFONLAR DÜŞÜNCE POLİSİ Mİ, PAZARLAMACI MI?

Akıllı telefonların yaşamımıza girmesi sonrası bireysel gizlilik ve güvenlik en alt düzeye inmiş görünüyor. İnsanların kendi rızaları ile yaptıkları paylaşımlar, yer bildirimleri, çekip yükledikleri fotoğraflar, ifade ettikleri anlık duygular, düşünceler, tepkiler, gidilen yerler ve ardından yapılan paylaşımlara göre çeşitlenen reklamlarla karşılaşılması artık sıradan bir olay halini aldı. Arama motorlarından aradığınız terimlere uygun olarak kullandığınız sosyal medya ve diğer platformlarda sürekli konuyla ilgili reklamlar ile karşılaşmanız sizlerden toplanan verilerin ticari amaca uygun şekilde size sunumu ile son buluyor. Buraya kadar olan her şey kanıksanmış ve bilinir durumda. Veri madenciliği çalışmaları, inanılmaz…

Devamını Oku
YAŞAM 

HAYATIN SESSİZLİĞİNDE

Günlerin, haftaların getirdiği yahut götürdüğü şeylerle pek ilgili olmadan, kendi ruh ikliminin özgür doğasıyla hareket etmek, öyle davranmak; yürümek isteniyorsa yürümek, koşmak isteniyorsa koşmak; gülmek isteniyorsa gülmek, ağlamak isteniyorsa ağlamak… En çok da mevsim yağmurları yağarken, elinde şemsiyeyle kentin kalabalık caddelerini kaldırım kaldırım arşınlamak… Evet, işte, ben de aynen böyle yapıyorum. Günün koşuşturmasının ardından bir-iki saat kentin kalabalık caddelerinde yürüyorum. Hele hava da yağmurluysa eğer, daha bir mutluluk duyuyorum bu “sessizlikten”. Pardösüme daha bir gömülüp kentin ışıltılı kaldırımlarında ilerliyorum. Şemsiyeme vuran yağmur damlaları iç “sessizliğimi” daha bir ezgileştiriyor. Kentin dört…

Devamını Oku
TOPLUM 

KABİLEDEN ÇEKİRDEK AİLEYE “ME TOO” HAREKETİ

Bazı kabilelerde “kadın-erkek” yerine “anne-baba” kavramları vardır. Her kadın ve erkek, biyolojik olmak zorunda değil, kabilenin bütün çocuklarına annelik babalık eder. Sistem bunun üzerine organize olmuştur. Bu, “açık” aile sistemidir. Bizler gibi sözde gelişmiş ama özde ilkel toplumlarda “kapalı” aile sistemleri vardır. Genetik, her şeyin üzerindedir. Haliyle psikopatoloji denen ve tüm hayatın ağır aksak, eksik gedik, sakat geçmesine kapı aralayan durumun daha çocukken temeli atılır. “Kol kırılır, yen içinde kalır”, “Babadır annedir, döver de sever de”, “Öğretmenim, eti senin kemiği benim” denen, kırılmadık yeri bırakılmayan, yara bere içinde ruhlar… Demirden…

Devamını Oku
ŞİİR 

TAHTAKURUSU

Bir yaz daha geçti Bir sonbahar Bir de kış Artık heyecan vermiyor ilkbahar Haydi, bağır! Haykır! Ama nafile Evde değiliz sanki Gestapo kampındayız.   Hapsolmuşuz Doğu’nun tam ortasının kaderine Umudumuz da kalmadı, yorulduk artık Çaresizlik ağıtları içimizi dağlıyor Sızlanıyoruz, arabesk bir şarkı misali Çürüyor her yerimiz Çocuklarına acıyor babalar, analar ağlıyor İçimizi yakıyor biteviye, Devası olmayan kederimiz.   Yüksekte fırsatçı bir keler Sahte bir kral Yerde tahtakuruları ve sıçanlar Evi kemiriyorlar durmaksızın Parçalıyorlar, paramparça çürütüyorlar her yeri Her şeyi, ne varsa işe yarar.   Nice yaz geçti Nice kış geçti…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

HİS YOLCULUĞU

Yüzündeki yaradan giriş yaptım kafatasına doğru. Elmacık kemiğinin hemen alt tarafından… Sert bir darbeyle açılmıştı yara. Yüzünü neredeyse ikiye ayıracak şekilde vurulmuş bir darbe. Sızan kan göğsüne doğru akmış ve aşağılarda kurumuş. Yaraya rağmen, yüzündeki şaşkınlık ifadesi net olarak görülüyor. Benim de çalışmalarımın sonuna geldiğimi gösteren bir tablo aynı zamanda. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir projeydi bu. Kendimi adadığım, uğruna neredeyse –bunun dışındaki– tüm hayatımı dışladığım bir çaba. İnsanı tanımak için bundan daha iyisi yapılmadı bugüne kadar. Beden içi his yolculuğu üzerine tam 20 yıl çalıştım. 10 yıl da nöro-psikiyatri…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ GÜNLÜKLERİ, ÇSG YAZARLAREVİ, HAYAT UZAKTAN…

Bugün soğuk, kapalı, nemli bir pazar… Günün güzelliği kız kardeşimin doğduğu gün olması… Daha… Onu düşünüyorum ben de: Daha? Hafta sonu ev kısıtlamaları var yine… Yakın çevreden hastalık haberleri geliyor. Dil nasıl değişti son dokuz ayda. Hasta demiyoruz artık, testi pozitif diyoruz. Pozitif sözcüğü bu dile girdiğinden beri hiç bu kadar negatif bir çağrışım yapmamıştır herhalde. Geçen şubatta yapılması planlanan ‘Behçet Çelik Öyküleri Üzerine’ başlıklı Yazarlarevi etkinliğimiz; önce İdlib şehitlerinden, sonra da 11 Mart’ta ilk Covid-19 vakasının açıklanmasından dolayı her şey “bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişirken” ileriki bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

HÜZÜNLE YÜRÜYORUM ŞİMDİ ADANA SOKAKLARINI!

Eski Adana’mızda sinema sefalarımız çok olurdu; bu, yaz aylarıyla da sınırlı kalmazdı üstelik. Televizyon henüz bizi esiri yapmamıştı ve annemle babamın da tek eğlence kaynağı sinemaydı. Sun Sineması ve Sun Sineması Sokağı… Efsaneydi o zamanlar. Harika bir konumu, muhteşem bir salonu vardı. Ya da benim çocukluk düşlerimde öyleydi. Şehrin en müstesna semtinde, dünya sinemalarından en yeni filmlerle bize kollarını açardı. Her cumartesi öğleden sonra saat 2’de çocuk matinesi olurdu. Ve babam bizi cumartesi günleri götürürdü. Benim için ne büyük mutluluktu ki hem babamla beraberdim hem de en güzel çocuk filmlerini…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ERKENCİ

Hemen hemen her günkü saatte açtı gözlerini. Hava hâlâ karanlıktı; ama yakınlardaki ağaçlardan, erkenci kuşların cıvıltıları çoktan gelmeye başlamıştı. Çok seyrek de olsa, yoldan geçen arabaların gecenin sessizliğinde yankılanan motor hırıltıları ve teker sesleri sabahın yaklaştığını söylüyordu. Bir süre yatakta yattı sessiz sedasız; evin içini, dışarıdan gelen sesleri dinledi. Hemen yanındaki sehpanın üzerine uzandı, el yordamıyla gözlüğünü ve saatini aradı, buldu. Gözlüğünü gözüne taktı, saati pencereden gelen sokak lambasının aydınlığına doğru tutup bakmaya çalıştı. Biraz uğraştıktan sonra akrebi ve yelkovanı gördü. Daha çok erkendi. “Biraz daha yatayım,” dedi kendi kendine,…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘HÜZÜN Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR BİZE’

Hilmi Yavuz’un “Hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız” dizelerine belki bugünlerde daha çok tutunuyoruz. “Tutkulu”, “sevecen” ve bir o kadar da “yalnızız”. “Acının teleğinden” yahut “gecelerin lacivert gergefinde” şiiri bir “kuş gibi örerek” bugünlerin geçmesini bekliyoruz. Ve diyoruz ki: “Biz ki sessiz ve yağız/ bir yazın yumağını çözerek/ ve ölümü bir kepenk gibi örterek üstümüze/ ovayı köpürte köpürte akan küheylân/ ve günleri hoyrat bir mahmuz/ ya da atlastan bir çarkıfelek/ gibi döndüre döndüre/ bir mahpustan bir mahpusa yollandığımız.” ‘KAHKAHA KUŞLARI’ BİZİ TERK ETTİLER Dışarıda ölüm…

Devamını Oku
EDEBİYAT TOPLUM 

ARTIK KUŞLAR DA YASINA GİTMEZ

Doymak bilmeyen ruhumuzun çatlaklarından dökülür hastalıklarımız. Biz de bunları gizlemek için çeşitli örüntüler yaratır, çeşitli perdelerin ardına gizleriz onları. Fakat bu hastalıklar o kadar kuvvetlidir ki çatlaklardan sızan damlalar iken kendine yol açan ırmaklara dönüşür. Hasan Ali Toptaş da işte yazarlık örüntüsünün arkasına saklanmış bir hastadır. Sizlere Toptaş olayından evvel söylemek istediklerim var. Kadınların sırtına atılan cinselliğin dünyada, özellikle bizim gibi kendini Avrupa’ya yamama gayretinde olan Doğu milletlerinde, kadını konumlandırma biçimleri bir felakettir. Kadın, bir şahsiyetten çok cinselliğin odak noktası olarak görülür. Tacizler, tecavüzler gizlenmeye çalışılır. Çünkü bizde ayıp diye…

Devamını Oku