YAŞAM 

O ÖYLE DEĞİL BÖYLE

Al eline bir bıçak! Öldür içindeki seni. Ne varsa sana ait; duyguların, geçmişin, duyarlılığın. Al eline bir çakmak! Yak okuduğun tüm kitapları; bembeyaz kâğıtlara yazdığın tüm sözcükleri; olduğun tüm fotoğrafları, kafan yırtılmış olanları da. Al eline bir ok! Fırlat uzaklara, çok uzaklara. Kurtulmak istediğin ne varsa oka bağlamayı da unutma. Al eline bir ayna! Bak kendine, gözlerine bak. Yüzüne bak. Uzun uzun bak. Gör. Kır şimdi aynayı. At gitsin aynayı çok uzaklara. “O öyle değil böyle” diyenlere de kulağını ver. Düşün neden öyle dediklerini. Sana düşman değil ki onlar. Kişinin…

Devamını Oku
YAŞAM 

ADANA’NIN SOKAKLARI

Sokağa girince biraz ilerde, sağda, 14 numarada otururlardı Yusuf Amcalar. Kadim dostları arasında “Eski Tüfek Yusuf” olarak tanınırdı. Dünyanın tüm kötülüklerine karşı duran bir muhalifti o. Bir çırçır fabrikasında ustabaşı olarak uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli olmuştu. Çok okuyan biriydi. Yaz günleri evinin önünde kırmızı sandalyesine oturur, ya bir kitap ya da Cumhuriyet gazetesini son satırına kadar okurdu. Bir haziran ayının öğleden sonrasında sokaktan geçerken onu kitap okurken gördüm. Kitap okuyan birini görmek bana her zaman derin bir coşku ve mutluluk verir. Yanına gidip kendimi tanıttım. Gülümseyerek ve içtenlikle karşıladı…

Devamını Oku
YAŞAM 

FOTOĞRAF; SİYAH-BEYAZ

Bazen, Osmanlı’nın son günlerini, Cumhuriyet’in ilk günlerini anlatan siyah-beyaz fotoğraflara bakar, fotoğrafın ayrıntılarında bir insan yüzü ararım. Mesela bir hamal; gara gelen trenden yük indirmiş, sırtında yük, Uray Caddesi’ne doğru yürümektedir tozlu yollarda. Sıcaktan terlemiştir. Yükünü yere indirip biraz soluklanır, o arada bir şerbetçi geçer. Bir şerbet çeker canı hamalın. İçmeli mi, içmemeli mi? Kaç kuruştur şerbet? İçmez, yürür, gider yoluna… * * * Ya da bir köylü kadın, Yoğurt Pazarı’nda güneşin alnında oturmuş, bekler. Kimi bekler? Şehre beraber indiği kocasını mı bekler, oğlunu mu bekler, kızını mı bekler, kaynını…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

YANARKEN ÜŞÜMEK

Birine insan eli balta vuruyor, diğerine su taşıyor. Akbelen’in çok mu canı yandı ki Çanakkale har har kavruluyor? “Türkiye Yüzyılı”, afetin yılı oldu adeta. Öldük, yıkıldık, yakıldık, nefesimiz kesildi… Yok mu artıran? Şehitler diyarı Çanakkale tarihinin “en kan dökülmeyen” savaşını yaşıyor gibi… Binlerce canlı ölüyor o yangında. Köpek ile kedinin çaresizce bir tahta yığınının altına saklandıkları videoyu belki çoğunuz görmüşsünüzdür. İçimiz inliyor acıdan da elden bir şey gelmiyor. Bizim bürokratlarımızın en büyük sorunu uzmanları zamanında dinlememek. Olanın ardından ah etsen ne, vah diye haykırsan ne? “Ormanları ellemeyin” dedikçe suiistimalle karşılaştı…

Devamını Oku
YAŞAM 

ZORBA YÜREĞİM

Dışarıda akıp giden bir hayat var. Bense yüreğimin mağarasında yolunu gözlüyorum hâlâ… Zorba yüreğime söz geçiremiyorum artık. Çık, gel, umudum kırılmadan, geç kalma, yüreğimden akan kanı başkaları öpmeden. Senin için çırpınıp dururum, bu gidişle ya sabreder ya da dayanamaz, bir gün ansızın ölürüm. Her gün biraz daha azalıyorum, çık, gel, çoğalayım seninle. Biliyorum ki bu adaletsiz dünyada kirlendik ikimiz de, çık, gel, bir ömür boyu kirlenelim birlikte. Çok bekledim o kısık gözlerini açarsın diye, ana rahmine yeniden gireyim diye… Yaz geldi, hatta bitiyor, yine üşüyorum, gözlerinde ısınayım diye. Hayatı senin…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘AMONYAK ÇİÇEĞİ’ KOKUYOR VE ‘MÜJGÂNLA AĞLAŞIYORDUK’…

Her şey bu dönemeçte başlamıştı ve her şey bu dönemeçte bitiyor işte… Ağustosun son dönemecinde, bir kaldırım taşı esaretinde ve bir sokak lambası huzmesinde geçip gidiyor ömrümüz işte… Günler geçiyor, haftalar geçiyor, aylar yıllar geçiyor ve bizim saçlarımızdaki aklar bir “çoğul türkü” olmuş, geleceğe doğru serpiştiriliyor işte… “Amonyak çiçeği” kokuyor aşklarımız, yandı yanacak ve bir hüzün akşamında “müjgânla ağlaşıyor” göz bebeklerimiz… Şair soruyor: Biz niye böyleyiz, biz niye böyle bulut yüklüyüz ve biz niye “çiçek çiçek” gözyaşı döküyoruz? * * * “Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa/ kör karanlıkta açardık…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

ŞU LİYAKAT MESELESİ

Türkiye’de bir şirkette, siyasette, belediye hizmetlerinde, belki de şu an aklıma gelmeyen pek çok faaliyette iş yapan insanların kariyer faaliyetlerine baktığınızda şunu görürsünüz: Kimi insanlar sorumlu oldukları işin gereğini yerine getirmek ve işini en doğru şekilde yapmaya odaklanırken kimileri kısa yoldan kariyer basamaklarına tırmanmak için üst yöneticilerin kapılarını sürekli aşındırarak yakın ilişkiler sürdürmek için çaba gösterirler. Yakın ilişkiden kastım, bilgi alışverişi değildir. Hiyerarşik mesafeyi azaltmakla ilişkili faaliyetler yürütürler. Basamak atlama telaşındadırlar. İşleriyle ilgili bilgi seviyeleri düşük olmasına rağmen yaptıkları şovlarla sanki konusunda en yetkin kişi onlarmış gibi davranırlar. Yöneticisini sürekli…

Devamını Oku
YAŞAM 

SİESTA HAKKI İSTİYORUM

– Çalışma Saatlerinin Yaz Döneminde Düzenlenmesi İhtiyacı – Klasik Adana yazının ötesine geçen sıcaklar yaşıyoruz. Kavurucu sıcaklar ve yüksek orandaki nem insanları bitkin düşürüyor. Öğle saatlerinde 50 derecelerin üzerinde hissedilen sıcaklıkları görmeye başladık. Artık Adana’da yaşamak, çalışmak, nefes almak, yazmak, okumak, hatta tembelce oturmak bile güçleşti. Adana yazının ne anlama geldiğini anlamak için hayal etmek yeterli gelmiyor, yaşamak gerekiyor. Kavurucu sıcaklar, insanı bitkin düşüren nemli havalar nedeniyle uzmanlar vatandaşların gerekmedikçe saat 11.00–16.00 arasında dışarı çıkmamaları, kanala girip “çimmemeleri” ve “güneşe ateş etmemeleri” konusunda uyarıyor. Doktorlarımızın “Bol su için”, “Güneşin etkili…

Devamını Oku
YAŞAM 

BEN, TAŞKÖPRÜ!

Ben, Taşköprü! Hem Adana’nın hem Türkiye’nin hem de dünyanın “hâlâ kullanılan” en eski köprüsüyüm. Boyum 310 metre, enim ise 11,40 metredir. Yüzyıllardır, taştan ayaklarımı Seyhan Nehri’nin derinliklerine basar; Seyhan ile Yüreğir ilçelerini, Batı ile Doğu’yu, insanları ve hayatları birbirine bağlarım. Kim bilir kaç medeniyet, kaç kavim geçip gitti üstümden… Kaç kral, kaç imparator, kaç hayat öyküsü… Ben, Taşköprü! Bugün kendi öykümü anlatacağım sizlere… HADRİAN MI, HATTUŞİLİ Mİ? Kimine göre 1700 yaşındayım, kimine göre 3500. Kimine göre Roma İmparatoru Hadrian yaptırdı beni, kimine göre Hitit imparatoru Hattuşili. “Adania denilen bir şehirle…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

CAN BABA, CAN EVİ’NDE BİR AKŞAMÜSTÜ VE DİĞER ŞEYLER

Can Yücel’in anısına / 12 Ağustos 2023, Datça. O, “karaçalılar gibi yardan bitme”, “çarpık bacaklarıyla – ha düştü ha düşecek” bir çocuktu, babasını özleyen, hayatta en çok babasını seven. “Geldi mi de gidici – hep, hep acele işi! / Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi / Atlastan bakardım nereye gitti / Öyle öyle ezberledim gurbeti…” Köy Enstitüleri gibi çok ciddi bir mesele peşinde koşan bir baba… Hasan Ali Yücel. Dönemin Milli Eğitim Bakanı. Babasının yolunu gözleyerek, hastalık numaraları yapan o çocuk da Can Yücel. 1990 yılında bir ev alıp yerleşeceği,…

Devamını Oku