ÖYKÜ 

SINAV

Sabah serinliği yerini bunaltıcı bir havaya bırakacağının ipuçlarını vermeye başlamıştı ki boyaları solmuş eski bir araç ilkokul binasının olduğu sokağa girdi. Binanın önündeki dar sokak erkenden gelip park eden araçlar tarafından tek taraflı kapatılmıştı. Tek bir aracın ancak geçebildiği sokakta park olanaksız olunca araç birkaç dakikalık yürüme mesafesindeki arsaya yöneldi. Depremden dolayı henüz imar planındaki çok katlı konut projesinin gerçekleşemediği ve yakınındaki yüksek yapıların alaycı bakışlarıyla çevrelenmiş alana zorlukla park etti. Komşu yapılardan atılan atıklarla çirkin bir görüntü oluşturan arsada birkaç yavru köpek akşamdan atılmış yemek artıklarına burunlarını gömmüş, neşeli mırıltılarla karınlarını doyuruyordu.

Yan koltuktaki genç kadın araçtan inmeden önce kucağında sessizce oturan iki-üç yaşlarındaki çocuğu sürücüye uzattı. Saati sordu. Sürücü kadrana bakıp “Saat 9.42, biraz acele et istersen, Hale” dedi. Hale, çantasından ambalajı sökülmüş plastik su şişesiyle kimliğini alıp çantayı koltuğa bıraktı. Hızlıca ilkokul binasına yöneldi. Ahmet, sürücü koltuğunu iyice geriye iterek kendine alan yarattı. Çocuk meraklı gözlerle direksiyon simidine, dikiz aynasına, aracın göğsündeki göstergelere bakıyordu. Ahmet uzanıp radyoyu açtı. Biraz kurcalayıp kendince uygun bir parça yakalayınca orada durdu. Göstergelerden sonra müzik de çocuğun ilgisini çekti. Sanatçının yanık sesi arabanın içini doldurmuştu.

Alnıma yazılmış bu kara yazı / Kader böyle imiş ağlarım bazı.

Ahmet, Hale’yi bir umutla sınava göndermişse de içinde tanımlanamayan bir sıkıntı vardı. Geçen ay işten çıkarılmıştı. Depremle beraber zaten yarı zamanlı ve yarı ücretli çalışıyordu. Hale de hamileliğinden bu yana işsizdi. Konfeksiyondaki işine hamileliğinin altıncı ayında son verilmişti. Ahmet’in kazandığıyla ve biraz da aile desteğiyle zar zor idare etmişlerdi. Evlenirken yarım bıraktığı eğitimini tamamlayarak kalıcı ve nitelikli bir iş için çıkar yol bulurum düşüncesiyle sınava girme kararı almışlardı. Hale’ye kalsa Ahmet de sınava girmeliydi. Ahmet lisedeyken okuldan atıldığını herkesten gizlediği için “Ben bu yaştan sonra okuyamam” deyip kestirip atmıştı.

Hale binaya geldiğinde kapıda uzunca bir kuyruk oluşmuştu. Kapıda görevli kadın polisin kontrollerinden geçip üçüncü kata çıktı. Sınıfını ve sırasını bulup oturur oturmaz görevli salon başkanı kimlik ve sıra numaralarını incelemeye başladı. İçi içine sığmıyordu. Yıllar önce hayalini kurup aşkı için ara vermek zorunda kaldığı eğitimine devam edecekti. ATT olup hayallerini gerçekleştirecekti. Aylardır sınava çalışmış olmanın verdiği öz güvenle arkasına yaslanıp derin bir soluk aldı. O kadar emindi ki “İki yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçer” diye düşündü. İnce zarif parmaklarına baktı. Bu parmaklarla ne yaşamlar kurtaracaktı. Daha da önemlisi, ekonomik olarak zor durumlara düşmenin getirdiği sıkıntılarla çatırdamaya başlayan evliliğini ve biricik kızı Özge’sinin geleceğini kurtaracaktı.

Sıra numarası yirmi olduğundan en son kimlik kontrolü ona yapıldı. Salon başkanı “Bu kimlik kimin?” diye soruncaya kadar hiçbir şeyin ayrımına varmamıştı. Soruyla sarsıldı. Kimliği eline aldığında başından aşağı kaynar sular döküldü. Acele edeceğim diye kendi kimlik belgesi yerine kızı Özge’nin kimlik belgesini almıştı. Fotoğraf kutusunun içinde koca bir boşluk vardı. Çaresizce ayağa fırladı. Panik halinde görevliye ne yapılabileceğini sordu. Görevli kimlik belgesi olmadan sınava giremeyeceğini, bir an önce alıp gelmesini söyledi. Yıldırım gibi salondan fırladı. Üç katın merdivenlerini adeta yuttu. Aşağıdaki polislere durumu söyleyip araçtan kimlik belgesini almak üzere binadan çıkacağını belirtti.

Girişteki elektronik saat 09.57’yi gösteriyordu ve saat 10.00’da kapılar sınav sonuna kadar açılmamak üzere kapanacaktı. Binadan bahçe kapısına ulaşması bile neredeyse yarım dakikasını alabilirdi. Onunla da kalmayacak, arsaya kadar gidip araçtaki çantanın içinden kimliğini bulup tekrar dönecekti. Bu kadar sürede bunları yapması olanaksız görünse de içinde bulunduğu açmaz, denemesi gerektiğini söylüyordu. Aracın ne kadar uzakta olduğunu bilmeyen polis “Hemen kimliğini al gel, sınava alacağım seni” dedi. Hale var gücüyle bacak kaslarına yüklendi. Çaresizdi. Yetişmeliydi. On beş saniyede bahçe kapısından çıktı. Kendinden beklenmeyen bir performansla arsaya yöneldi. Umudunu yitirmemişti.

Ahmet araçta her şeyden habersiz Özge’yi oyalamakla meşguldü. Hale’yi görünce kısa bir şaşkınlık geçirdi. Hemen çantayı koltuğa ters çevirip içindekileri boca ettiler. Hale koltuğun üzerine saçılan pek çok nesnenin içinden kimliğini aldı.

Girişteki elektronik saat 10.00’ı gösteriyordu. Polislerden biri “Yetişemedi, keşke kimliği arabadan almaya ben gitseydim. Böylece sınav hakkı yanmazdı” dedi. Bina sorumlusu durumu öğrenmişti. O da inisiyatif kullanıp bahçe kapısıyla bina giriş kapısı arasındaki yürüme süresini ekleyerek kapıların kapanmasını biraz uzattı. Kameralar çalışıyordu. Bahçe kapısını kapatan polis de binaya gelmişti. Tüm görevliler üzgündü. Hale yetişememişti. Saat 10.02’de bina kapıları kapandı.

Hale ancak bahçe kapısına ulaşabilmişti. Adım atacak mecali kalmamıştı. Yığıldı kaldı. O ana kadar tek damla gözyaşı dökmemişti. Artık ağlayabilirdi. Dizlerini kırmış, demir parmaklıkların önünde başını kapıya yaslamış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Koca bir yıl yaşayacakları sorunlar, Özge, Ahmet, her ikisinin aileleri gözünün önünden geçiyor, o, buğulu bir camdan onları seyrediyordu.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar