YAŞAM 

DÖKÜLÜR DALIMIZDAN VE DİLİMİZDEN GÜZ GAZELLERİ

Yıllar yıllar önce okuduğumuz yazılar öyle anlarda hatırlatır ki kendini, içimizin en çok acıdığı anlarımızda merhem olur yaralarımıza; duyduğumuz acıyı ifade eder, içinden, altını çizdiğimiz birkaç satır cümle dile getirir hislerimizi… Sürekli geçmişe dönmek isteriz, sürekli geçmişte bizi bugün için iyileştirecek sözcükler ararız… Yeri gelir kendi yazılarımızdan, yeri gelir başka yazılardan alıntılar yaparız… Geçmiş günlerden şimdiki günleri duyumsarız… * * * “Yüzlerimiz, sözlerimiz, benliklerimiz yaralardan mı bina edilir aslında?” diye sorar yazar – nereden baksan yirmi yıllık bir geçmişi var. “Acaba şekilsiz mi olurdu ağzımız, seslerimiz, ellerimiz; yaralarımız hiç olmasa?”…

Devamını Oku
YAŞAM 

AYVA SARI, NAR KIRMIZI; AH NE GÜZEL SONBAHAR

Ayva zamanı, nar zamanı şimdi; tabiatın sarılı kırmızılı renk cümbüşü zamanı… Bizi çocukluğumuza götüren “Kestane, gürgen, palamut/ altı yaprak, üstü bulut” dizelerindeki umut ve özlem, tutunduğumuz sonbaharın sağlam kalabilmiş birkaç dalı gibi sanki… Şairin “Sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler/ yalan her şey gibi/ aşklarınız da” dediği bir çağda, bir yalnızlık çağında içimizi ısıtan en güzel sonbahar sözcüklerindeyiz. Yaprak yaprak, bulut bulut sonbahar; ayvasıyla narıyla güzel sonbahar… * * * Umut gibi, aşk gibi, içi sevda dolu bir yolculuk gibi tüm renkleriyle bizi içine hapseden sonbaharı çok seviyoruz. Sevmeyi unuttuğumuzu söyleyen şairin dizeleri…

Devamını Oku
YAŞAM 

OKUMA TAKINTISI

Okumak, bir hastalıktır, bir takıntı! Bu, bende var: Sanırım, gördüğü her yazıyı okumak gibi bir maluliyet de diyebiliriz buna… Okuma eylemini bir tutkulu alışkanlık, sistemli ve bilinçli bir okuma iştahının yanı sıra marazileştiren bir yaklaşımın tutsağı olmak! Bu yüzden de kocaman bir çöp kutusudur belleğim. Sokak adlarını okurum, tabelaları, özellikle de doktor tabelalarını; süt şişesinin sarıldığı yırtık gazete sayfasını da okurum. Tren istasyonlarının adlarını okurum, kendi kendime tekrarlar, ezberlerim. İlk gençlik yıllarımda, Sivas’tan Kurtalan’a kadar bütün istasyonların adlarını ezberlemişimdir. Çok iyi şiirler kadar, çok kötü, neredeyse beş para etmez şiirler…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAPAY ZEKÂ ÇAĞININ 70’LERDEN KALMA KOMİK MUHABBETLERİ

İlk ve ortaokuldayken ödevlerimizi yapmak için zaman zaman Sabancı Kültür Sitesi’ndeki kütüphaneye giderdik. Kütüphanedeki ansiklopedilerden ve öğretmenlerimizin önerdiği kitaplardan topladığımız bilgilerle ödevimizi yapar, kalan zamanımızda da oradaki kitaplardan alır, okurduk. Benim en sevdiğim kitaplar bilim teknik, araştırma ve tarih kitaplarıydı. Merak ettiğim konuları anlatan kitaplardan elime o gün ne geçtiyse alır, bazen tamamını okur bitirir bazen de kitaptaki ilgimi çeken bölümleri seçer, sadece onları okuyup görevliye teslim ederdim. Mahalledeki ya da okuldaki arkadaşlarla konuşurken okuduğum kitaplardaki konulardan bahsederdim bazen. Onlar da “Oğlum, kütüphanede okuduğun kitaptaki bilgileri mi satıyorsun bize?” deyip…

Devamını Oku
YAŞAM 

TARIM EMEKÇİSİ BACILARIM

Yaz mevsiminin bitmesiyle sıcaklar yavaş yavaş boynunu bükmeye başladı. Hasat mevsimi başladı. Önce üzümler, arkasından cevizler… Zamanın hükmünü göz ardı edemiyoruz. Mevsimleri de kıyaslayamıyoruz artık. Bazen ışıldayan gökyüzü, bazen bir anda yakar kavurur oldu. Bazen parıldayan yüzlerimiz bir anda gölgelendi. Bahçedeyim. Bugün ilk günümüz. Tarım emekçilerimiz geldiler. Beş kadın, iki erkek. Silkelemeleri yapan erkekler, toplamaları yapan kadınlar. Her gün bahçeye gidiyorum. Bahçeye girdiğimde sesimi duyurmak için yüksek sesle “Kolay gelsin bacılarım” diyorum. Başlarını kaldırıp bana bakıyorlar. Kimisinin bakışları üstümde çakılı kalırken, kısık bir sesle “Hoş geldiniz” diyorlar. Sabah çok erken…

Devamını Oku
YAŞAM 

KADERE KIRK BEŞ

Kader, alın yazısı, yazgı… İnsanoğlunun elini kolunu bağlayan, yazılmış çizilmiş ve sadece zamanı gelince oynanması gereken bir oyun… Calderon, “İnsanın en büyük suçu dünyaya gelmiş olmasıdır.” der. Haksız da sayılmaz doğrusu. Dünyaya atılan zavallı insan, yazgısının elinde bir oyuncağa dönüşür çoğu zaman ve böylece cezasını çeker. Kader deyince akla ilk gelen ünlü Yunan tragedya kahramanı Oidipus’tur. “Kaderi seninki kadar korkunç bir yaratık dünya üzerine gelmemiştir.” Babasını öldürüp annesiyle evlenen ve ondan çocuklar dünyaya getiren bahtsızların en bahtsızı, yüzüne kara çalınmış bir lanetli kraldır Oidipus. Kâhinlerin haber verdiği kaderinden ne kadar…

Devamını Oku
YAŞAM 

GÜN BAŞLIYOR SEVGİLİM

Gün başlıyor sevgilim… Haydi; giyin savaş takımlarını, zırhını kuşan, gardını al. En ölümcül silahını al yanına, yalnız çıkma sakın meydanlara. Gün başlıyor sevgilim… Birazdan dört bir yanını kuşatacaklar. Kimisi zehirli nefesini üfleyecek yüzüne,  kimisi en ağrıyan yanını bile bile üstüne basacak yaralarının. Kimisi umursamazlık oklarıyla can evinden vurmaya çalışacak seni. Bazıları sevgilim, yanında yürüyormuş gibi girecek koluna, ilk virajda bırakmak üzere seni yolun ortasında. Kimisi ellerinde mis kokulu çiçeklerle gelecek huzuruna. Bakmaya doyamayacağın rengârenk demetleri serecek ayaklarının altına. Hayır, yanılıyorlar sevgilim… Sen aldanmaya hazır zavallı bir roman kahramanı değildin, sayfalar…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘SONYAZ KEMANLARININ’ UZUN HIÇKIRIKLARI

“Soğuk karanlıklara gömüleceğiz yakında” dediğimiz günlerdeyiz şimdi. Elveda diyoruz kısacık yazlarımızın sıcacık aydınlığına. Öfke içindeyiz; kin, ürperme, yılgı sarmış dört bir yanımızı. Bir zincirin halkası gibi ekleniyor günler birbirine ve bizler yarı karanlık gündüzlerde, yıldızsız gecelerde kendi “iç”imize dönmek, kendi “iç” sesimize kulak vermek istiyoruz. * * * Şimdi “iç” zamanımızdayız. Hani o sözcüklerini çok sevdiğimiz kadın yazarın bir zamanlar biz gibiler için müjdelediği, “Yeni çağın yeni kıtası ‘iç’tir” dediği o anakaradayız. Dış etkenlerden arındığımız, tamamen özümüzle buluştuğumuz, ağlasak bile gözyaşlarımızı en saf şekilde akıttığımız o kutsal yerdeyiz. Ve “iç”imize…

Devamını Oku
YAŞAM 

HAFRİYATIN HARFLERİ

Dikkat, dikkat! Ruhumun derinliklerinde bir hafriyat çalışması yapılmaktadır. Lütfen, yaklaşmayınız! Bir süredir bir kazı çalışmasıdır sürüp gidiyor içimde. Sakin, sessiz, acelesiz… Doğrusu kayda değer bir şeyler var mı, bilmiyorum. Çünkü ruhumun kabuklarını soymuş, başucuma koymuştum. Sonra da kimselerin inanmayacağı bir masal uydurmuştum. Oysa katman katman bir antik kent varmış içimde, bilmiyordum. Bir mabet, bir okul, bir amfi ve bir nekropol… Kimin kalıntıları bunlar? Benim değil. Kim, ne zaman inşa etti bunları ruhumun tam ortasına? Belli değil. Şehrin kapısında henüz kimsenin çözemediği ölü bir dilden kalma bir dize yazılıydı. Bunu tanıdım;…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR SESİN PEŞİNDEN SÜRÜKLENMEK

Metin Erksan’ın ünlü filmi ‘Sevmek Zamanı’nda bir resme âşık olan adamın oldukça dramatik öyküsünü izleriz. “Resmin sen değilsin ki… Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın, izin ver. ben onu seveyim.” der kahramanımız ve ekler: “Ben seni seviyorsam bundan sana ne!” Peki, resme âşık olunur da sese olunmaz mı? Olunur elbet, neden olunmasın? Ne demişti şair? “Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum…” İşte, öyle tutulur kalırsınız. Her bir titreşimin kanadına takılıp süzülürsünüz gökyüzünde, her bir sözcüğün söylenişine, tınısına yüreğinizi bağlarsınız.…

Devamını Oku