ÖYKÜ 

YİNE

Tüm gece yağmur yağdı. Yaygaracı çinko, yağmuru çoğalttı da çoğalttı. Sanki gökten taş yağıyordu. Yorganın içinde dönüp durdum. Uyumak ne mümkün? Bir ara dalmışım. Yağmurun tahta zemine pıt pıt düşme sesiyle yataktan sıçradım. Lambayı açtım. Karyolamın önünde küçük bir gölcük! Sabah olduğunda, gökyüzü olanları unutmuş, berrak gözlerle bakıyordu. Yorgundum, uykusuzdum. Göğü görecek halim yoktu. Pisicik miyavlayıp duruyordu. Kapıyı açtım, sütünü koydum. Çamurlu patileriyle bacağıma sürtündü. Biraz sevgi istiyordu. Avluda, sabaha çıkamayan ölü yapraklar… Çizmemi giydim, biraz yürümek iyi gelecekti. Pisicik, sütü bırakıp etrafımda dolanmaya başladı. Başım zonkluyordu. Kapıdan çıktık. Dönüp…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KIZ KARDEŞ

“Oblomov’un ondan şu anda beklediği gurur ve cesaret değil, gözyaşı, tutku, bir an için olsun coşkun bir mutluluktu.” – ‘Oblomov’, Ivan Aleksandroviç Gonçarov Olga Sergeyevna’nın bir kız kardeşi olduğunu Oblomov, oldukça geç öğrendi. Gerçi bunda pek suçu yoktu. Olga bunu laf arasında öylesine söyleyivermişti. Sanki havanın güneşli oluşundan ya da göl kıyısında neşe içinde yüzüp insanlardan ekmek kırıntısı bekleyen ördeklerden bahsediyordu. Oblomov, vardır bir sebebi, diye düşünmüş, bu durumun pek de üstünde durmamış, hatta şaşırmamıştı bile. Seven her insan gibi o da tanımadığı, bilmediği insanlar karşısında kolayca ve sorgulamadan sevdiği…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

SONA DOĞRU

Bu sabah öleceğimi öğrendim. O sırada, şişman kara kedi kuyruğuyla oynuyordu. Evde başka kimse yoktu. Telefonu kapattım, mutfağa gidip çay demledim. Hiçbir şey olmamış gibi oturup çayımı içtim. Sonra hazırlanıp dışarı çıktım. Kapının önünde beyaz, irice bir köpek sere serpe uzanmış yatıyordu. Beni umursamadı. Yokuş aşağı yürüdüm. Mahallemin çiçekçisi, yeni çuhalar getirmişti. Sarı, pembe, beyaz çuhalar… Köşeyi dönüp henüz uyanmamış iğdelerin altından, sokağın antikacısına girdim. Antikacı Nermin, beni görünce sevindi. Beyaz takma dişleriyle gülümsedi. “Yeni bir şey var mı?” dedim, gövdesi oymalı bir lamba gösterdi. Gösterişli, incecik cam lambanın dışında,…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

ZELİŞ’E AĞIT

“Kimse beni görmesin, ben kimseyi görmeyeyim istiyorum, Zeliş. Unutulmak istiyorum. Unutulayım ki canımı hiç kimse yakamasın. Şu oda, masadaki kalemler, yırtılmış defter, solmuş çiçekler ve dahası beni boğuyor. Kaç gecedir uyuyamıyorum. Ben ölüyorum. İçten içe çürüyorum. Dün küfür etmeyi denedim. Yürüyordum. Herkese meydan okudum kendimce. Kimse duymamalıydı aynı zamanda küfür ettiğimi. Kısık sesle de olsa küfür ettim. Bir anlık da olsa iyi hissettim. Sonra tekrar başladı can sıkıntısı. Yalnızım be, Zeliş. Gücüm kalmadı artık yaşamaya, sevmeye, yürümeye, yemeye, içmeye. Tahammülüm kalmadı beni yalnız hissettiren dostlarıma. Ölmeyi çok istiyorum. Belki birileri…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

NERİMAN DA MUTLU OLMAYI İSTERDİ

Neriman en yakın arkadaşımdı benim. Sapsarı saçları omuzlarına dökülen, yanaklarında gamzesi olan, balıketi, güzeller güzeli, merhametli bir kızdı. Geceleri karanlıktan korktuğu için uyurken lambasını söndüremez, kediden, böcekten, kötü kalpli insanlardan korkar, korktuğunda da çocuk gibi hıçkırarak ağlardı. Bundan üç sene önce annesini ve babasını trafik kazasında kaybeden iyi yürekli arkadaşım… Neriman’ı üç sene önce tanıdım ben de. Ağustos ayındaydık. Telefonum çaldı. Arayan amcamdı. “Seher, nasılsın, kızım?” Sesi biraz buruk, biraz çekingen, belli ki bir şeyler var. “Bizim komşular, başın sağ olsun. Kızları Neriman var. Seninle aynı üniversiteyi kazanmış. Kalacak yeri…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

MUHAYYİLELERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

“…esasa ait olan bu küçük yanlış…” – Ahmet Hamdi Tanpınar, ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ Muhayyileleri Ayarlama Enstitüsü ilk olarak hangimizin zihninde belirdi, içtimai sesimize onca rehberlik eden bu büyük teşkilatlanma ne şartlar altında ihdas oldu, hatırlamak pek bir müşkülatlı, pek bir teferruatlı. Yine de zihnimin bir sonbahar rüzgârındaymış gibi savrulup giden yaprakları arasında, enstitünün daha doğduğu an kalplerimizdeki yerini çabucak bulduğunu, fert olma çabasındaki Halit Bey’e bir güneş gibi parladığını, hayattaki yerini bir kez daha arayan benim içinse belki de vakit geçirecek bir araç olarak göründüğünü itiraf etmeliyim. Halit Bey, tası…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

BADEM AĞAÇLARI

“Demek ki – ben Sebastian Knight’ım” – Vladimir Nabokov, ‘Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı’ Ahmet Sipahi, badem ağaçlarının çıplak dallarını karların örttüğü bir kış günü doğdu. (İlk satırın böyle bir kesinlik arz edeceğini kırk yıl düşünsem aklıma getirmezdim. Oysa doğduğu mahalleye yeniden gitmem, o zamanın bütün hamile kadınlarını elinden geçiren mahallenin meşhur ebesiyle biraz sohbet etmem [Kadıncağız divanda oturmuş sokaktan gelip geçenleri izliyordu, gelini bize iki sade kahve yaptı, gerçek adını söyledim, Ahmet’in annesinden, babamızdan söz ettim; gözleri yılların yorgunluğunu taşıyan yüzünün ortasında çakmak çakmak yanıyordu, hastaneye yetiştirememişler, bir koşu gitmiş,…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KÜTLE

“Bloch sanki gittikçe genişleyen çemberler halinde etrafına yayılıyordu.” – Peter Handke, ‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’ Eskiden tanınmış bir basketbolcu olan Ahmet Blok’un, şimdilerde batma noktasına gelen spor mağazası bir haftadır kepenk indirmiş, kaldırımdan gelip geçenlerin kiminde hüzün kiminde merak uyandırarak öylece bekliyordu. Blok, içeriden muhasebecinin istediği bazı evrakları almak için kepengin kumandasına bastı, kepenk itaatkâr bir edayla kıvrılırken bir an evvel içeri girmek isteyip kafasını kepenge vurdu, yoldan geçen yaşlı bir kadın ona baktı, “Ayy!” dedi. Blok, başındaki zonklamaya aldırmadan hemen mağazanın arkasındaki küçük büroya geçip çekmeceleri karıştırmaya başladı. Masadaki…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KORİNT’İN DÜZENİ – II. KISIM (YER ALTI KENTİ)

“Cennetten bahsediyor sanır insan, öyle yazılmış, dedi Korin kadına.” – László Krasznahorkai, ‘Savaş ve Savaş’ Böylece Korint’in kafasının içinde olup biten şeylerin hiçbir hükmü kalmamış çünkü Korint biraz daha ileri gittiği takdirde Macaristan’a dönmekten başka çaresi kalmayacağını anlamış, her şey aniden sessizleşince pencereye gidip kuzgunun konduğu çatıya bakmış ama kuşu görememiş, zaten hava pusluymuş, birazdan kar yağacak gibiymiş, hava öyle soğukmuş, yatağa uzanıp arşivde elyazmasını bulduğu o anı kafasında yeniden canlandırmaya çalışmış ama becerememiş, çünkü o andan sonra olup biten şeyler o kadar yoğun ve dolu doluymuş ki sanki tüm…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KORİNT’İN DÜZENİ – I. KISIM (NEW YORK)

“Melek kıpırdamadan duruyor ve Korin’in sırtından tarafa bir yere bakıyordu; Korin öte yanına döndü ve dedi ki: ‘Ben de baktım. Hiçbir şey yok orada.’” – László Krasznahorkai, ‘Savaş ve Savaş’ Zaten daha en başından böyle bir şey açıkçası pek de beklenmediği için Korint’in ne yapmaya çalıştığı hakkında söylenenler, sanki öğleden sonra rüzgârında çalınan bir ıslık gibi havaya karışıyor, söylenip söylenmediği belli olmayan bu sözlerin gidişatı ve varmak istedikleri yer hakkında söylenen diğer şeylerle birlikte bu şeyler, yani Korint’in yapmaya çalıştığı şey hakkında söylenenlerle bu söylenenlerin nihai amacı hakkında söylenen ama…

Devamını Oku