ÖYKÜ 

KOMİSER KEMAL TEFRİKASI / FISTIKLI BAHÇE SOKAK CİNAYETİ

Yine mi diye öfkesine hâkim olmaya çalışarak iç geçirdi Kemal Komiser. Telsizden, bir erkek tarafından sokakta bıçaklanarak öldürülmüş kadın anonsu geçiyordu arka arkaya. Fıstıklı Bahçe Sokak’ta olmuştu. Otuzlu yaşlarında, siyah uzun saçlı, üstünde beyaz gömlek ve mavi kot pantolon olan bir kadın kanlar içinde yerde yatıyordu. Olay yerine ilk varan ekip, kalbinden ve karnından bıçaklandığını bildirmişti. Arabasının sirenlerini çalıştırıp hızla oraya doğru hareketlendi. Büyük acılar yaşamasına neden olan, o sokağın sonundaki mezarlık aklına geldi. Unutmaya çalıştıkça bir şekilde karşısına çıkıyordu o üzücü gerçek. Bilmediği oğlunun, bilinmeyen güçler tarafından kendi karakolundan alındıktan sonra, çöp tenekesinde cesedini bulduğu yer.

Üzüntüsünü ve öfkesini, içine çektiği nefesine gizleyerek indi arabasından. Kalabalık toplanmıştı. Olay yeri inceleme de gelmiş, beyaz kıyafetleriyle çalışmaya başlamıştı. Arabayı 15-20 metre kadar geride bıraktıktan sonra, kalabalığın sınırını belirleyen güvenlik bandını kaldırıp geçti iç tarafa. Hummalı ama dikkatli bir çalışma vardı cesedin etrafında. Deliller özenle toplanıp poşetlere konuluyordu.

Kolay gelsin” dedikten sonra ilk gelen ekipten bilgi almak için onlara doğru yürüdü.

Nedir olayın detayı, arkadaşlar?

Komiserim, 155’i aramış tanıklar. Biz de yakındaydık, hemen geldik. Ancak geldiğimizde kadın ölmüştü.

30-35 yaşlarında bir erkek önce elinden tutup götürmeye çalışmış. Gitmek istemeyince yere yatırıp tekmelemiş. Sonra da bıçağı çıkarıp saplamış.

Hızla kaçıp gitmiş sonrasında da.

Kimden öğrendin bunları?” diye sordu Kemal Komiser. Kalabalığa doğru işaret etti memur. “Çevredeki esnaftan gören olmuş.

Görmüş de hiç mi yardım etmemiş namussuzlar” diye kızdı ağzının içinden.

Sonra?

Tanıkların isimlerini aldık. İfadelerini de almaya başlayacağız birazdan.

Olay yeri inceleme de sizden biraz önce geldi. Savcıyı bekliyoruz.

Cesede doğru yaklaştı Kemal Komiser. Yüz kısmı hariç her yeri kana bulanmıştı. Yüzünü inceledi dikkatle. Öldürülen her kadın gibi bu da çok masum görünüyordu. İçindeki öfke ve hüzün odalarını biraz daha doldurdu. Annesi, babası, çocuğu, kardeşi, kedisi, köpeği kimler vardı acaba onu bekleyen, bir daha göremeyecek olan…

Savcının, “Selamünaleyküm, komiserim” seslenişiyle kendi dışına çıkabildi. Olayın öğrendiği kısımlarını anlattı. Olay yeri incelemeden de ilk bilgileri aldıktan sonra, ambulansa konulan cenaze adli tıp kurumuna doğru yola çıktı. Onlar da arkasından hareket ettiler. Kalabalık, seans arasını bitiren seyirciler gibi tekrar işine gücüne dönerken, bu tek taraflı oyun yine şiddetin kadına üstünlüğüyle sonuçlandı.

* * *

Günün yorgunluğunu ve dertlerini bir iki kadehle attıktan sonra salondaki koltukta sızdı Kemal Komiser. Rüyasında boğazına sarılan ve onu boğmaya çalışan saçların, öldürülen kadına ait olduğunu anlamak zor değildi. Ama yüzü, bir kere görebildiği kendisinden gizlenmiş oğluna benziyordu. Göğsünün daraldığını uykusunda bile hissedebildi. Telefonun uzun uzun çalması kurtardı bu karabasandan. Erken bir saatte olsa da sevindi uyandığına.

Yardımcısı Ahmet, sesi biraz da titreyerek adli tıptan aradığını ve mutlaka oraya gelmesini söylüyordu. Anlattıkları çok şaşırtıcıydı. Hızla giyinip apar topar çıktı evden. Düşündüğünden daha erken gelmişti. Onu bekleyenlerin gözlerindeki şaşkınlık hâlâ geçmemişti – ki buna ondan az önce gelen savcı da dâhildi. Heyecanla anlatmaya başladı genç doktor.

Dün maktul geldiğinde bir ölü için her şey normal gözüküyordu bildiğiniz gibi. Ben de gerekli incelemeler için masaya aldım. İşim bitince de dolaba kaldırdım.

Sonra ne oldu?” diye sordu savcı, çok da ilgilenmiyormuş gibi. “Bizimkiler sabah cenazeyi teslim etmek için çıkardığında (eliyle görevli personeli işaret ederek) örtünün kanla kaplandığını görmüşler.

Heyecan biraz artmaya başlamıştı odada. “Örtüyü kaldırdıklarında da korkunç manzarayla karşılaşmışlar.” Duraksadı ve yutkundu genç doktor. Bu kez Kemal Komiser devreye girdi: “Evet, dinliyoruz, doktor bey. Ne görmüşler?

Kadının iki eli de dirsek hizasından kesilmiş ve ortada yok.

Bu ne demek şimdi?” diye şaşkın ve kızgın sordu savcı. “Adli tıbbın içerisinde ve morgdaki bir cesette nasıl olur bu?

Cesedin üzerindeki kızıla dönmüş örtüyü kaldırdıklarında gördükleri manzara ürkütücüydü gerçekten. Kadıncağızın öldürüldüğü yetmezmiş gibi iki kolu da dirsek hizasından kesilmişti. Kamera kayıtlarını sordu hemen Kemal Komiser. İlk gören görevlinin de sorgu için karşıda boş duran odaya geçmesini istedi.

Kendisinin, savcının ve ikisinin birlikte yaptığı sorgulamalardan bir şey çıkmamıştı. Kameralara yansıyan tek görüntü, gece yarısından sonra, motorcu kaskı takmış ve sipariş getiren kuryeleri andıran birisiydi. İçeriye girerken de çıkarken de elinde bir çanta vardı. Görüntüden erkek olduğunu tahmin ettiler. Hızlı adımlarla güvenlik kapısından çıkıp motoruyla gözden kaybolmuştu.

* * *

Sokak ortasında öldürülen bir kadın… Bu da yetmezmiş gibi kadının morgdan kollarının çalınması ve hâlâ bir şey bulunamamış olması, üzerindeki baskıyı artırıyordu Kemal Komiser’in. Aradan iki ay kadar geçmiş olmasına karşın sosyal medyada sürekli hatırlatılıyordu olay. Kendisi de böyle kötü bir olayı sonuçlandıramadığı için rahatsızdı. Ama artık iyice kalabalıklaşmış ve obez bir şehre dönmüş İstanbul’da, bırak suçluyu, insanın kendisini bulması bile çok zor olmaya başlamıştı.

Öğle yemeğinde ne yiyeceğini düşünürken ve biraz da kestirmeyi umarken çaldı telefonu. Haliç kıyısında bir erkek cesedi bulunmuştu. Sütlüce Parkı içinde yürüyüş yapan yaşlı bir adam aramıştı polisi. Açlığı ve uykusuzluğu, bezginliğe bıraktı bir anda yerini. İmkânım olsa artık bir gün bile çalışmam diye düşünerek olay yerine doğru hareket etti.

Sirenler, kalabalık, koşuşturan polisler, olayı haber alıp hemen gelen muhabirler… Çok sıkılmıştı aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamaktan. Kendisinden başka hiçbir şeyin değişmediğini düşündü yine. Kendisindeki değişimin de iyiye doğru olmadığının farkındaydı.

Cesedin olduğu yere doğru ilerledi. Polisler, çevreyi güvenlik kordonuna alırken bir taraftan da cesede bakıyorlardı tuhaf gözlerle. Banka doğru iyice yaklaşınca gördüğü manzarayla sendeledi Kemal Komiser. Bankın kenarına tutunmak zorunda kaldı. Midesinin bulandığını hissetti. Manzara hem çok korkunç hem de çok sıra dışıydı. Yerde hareketsiz yatan 30-35 yaşlarında bir erkek vardı. Boynunda ise boğulmasını sağlayacak şekilde duran ve dirsekten kesilmiş iki el duruyordu. Kırmızı ojeleri muntazam sürülmüş, çok canlı görünen iki kadın eli.

Olaylar arasındaki bağlantıları kurmak uzun sürmese de; kim, neden, nasıl soruları zihninde topaç gibi dönmeye başladı. Açlık, yorgunluk ve gördüğü manzara karşısında mide bulantısını daha fazla bastıramayarak bir ağacın köşesine kustu.

Akşama doğru gelebildi adli tıbba. Cesedin başında toplanıp dikkatle dinlemeye başladı ön inceleme sonuçlarını. Doktorun ilk izlenimlerine göre ve hayret verici bir şekilde boğulmayı gerçekten kesik iki el yapmış olabilirdi. “Hadi canım” dedi savcı kızgın bir tonda. “İki ay önce çalınmış ve cesedin boynunda da kesik bir halde duran iki kol bunu nasıl yapsın” diyerek söylendi Kemal Komiser de. Doktor, “Önce, kollar o kadına mı ait diye kontrol ettim parmak izi taramasında” diye devam etti. “Asıl şaşırtıcı olansa mikroskobik taramada, kollardaki dokuların ve hücrelerin kısa bir süre önce ölmeye başladığını anlamam oldu.” Şok edici cümleyi en sona saklamıştı: “Bu kollar kendi başlarına hareket etmemişse, kesinlikle başkasının kolunda yapmış bu işi.” Ve ekledi: “DNA sonuçları geldiğinde her şeyi daha iyi anlayabileceğiz.

* * *

Komiser Kemal’in, kolun kesildiği yerden alınan dokularda yabancı DNA’ya rastlanması ve DNA sahibinin izini sürmesi neticesinde geldiği yer Yozgat olmuştu. Yaklaşık iki aydır, sadece bu olayı aydınlatmak için ekibinden en güvendiği iki adamıyla birlikte Yozgat’a yerleşmişlerdi. Belki de bu ülkede kendisine en uzak gelen şehirlerden birisinde çok garip bir vakanın peşindeydi. Hayatına da biraz hareket gelmişti aslında ve bu da hoşuna gidiyordu.

Vaka tuhaflıklar zinciri içerisinde devam etmişti. Kolun kesildiği yerde bulunan farklı DNA bütün sistemde taranmış, kime ait olduğu tespit edilemeyince İnterpol’den yardım istenmişti. Bir süre sonra Almanya’dan yanıt gelmişti. 50 yaşında ve 30 yılı aşkın bir süredir Almanya’da yaşayan bir kadına ait olduğu bildiriliyordu. Yozgat nüfusuna kayıtlı, emekli bir hemşire…

Yozgat Emniyeti’yle ortak çalışmaya başlayan Kemal Komiser, kadının son iki yılda çok sık gelmeye başladığını tespit etmişti. Boğazlıyan Sağlık Ocağına önemli tıbbi cihazlar bağışlamış, neredeyse donanımlı bir hastane haline gelmesini sağlamıştı. Önemli ameliyatlar bile yapılmaya başlanmıştı bu küçük kasaba hastanesinde. Kendisi de geldiğinde, dağ tarafındaki bağ evinde kalıyordu Almanya’da doktor olan oğluyla beraber. Kasabada tanımayan ve hayır duası etmeyen yoktu neredeyse.

Söylenen eve iki kere baskın yapmışlar, ancak kimseyi bulamamışlardı. Küçük bir yerde, yapılacak her hareketi tespit etmek kolay diye düşünürken bir iz bulamamak canını sıkmaya başlamıştı. Yine böyle bir akşamüstü tek başına arabaya atlayıp bağ evi civarına gitti. Farları kapatıp sessiz bir şekilde ve düşünceler içerisinde evi gözetlemeye başladı. Ya da kendisini sorguluyordu.

Aradan bir süre geçmişti ki sessizliği bozan çıtırtılar duyuldu. Ev tarafından geliyordu sesler. İyice dikkat kesildi. Gözleriyle seçebildiği her şeyi tarıyordu. Bağ evini çeviren duvarın yan tarafından bir kapağın açıldığını fark etti. İçinden çıkan bir adam, hızla orman tarafına doğru yürümeye başladı ve gözden kayboldu. Kemal Komiser, telefondan ekibine mesaj attıktan sonra silahını çıkarıp az önce gördüğü duvara doğru yürümeye başladı.

Açılan kapağa doğru eğilince, aşağıya doğru bir merdivenin indiğini fark etti. Ekibi bekleyip beklememek konusunda kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra yavaşça inmeye başladı basamakları. Telefonunun ışığıyla aralamaya çalıştı karanlığı. Sonra lambayı gördü ve yaktı.

Genişçe ve sade döşenmiş bir odadaydı. Sığınağı andırıyordu biraz da. Yatak olarak kullanıldığı belli olan bir koltuk vardı hemen ortada. Karşısına bir sandalye konulmuştu. Duvara yaslanmış bir masa ve önünde de küçük bir çalışma koltuğu duruyordu. Dikkatli bakınca masadaki koltukta arkası dönük vaziyette birisinin oturduğunu fark etti. Silahını doğrultarak seslendi ama cevap alamadı. Bir daha seslendi, yine cevap alamayınca oraya doğru dikkatli ve küçük adımlarla yürümeye başladı.

Koltuğu hızla kendisine çevirip tabancasını da ateşlemek üzere doğrulttu. Gördüğü korkunç manzara karşısında korkuyla karışık büyük bir şok yaşadı. 50’li yaşlarında bir kadın –ki şüpheli bu olmalıydı– başı öne doğru hafif biçimde düşmüş, cansız bir halde oturuyordu ve iki kolu da dirsekten kesilmiş haldeydi. Yine de boynundan nabzını yokladı kadının. Kollarına bakmamak için çevirdi başını. Masanın üzerinde, özenle yazılmış bir not kâğıdı gördü. Ekibin diğer elemanları aşağı indiklerinde, notta yazılanları yüksek sesle okumaya başlamıştı:

Önce kıydım, sonra kıyamadım sana. Önce doydum, sonra doyamadım. Karanlığı sana yoldaş ettim, aydınlığı kendime düşman. Sağırdım erkeninde, fısıltına geç uyandım. Çocukluk hakkını bana helal etme. Saf gülüşlerini mahrum bırak. Ne kadar istersen o kadar lanetle. Bu toprakların şehvetli sahtekârlığında beni de boğ. Ellerinin hem kokusu ciğerlerimde hem de dokusu. Kendi ellerimle yapsam sana haksızlık olurdu. Tek armağanım boğduğumuz tüm katiller.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar