YAŞAM 

AĞAÇLAR YAĞMURU ÇAĞIRIR

Ağaçlar yağmuru çeker, betonlar belayı. Ağaçlar azalıyor, betonlar hızla çoğalıyor. Yağmurlar da çok azaldı. Belalar aldı başını gidiyor. Ağaçlar yağmuru çeker, belayı savar oysa. En basit haliyle anlatmak istedim. Anlaması zor değil aslında! Denklem bu kadar basit! Ağaçlar yağmuru çeker, betonlar belayı. Basite indirgeyip anlatsam anlarlar mı acaba? Anlaması kolay da anlamak istiyorlar mı acaba? Olay anlatmaya çalıştığım kadar basit değil oysa! İnsanlığın sonu mu geliyor yoksa? Ağaçlar yağmuru çeker; yağmur toprağı besler, toprak ana bizi. Yağmur berekettir, yağmur bolluktur, yağmur mutluluktur. Mutlu olmak çok zor değildi belki de. Ne…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM YAŞAM 

KORONA GÜNLERİ, ÇAĞ YANGINI, GÜNAHKÂR DÜNYA, CAZ MÜZİĞİ VE BENZERİ ŞEYLER

“Bir caz müziği” gibiydi her şey, o kadar kısa, o kadar çabuk; ama etkisi uzun yıllar sürecek kadar büyüktü. Hüzünlü bir senfoni gibiydi hissettiklerimiz; bir cenaze müziği gibi kederli, ağlamaklı. Şairin dediği gibi: “Dağılmış pazaryerlerine benziyordu şimdi istasyonlar”, “gelmiyordu içimizden hüzünlenmek bile”, “gelse de öyle sürekli değildi”… Ne olduğunu tam ayrımsayamadığımız bir duygu durumundaydık. * * * 2019’un Aralık ayında Çin’in adını daha önce duymadığımız Wuhan kentinde ortaya çıkan ölüm virüsünün, kısa sürede dünyayı öylesine kasıp kavuracağını elbette kimse tahmin edemezdi. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 11 Şubat 2020 günü virüs…

Devamını Oku
YAŞAM 

ANLAT BİRAZ

Kimse hikâye okumuyor artık. Ama herkes herkese hikâye anlatıyor. Cahit Külebi, ‘Hikâye’ şiirinde ne diyordu? “Sen de anlat doğduğun yerleri/ anlat biraz.” Ne anlatayım? Ne vakit bana, “Biraz kendinden söz et” deseler susarım. Sözcükler biter. Cümleler kırılır. Hikâyeme nereden başlasam; serimi nasıl yapsam, düğümü nasıl atsam, çözümü nasıl yapsam, bilemem. Susar kalırım. Yüzüme bakarlar. “Anlatsana” derler. Susarım. Ne anlatayım? * * * O anlarda Atıf Yılmaz’ın yönettiği, Sadri Alışık ve Ayla Algan’ın oynadığı, bir film gelir aklıma: ‘Ah Güzel İstanbul’ Sadri Alışık, güngörmüş, batmış çıkmış, yine batmış, dibe vurmuş bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAŞAMA DAİR KİMİ NOTLAR

“İçimde o kadar ses var ki bazen gürültüden uyuyamıyorum.” [1] Gerçeğin ya da güzel olmayan dünyanın aynasında kimi zaman bulutlara, kimi zaman yıldızlara, hâsılı gökyüzüne bakmanın sorun ve sorumluluğuyla yaşamak insan(lık)a özgü bir eylemdir… Felâket anlarından, yenilgi yıllarının tedrisatına ya da insan olmaktan yorulduğumuz kesitlere… Söyleyecek çok şeyin olsa da söylemenin risk teşkil ettiği ve Euripides’in “Köle, düşüncesini söyleyemeyendir,” ya da Lev Tolstoy’un “Özgürlüğü elinden alınan çocuğa büyük derler,” diye haykırdığı belalı kesitlere… * * * “Hayat” deyince bugünde biçimlendirmek zorunda olduğumuz “yarın”a mündemiç durum(umuz)dan söz etmek amacım. Hani sadece…

Devamını Oku
YAŞAM 

ŞEHİR GÖRÜNÜMLÜ TAŞRADA AKŞAMÜSTÜ

Akşamüstü serinliği hâlen var. Ne vefalı şu ağaçlar. Kesilen her arkadaşlarının yerine de nefeslerini çoğaltıyorlar sanki. Bizim için. Güneş hazırlanıyor yine vedasına. Zakkumlar en çok güneşle anlaşıyor. Sessiz bir anlaşmaları var. İmza tarihi olmayan… Işığını nasıl görürler su gibi yoksa? Erol Ağabey geçiyor sokağın karşı kaldırımından; elinde yıllardır tuttuğu kâğıtlarla. Milli piyangocu Erol Ağabey… Bu taşrada herkes onu tanıyor. Bir yemekte, bir kafede, bir bankta, bir bankada, bir sırada, bir mutlulukta, hatta bir hüzünde var onun sesi: “Büyük ikramiye yarın çekiliyor!” “Bu şehir görünümlü taşranın kazananı kim oldu, Erol Ağabey?”…

Devamını Oku
YAŞAM 

KENDİNİ ARAYANIN SÜRGÜNÜ

Ben kimim? Hangi mevsimin yorgun rüzgârıyım? Bu kulaklara göre ağız değilim ben. Ateşim, kor kor yandım. Kararsız bir serçeyim, hangi dala konmalıyım, bulamadım. Kendi şarkılarımı içime söylemeye başlayalı beri daha bir küskünleştim; keskinleşmem gerekirdi oysa. Günebakanların güneşe hasret zamanlarında anlattım öykülerimi. Özlem ve beklemek üzerineydi hepsi. Gözlerine sürgün yemiş bir mülteciydim. Bitmiyordu sürgünüm. Yollarda aç, çıplak ve perişan halk gibi oradan oraya sürülüyordum. Her kentte biraz daha çürüyor, sana kavuşmanın imkânsızlığı ile yok olup gidiyordum. Tüm benliklerimi toprağın derinlerine gömüp öyle geldim. Tanrısını yitirmiş bir meczup ateşiyle yandım, kor oldum,…

Devamını Oku
YAŞAM 

UNUTAN İYİLEŞİR

“İnsan, hayvanla üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, uçurumun üzerindeki bir ip” diyor Nietzsche. O yüzden mi tüm yaşam boyunca cambaz olmaya çalışmamız? Bir ömür dengede durmak için çabalamamız? Düşünce ölmekten mi yoksa hayvana dönüşmekten mi korkarız? Peki, neden korkmak yerine üstinsana ulaşmak için çabalayıp tırmanmayız? Biz insanlar çoğu zaman bu tehlikeli yolculukta insan olmayı, eşref-i mahlûkat soyunun tüm nimetlerinden sonuna dek yaralanmayı seçiyoruz. Kolay ve zahmetsiz olanı yani… Ne büyük sahtekârlık… İnsan sözcüğünün Arapça “ins-”, yani “unutan” kökünden geldiğini öğrendiğimden beri aynı kişi değilim. İnsan “unutan”dır. İnsan unutur; yapılan iyiliği,…

Devamını Oku
YAŞAM 

6 ŞUBAT’A AĞIT

Yıkıldı yüreğimin yuvası, şehrim kendini ağlar. / Kıyameti ömrümün en karası, vurgun yedi köküm ağlar. Travmanın ne olduğunu anlatmak kolay değil. Yaşananların yıkıcılığı bir yana, o yıkımın bıraktığı izler, tamamlanmamış hikâyeler, cevapsız sorular asıl yükü omuzlarımıza yüklüyor. 6 Şubat depremleri yalnızca yapıların değil, hatıraların, umutların ve insan onurunun da enkaz altında kaldığı bir felaketti. O günden bu yana ne adalet yerini buldu ne kayıpların sesi duyuldu ne de yasımız tamamlanabildi. Yazılması gereken cümleler hâlâ havada asılı duruyor. Her şey olduğu gibi bırakıldı; taşlar yerinden oynadı ama hiçbir taş yerine konulmadı.…

Devamını Oku
YAŞAM 

730 GÜNLÜK ŞUBAT YANGINI

Kutupta yanan bir yangın vardı… Sadece molozların dumanları, bir bir aşağı inen tabutlar vardı! Bu kıyamet değil de ne idi? 11 şehir ölüm sessizliğine bürünmüştü… Binlerce hayat, betonlarda sıkışmış; hayaller sorumsuzluklara kurban gitmişti… Unutamayacağımız bir tarihtir 6 Şubat 2023… Şubatın ta başında cayır cayır yanıyordu 86 milyonun yüreği… Bu görüntüler çizilmemiş; herhangi bir tatbikatı anlatmıyordu. Gerçekti… Ülkemizin deprem gerçeği, yüzyılımızın felaketiydi… Sözle anlatılamayacak kadar paramparça bir gerçekti hatta. Arama kurtarma ekiplerinin o kan donduran “SESİMİ DUYAN VAR MI?” sorusu çoğunlukla yanıtsız kalmıştı… Kimse ne yapacağını bilmiyordu… Yıkılan binada bir tek…

Devamını Oku
YAŞAM 

AKARETLER YOKUŞU

“Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır.” – Michel Foucault Yorgun bir günün bitiminde Akaretler Yokuşu’ndan yavaş yavaş yukarı doğru çıkıyorum. Yokuştan aşağıya inmeye çalışan bir adam görüyorum ve gözlerime inanamıyorum. Sanki ilk kez gittiğim bir şehrin bilmediğim bir caddesinde dolaşırken duyduğum heyecan gibi… Sanki yeni tanıdığım bir insanı keşfetmek gibi… Gördüklerimi anlamak, sindirmek için çaba harcıyorum. Çok zor. Kendimi kenara çekiyorum. Tarihin o kocaman taş duvarlarına sırtımı dayıyorum. Bacaklarım titriyor. Güç almak için taş duvarlara iyice dayanıyorum. Gözlerim hiç dokunmadığı durumla karşı karşıya! Hayatını zorluklarla idame…

Devamını Oku