YAŞAM 

SAKLI KALANLARIN SANCISI

İçimiz… Derin kuyularımız… Kuyularımızdan bize varan yankılar… Sustuklarımız, saklı kalan sözlerimiz, üstü örtülü duygularımız, kederimiz, sevincimiz, umudumuz… Her şey söze gelmek için, anlaşılmak için çırpınıp duruyordu içimizde. “Ağırsam kalbime/ susakaldıysam dipte, derinde/ ses ver, ses ver, ses ver” diyordu ya şair, böyle bir sesi arıyoruz işte, bizi sustuklarımızla birlikte derinden çıkaracak bir ses. Kendi yankımızın dışında bir yankı. Yüreğimize iyi gelecek bir söz. Belki de basitti aslında her şey; insan sığınmak istiyordu insana. Anlamak ve anlaşılmak istiyordu. Ama olmuyordu işte. Beceremiyorduk bir türlü. Sığınmak istedikçe yalnızlaşıyorduk, söz söylemek istedikçe daha…

Devamını Oku
YAŞAM 

EVLER, MASALAR VE ÖYKÜLER

“Ev demek pencere demek aynı zamanda. Perdeyi çekersin ve yabancılar cehennetini göremez.” diyor Ayfer Tunç. “Cehennet…” Evimiz, mahremimiz, dünyamız, cennet ve cehennemimiz… Kendimizi tüm dünyadan sakladığımız kör kuyumuz… Nasıl ki her insan kendi evinin sahibiyse sözcüklerle kurduğumuz sihirli dünyada da kendi masal şehrimizin efendisiyiz. Seçtiğimiz sözcüklerle kendimizi yaratırız, hayatımızın tanrısı olduğumuzu düşünürüz. Kelimelerin hem incitici hem sağaltıcı gücüyle her günümüzü yeni baştan yazarız, kurgularız. Montauk, “Ben kendimi asla anlatmadım, kendimi yalnızca ele verdim.” der. Evet, sözcükler bizi ele verir. O yüzden kimi insan konuşmamayı, yazmamayı, her şeyi içine hapsetmeyi tercih…

Devamını Oku
YAŞAM 

TÜRK AYŞE NASIL RUS MARIA OLDU?

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ülkemizde daha çok 93 Harbi olarak bilinir. Bunun nedeni ise Rumi takvime göre 1293 yılına denk gelmesidir. Bu savaş üzerine çok sayıda anlatı mevcuttur ve bu savaş iki toplumda da derin izler bırakmıştır. Çarlık Rusya, İstanbul’u alarak tarih boyunca en büyük arzusu sıcak denizlere inme düşüncesini gerçekleştirmek istemektedir. Ayrıca Ruslar 1853 yılındaki Kırım bozgunu da henüz unutmuş değildir. Rusya 24 Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiğinde Yunanistan, Romanya, Sırbistan ve Karadağ prenslikleri de Osmanlı’ya isyan ederek Rusya’nın yanında yer almıştır. Yalnız kalan Osmanlı hem Tuna hem…

Devamını Oku
YAŞAM 

RADYO

1990’lı yıllar. Lisedeyiz. Arkadaşımız çok. Fakat akşam oldu mu evdeyiz, ev ahalisiyle sohbetimiz pek az, ekseriyetimiz yaşlı ve yalnız insanlar gibiyiz. Ayda yılda bir arkadaşa konuk olmazsak, bir arkadaş bize konuk olmazsa en büyük arkadaşımız akşamları radyo. O zamanlar buğulu sesleri olan, radyonun mikrofonlarına tiyatro sahnesinde konuşur gibi konuşan, felsefe ve şiir seven radyo sunucuları revaçta. Neredeyse her radyoda akşamları bir nöbetçi şair, bir bunalım abi bulunuyor.  Gece 9’dan sonra radyo onlara ait… Biz gece 9’dan sonra onlara muhtaç… Çünkü arkadaşa ihtiyacımız var; lisedeyiz, dertliyiz, öfkeliyiz, çoğumuz “35 yaşını görmem…

Devamını Oku
YAŞAM 

DÖKÜLÜR DALIMIZDAN VE DİLİMİZDEN GÜZ GAZELLERİ

Yıllar yıllar önce okuduğumuz yazılar öyle anlarda hatırlatır ki kendini, içimizin en çok acıdığı anlarımızda merhem olur yaralarımıza; duyduğumuz acıyı ifade eder, içinden, altını çizdiğimiz birkaç satır cümle dile getirir hislerimizi… Sürekli geçmişe dönmek isteriz, sürekli geçmişte bizi bugün için iyileştirecek sözcükler ararız… Yeri gelir kendi yazılarımızdan, yeri gelir başka yazılardan alıntılar yaparız… Geçmiş günlerden şimdiki günleri duyumsarız… * * * “Yüzlerimiz, sözlerimiz, benliklerimiz yaralardan mı bina edilir aslında?” diye sorar yazar – nereden baksan yirmi yıllık bir geçmişi var. “Acaba şekilsiz mi olurdu ağzımız, seslerimiz, ellerimiz; yaralarımız hiç olmasa?”…

Devamını Oku
YAŞAM 

AYVA SARI, NAR KIRMIZI; AH NE GÜZEL SONBAHAR

Ayva zamanı, nar zamanı şimdi; tabiatın sarılı kırmızılı renk cümbüşü zamanı… Bizi çocukluğumuza götüren “Kestane, gürgen, palamut/ altı yaprak, üstü bulut” dizelerindeki umut ve özlem, tutunduğumuz sonbaharın sağlam kalabilmiş birkaç dalı gibi sanki… Şairin “Sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler/ yalan her şey gibi/ aşklarınız da” dediği bir çağda, bir yalnızlık çağında içimizi ısıtan en güzel sonbahar sözcüklerindeyiz. Yaprak yaprak, bulut bulut sonbahar; ayvasıyla narıyla güzel sonbahar… * * * Umut gibi, aşk gibi, içi sevda dolu bir yolculuk gibi tüm renkleriyle bizi içine hapseden sonbaharı çok seviyoruz. Sevmeyi unuttuğumuzu söyleyen şairin dizeleri…

Devamını Oku
YAŞAM 

OKUMA TAKINTISI

Okumak, bir hastalıktır, bir takıntı! Bu, bende var: Sanırım, gördüğü her yazıyı okumak gibi bir maluliyet de diyebiliriz buna… Okuma eylemini bir tutkulu alışkanlık, sistemli ve bilinçli bir okuma iştahının yanı sıra marazileştiren bir yaklaşımın tutsağı olmak! Bu yüzden de kocaman bir çöp kutusudur belleğim. Sokak adlarını okurum, tabelaları, özellikle de doktor tabelalarını; süt şişesinin sarıldığı yırtık gazete sayfasını da okurum. Tren istasyonlarının adlarını okurum, kendi kendime tekrarlar, ezberlerim. İlk gençlik yıllarımda, Sivas’tan Kurtalan’a kadar bütün istasyonların adlarını ezberlemişimdir. Çok iyi şiirler kadar, çok kötü, neredeyse beş para etmez şiirler…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAPAY ZEKÂ ÇAĞININ 70’LERDEN KALMA KOMİK MUHABBETLERİ

İlk ve ortaokuldayken ödevlerimizi yapmak için zaman zaman Sabancı Kültür Sitesi’ndeki kütüphaneye giderdik. Kütüphanedeki ansiklopedilerden ve öğretmenlerimizin önerdiği kitaplardan topladığımız bilgilerle ödevimizi yapar, kalan zamanımızda da oradaki kitaplardan alır, okurduk. Benim en sevdiğim kitaplar bilim teknik, araştırma ve tarih kitaplarıydı. Merak ettiğim konuları anlatan kitaplardan elime o gün ne geçtiyse alır, bazen tamamını okur bitirir bazen de kitaptaki ilgimi çeken bölümleri seçer, sadece onları okuyup görevliye teslim ederdim. Mahalledeki ya da okuldaki arkadaşlarla konuşurken okuduğum kitaplardaki konulardan bahsederdim bazen. Onlar da “Oğlum, kütüphanede okuduğun kitaptaki bilgileri mi satıyorsun bize?” deyip…

Devamını Oku
YAŞAM 

TARIM EMEKÇİSİ BACILARIM

Yaz mevsiminin bitmesiyle sıcaklar yavaş yavaş boynunu bükmeye başladı. Hasat mevsimi başladı. Önce üzümler, arkasından cevizler… Zamanın hükmünü göz ardı edemiyoruz. Mevsimleri de kıyaslayamıyoruz artık. Bazen ışıldayan gökyüzü, bazen bir anda yakar kavurur oldu. Bazen parıldayan yüzlerimiz bir anda gölgelendi. Bahçedeyim. Bugün ilk günümüz. Tarım emekçilerimiz geldiler. Beş kadın, iki erkek. Silkelemeleri yapan erkekler, toplamaları yapan kadınlar. Her gün bahçeye gidiyorum. Bahçeye girdiğimde sesimi duyurmak için yüksek sesle “Kolay gelsin bacılarım” diyorum. Başlarını kaldırıp bana bakıyorlar. Kimisinin bakışları üstümde çakılı kalırken, kısık bir sesle “Hoş geldiniz” diyorlar. Sabah çok erken…

Devamını Oku
YAŞAM 

KADERE KIRK BEŞ

Kader, alın yazısı, yazgı… İnsanoğlunun elini kolunu bağlayan, yazılmış çizilmiş ve sadece zamanı gelince oynanması gereken bir oyun… Calderon, “İnsanın en büyük suçu dünyaya gelmiş olmasıdır.” der. Haksız da sayılmaz doğrusu. Dünyaya atılan zavallı insan, yazgısının elinde bir oyuncağa dönüşür çoğu zaman ve böylece cezasını çeker. Kader deyince akla ilk gelen ünlü Yunan tragedya kahramanı Oidipus’tur. “Kaderi seninki kadar korkunç bir yaratık dünya üzerine gelmemiştir.” Babasını öldürüp annesiyle evlenen ve ondan çocuklar dünyaya getiren bahtsızların en bahtsızı, yüzüne kara çalınmış bir lanetli kraldır Oidipus. Kâhinlerin haber verdiği kaderinden ne kadar…

Devamını Oku