ÖYKÜ 

SINAV

Sabah serinliği yerini bunaltıcı bir havaya bırakacağının ipuçlarını vermeye başlamıştı ki boyaları solmuş eski bir araç ilkokul binasının olduğu sokağa girdi. Binanın önündeki dar sokak erkenden gelip park eden araçlar tarafından tek taraflı kapatılmıştı. Tek bir aracın ancak geçebildiği sokakta park olanaksız olunca araç birkaç dakikalık yürüme mesafesindeki arsaya yöneldi. Depremden dolayı henüz imar planındaki çok katlı konut projesinin gerçekleşemediği ve yakınındaki yüksek yapıların alaycı bakışlarıyla çevrelenmiş alana zorlukla park etti. Komşu yapılardan atılan atıklarla çirkin bir görüntü oluşturan arsada birkaç yavru köpek akşamdan atılmış yemek artıklarına burunlarını gömmüş, neşeli…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

FEVKALADE FECRİ

“Gatsby, yeşil ışığa, yıldan yıla önümüzden geri çekilen o heyecan verici geleceğe inanıyordu.” – F. Scott Fitzgerald, ‘Muhteşem Gatsby’ Sanırım her oğul gibi giderek babama benziyorum. Kendisi tuhaf bir adamdı. Fabrikanın yanındaki limon bahçelerinde yürüyüşe çıkmışken birden durur, uzaklara, limon ağaçlarının ardında saklanan gizemli ve anlaşılmaz bir şeye dalıp gitmiş gibi şöyle derdi: “Bak, oğlum! İnsanlar bu ağaçlar gibidir. Hepsi birbirine benzer. Ama bu ağaçlara dikkatli baktığında göreceğin gibi insanlar da birbirine hiç ama hiç benzemez.” Artık iyi göremeyen kahverengi gözlerinden belli belirsiz bir parıltı geçtiğini fark eder, sözlerinin manasını…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

PAMUKTAN DAHA BEYAZ HAVİN

Simsiyah uzun gür saçları, upuzun kıvrık kirpikli çimen yeşili iri gözleri, dolgun kiraz dudakları, uzun boyu ve kıvrımlı düzgün vücuduyla Havin, öyle güzeldi ki! Mardin’in küçük bir köyünde doğmasa; kanatlarını takıp yılbaşı defilelerinde tek adımı trilyon olan hatunlardan teki de o olabilirdi. Ama o, köyde doğmuştu ve muhtemelen nenesi, dedesi ve diğerleri gibi ‘doğduğu yerde ölecek’ insanlardandı; küçük bir dünyada kapalı, kendi içinde evlenen, çoğalan, ektiğini yiyip sağdığını içen, zamanı gelince de ölen. Köyünün yer aldığı ülkenin gerçeklerinden bihaber, hırssız, belki küçük ama ‘daha mutlu’ bir dünya… 15 yaşına girdiği…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KOMİSER KEMAL TEFRİKASI / FISTIKLI BAHÇE SOKAK CİNAYETİ

Yine mi diye öfkesine hâkim olmaya çalışarak iç geçirdi Kemal Komiser. Telsizden, bir erkek tarafından sokakta bıçaklanarak öldürülmüş kadın anonsu geçiyordu arka arkaya. Fıstıklı Bahçe Sokak’ta olmuştu. Otuzlu yaşlarında, siyah uzun saçlı, üstünde beyaz gömlek ve mavi kot pantolon olan bir kadın kanlar içinde yerde yatıyordu. Olay yerine ilk varan ekip, kalbinden ve karnından bıçaklandığını bildirmişti. Arabasının sirenlerini çalıştırıp hızla oraya doğru hareketlendi. Büyük acılar yaşamasına neden olan, o sokağın sonundaki mezarlık aklına geldi. Unutmaya çalıştıkça bir şekilde karşısına çıkıyordu o üzücü gerçek. Bilmediği oğlunun, bilinmeyen güçler tarafından kendi karakolundan…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KÖPEKLER VE AŞKLAR

Beni buraya getirdiklerinde öyle korkmuş ve üşümüştüm ki hayatımın bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Dağların arasında ufacık bir köy, birkaç çiftlik, birkaç ağaç, bolca koyun ve inek… İleride bir göl olduğundan dahi haberim yoktu. Anneme veda edemeden beni kucağından alıp gecenin bir vakti beni ıslak kulübeye bıraktılar. Titriyordum. Tüylerim diken diken olmuştu. Ev sahibinin oğlu merakla beni görmeye çalışıyor, babası saatin geç olduğunu, ertesi gün istediği kadar benimle oynayabileceğini ona söylüyordu. El kadardım, gece nasıl bitecekti, bilmiyordum. Elleri kocaman, sırtı geniş ve inek pisliği kokan sahibim boynuma…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

YA AŞK, YA YALNIZLIK!

Hayal gücünün ateşi, bedeninin ısısını gittikçe artırıyordu. Gece ve gündüzün ayırdına varmadan, zamanı düşünmeden yazdın. Yağmurda ıslanan sardunyanın kokusu, suyla birleşmeyi bekleyen ezilmiş limon kabuğunun kokusuna karışmıştı. Kahvenin içine birazcık portakal suyu döktün. Birkaç yudumdan sonra zihnin berraklaştı. Hayallerinden daha güçlü bir şey var mı, henüz bilmiyordun. Bunu öğrenmek sabır ve nezaket gerektirir. Hangi mayalı içkinin yanında hangi yemeğin yeneceğini bilmek de öyledir. Zamanın gidişi gibi, önünden rüzgâr gibi geçti; bakışlarında, neşe, sevinç ve coşkuyla. Geçerken dudaklarını okşarcasına sildi. Elinin ayasından parmak uçlarına kadar uzanan uzun bir silişti. Bir kadeh…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

YİNE

Tüm gece yağmur yağdı. Yaygaracı çinko, yağmuru çoğalttı da çoğalttı. Sanki gökten taş yağıyordu. Yorganın içinde dönüp durdum. Uyumak ne mümkün? Bir ara dalmışım. Yağmurun tahta zemine pıt pıt düşme sesiyle yataktan sıçradım. Lambayı açtım. Karyolamın önünde küçük bir gölcük! Sabah olduğunda, gökyüzü olanları unutmuş, berrak gözlerle bakıyordu. Yorgundum, uykusuzdum. Göğü görecek halim yoktu. Pisicik miyavlayıp duruyordu. Kapıyı açtım, sütünü koydum. Çamurlu patileriyle bacağıma sürtündü. Biraz sevgi istiyordu. Avluda, sabaha çıkamayan ölü yapraklar… Çizmemi giydim, biraz yürümek iyi gelecekti. Pisicik, sütü bırakıp etrafımda dolanmaya başladı. Başım zonkluyordu. Kapıdan çıktık. Dönüp…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KIZ KARDEŞ

“Oblomov’un ondan şu anda beklediği gurur ve cesaret değil, gözyaşı, tutku, bir an için olsun coşkun bir mutluluktu.” – ‘Oblomov’, Ivan Aleksandroviç Gonçarov Olga Sergeyevna’nın bir kız kardeşi olduğunu Oblomov, oldukça geç öğrendi. Gerçi bunda pek suçu yoktu. Olga bunu laf arasında öylesine söyleyivermişti. Sanki havanın güneşli oluşundan ya da göl kıyısında neşe içinde yüzüp insanlardan ekmek kırıntısı bekleyen ördeklerden bahsediyordu. Oblomov, vardır bir sebebi, diye düşünmüş, bu durumun pek de üstünde durmamış, hatta şaşırmamıştı bile. Seven her insan gibi o da tanımadığı, bilmediği insanlar karşısında kolayca ve sorgulamadan sevdiği…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

SONA DOĞRU

Bu sabah öleceğimi öğrendim. O sırada, şişman kara kedi kuyruğuyla oynuyordu. Evde başka kimse yoktu. Telefonu kapattım, mutfağa gidip çay demledim. Hiçbir şey olmamış gibi oturup çayımı içtim. Sonra hazırlanıp dışarı çıktım. Kapının önünde beyaz, irice bir köpek sere serpe uzanmış yatıyordu. Beni umursamadı. Yokuş aşağı yürüdüm. Mahallemin çiçekçisi, yeni çuhalar getirmişti. Sarı, pembe, beyaz çuhalar… Köşeyi dönüp henüz uyanmamış iğdelerin altından, sokağın antikacısına girdim. Antikacı Nermin, beni görünce sevindi. Beyaz takma dişleriyle gülümsedi. “Yeni bir şey var mı?” dedim, gövdesi oymalı bir lamba gösterdi. Gösterişli, incecik cam lambanın dışında,…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

ZELİŞ’E AĞIT

“Kimse beni görmesin, ben kimseyi görmeyeyim istiyorum, Zeliş. Unutulmak istiyorum. Unutulayım ki canımı hiç kimse yakamasın. Şu oda, masadaki kalemler, yırtılmış defter, solmuş çiçekler ve dahası beni boğuyor. Kaç gecedir uyuyamıyorum. Ben ölüyorum. İçten içe çürüyorum. Dün küfür etmeyi denedim. Yürüyordum. Herkese meydan okudum kendimce. Kimse duymamalıydı aynı zamanda küfür ettiğimi. Kısık sesle de olsa küfür ettim. Bir anlık da olsa iyi hissettim. Sonra tekrar başladı can sıkıntısı. Yalnızım be, Zeliş. Gücüm kalmadı artık yaşamaya, sevmeye, yürümeye, yemeye, içmeye. Tahammülüm kalmadı beni yalnız hissettiren dostlarıma. Ölmeyi çok istiyorum. Belki birileri…

Devamını Oku