YAŞAM 

YAŞAMAK KAMBURU

Hepimiz yaşamak denen koca bir kamburla yaşıyoruz bu çekilmez dünyada. Her geçen gün kambur büyüyor, eciş bücüş bir yaratığa dönüşüyoruz ömrümüzün sonunda. Yaşamak bize ağır geliyor. Her günümüzü ekranda ne zaman “SON” yazacak diye geçirmiyor muyuz? Hadi itiraf edin, haksız mıyım? Ama unutmuşum bizde itirafın tedavülden kalktığını. Ben demiyorum ki Ayfer Tunç diyor! “Bizde itiraf yoktur. / Bizde itiraf eden huzur bulmaz. / Biz itiraf edersek unutamayız. / Biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak.” Sırf bu yüzden yaşamanın ne büyük bir yük olduğunu söyleyemeyiz kendimize. Emaneti gezdirir dururuz. Zaman…

Devamını Oku
YAŞAM 

UMUT SICAĞI ARAYIŞIMIZ HİÇ BİTMEYECEK

Kasım, takviminde vaktini tüketmekte; aralık, bir akşam gibi üstümüze çökmekte… Üşüyoruz. Buz kesiyoruz. Kış erken mi geldi; yoksa artık erken gelecek kışların bir başlangıcı mıydı bu kasım soğukları? Henüz tam yaşanmamışken pastırma yazlarının sonu muydu bu tir tir titreyişler? Havaların bir anda ısınması, havaların bir anda soğuması hangi hayrın alametiydi? Hangi iklimsel dengesizliğin bir dışavurumuydu bu hem üşüyüşler hem terleyişler? * * * Toroslara yağan karın Çukurova’yı üşüttüğü bugünlerde, ülkenin diğer iklimlerindeki kara kış günlerinde o şehirler, o şehirlerdeki insanlar ne yapıyorlardı? Hangi umudun sıcağına tutunuyorlardı da biraz olsun yürekleri…

Devamını Oku
YAŞAM 

KAR DÜŞÜNCELERİ

Anton Çehov’un ‘Üç Kız Kardeş’inde Tuzenbach, Marscha’ya sorar: “İşte kar yağıyor: Bunun anlamı ne?” Evet, ne anlamı var? Kardan adam, kartopu çocukluktur. Karda kızak da! Yaşlılıksa kapının önüne biriken karları kürüyememektir. Behçet Necatigil’in dediği gibi: “Farı kalbim, farı da/ kapına biriken karı/ kürüyeme!” Kar kapıyı tutmuştur, içerdesindir ve yalnız. Dışarıda kar yağıyordur, sessiz ve beyaz. Kar henüz pencereni örtmemiştir, bakıyorsun camdan, ‘tek ü tenha’ bir ağaç! Evdesindir. Kapılar tutulmuştur, n’eylersiniz! Yalnızlığı ölümle buluşturur kar… Kar, ölümdür. Nietzsche, ‘Ecce Homo’da, hastalığın, hasta insanda kurtulma içgüdüsünün, korunma ve savunma içgüdüsünün bozulması olduğunu…

Devamını Oku
YAŞAM 

SEVGİNİN VE AYRILIĞIN ÇARMIHINDA

İncecik bir gülüşün içimde büyüyüp her bir zerremi sarıp sarmalayacağını nerden bilebilirdim ki? Evet, bu sevgiyi uyandıran seni gördüğüm o andaki o incecik gülüşündü. Ah o kederli ama bir o kadar da umutlu gülüşün! Sonra benim gülüşlerim eklendi o gülüşe, sadece yüzümü değil kalbimi de gülümsetiyordun. Çoğalıyorduk tek bir anda ve birlikte gülümsüyorduk dünyaya. Zaman geçtikçe en derin yaralarımızı açtık birbirimize. Korkularımızı, çaresizliklerimizi gösterdik birbirimize çekinmeden. İçimde kurduğum dünyanın bütün anlamlarını sen sordun bana. Bu zamana kadar susturduğum ne varsa konuşmaya başladı. Emindim, bütün yalnızlığımı, yaralarımı korkusuzca teslim edeceğim kişi…

Devamını Oku
YAŞAM 

SAKLI KALANLARIN SANCISI

İçimiz… Derin kuyularımız… Kuyularımızdan bize varan yankılar… Sustuklarımız, saklı kalan sözlerimiz, üstü örtülü duygularımız, kederimiz, sevincimiz, umudumuz… Her şey söze gelmek için, anlaşılmak için çırpınıp duruyordu içimizde. “Ağırsam kalbime/ susakaldıysam dipte, derinde/ ses ver, ses ver, ses ver” diyordu ya şair, böyle bir sesi arıyoruz işte, bizi sustuklarımızla birlikte derinden çıkaracak bir ses. Kendi yankımızın dışında bir yankı. Yüreğimize iyi gelecek bir söz. Belki de basitti aslında her şey; insan sığınmak istiyordu insana. Anlamak ve anlaşılmak istiyordu. Ama olmuyordu işte. Beceremiyorduk bir türlü. Sığınmak istedikçe yalnızlaşıyorduk, söz söylemek istedikçe daha…

Devamını Oku
YAŞAM 

EVLER, MASALAR VE ÖYKÜLER

“Ev demek pencere demek aynı zamanda. Perdeyi çekersin ve yabancılar cehennetini göremez.” diyor Ayfer Tunç. “Cehennet…” Evimiz, mahremimiz, dünyamız, cennet ve cehennemimiz… Kendimizi tüm dünyadan sakladığımız kör kuyumuz… Nasıl ki her insan kendi evinin sahibiyse sözcüklerle kurduğumuz sihirli dünyada da kendi masal şehrimizin efendisiyiz. Seçtiğimiz sözcüklerle kendimizi yaratırız, hayatımızın tanrısı olduğumuzu düşünürüz. Kelimelerin hem incitici hem sağaltıcı gücüyle her günümüzü yeni baştan yazarız, kurgularız. Montauk, “Ben kendimi asla anlatmadım, kendimi yalnızca ele verdim.” der. Evet, sözcükler bizi ele verir. O yüzden kimi insan konuşmamayı, yazmamayı, her şeyi içine hapsetmeyi tercih…

Devamını Oku
YAŞAM 

TÜRK AYŞE NASIL RUS MARIA OLDU?

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ülkemizde daha çok 93 Harbi olarak bilinir. Bunun nedeni ise Rumi takvime göre 1293 yılına denk gelmesidir. Bu savaş üzerine çok sayıda anlatı mevcuttur ve bu savaş iki toplumda da derin izler bırakmıştır. Çarlık Rusya, İstanbul’u alarak tarih boyunca en büyük arzusu sıcak denizlere inme düşüncesini gerçekleştirmek istemektedir. Ayrıca Ruslar 1853 yılındaki Kırım bozgunu da henüz unutmuş değildir. Rusya 24 Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiğinde Yunanistan, Romanya, Sırbistan ve Karadağ prenslikleri de Osmanlı’ya isyan ederek Rusya’nın yanında yer almıştır. Yalnız kalan Osmanlı hem Tuna hem…

Devamını Oku
YAŞAM 

RADYO

1990’lı yıllar. Lisedeyiz. Arkadaşımız çok. Fakat akşam oldu mu evdeyiz, ev ahalisiyle sohbetimiz pek az, ekseriyetimiz yaşlı ve yalnız insanlar gibiyiz. Ayda yılda bir arkadaşa konuk olmazsak, bir arkadaş bize konuk olmazsa en büyük arkadaşımız akşamları radyo. O zamanlar buğulu sesleri olan, radyonun mikrofonlarına tiyatro sahnesinde konuşur gibi konuşan, felsefe ve şiir seven radyo sunucuları revaçta. Neredeyse her radyoda akşamları bir nöbetçi şair, bir bunalım abi bulunuyor.  Gece 9’dan sonra radyo onlara ait… Biz gece 9’dan sonra onlara muhtaç… Çünkü arkadaşa ihtiyacımız var; lisedeyiz, dertliyiz, öfkeliyiz, çoğumuz “35 yaşını görmem…

Devamını Oku
YAŞAM 

DÖKÜLÜR DALIMIZDAN VE DİLİMİZDEN GÜZ GAZELLERİ

Yıllar yıllar önce okuduğumuz yazılar öyle anlarda hatırlatır ki kendini, içimizin en çok acıdığı anlarımızda merhem olur yaralarımıza; duyduğumuz acıyı ifade eder, içinden, altını çizdiğimiz birkaç satır cümle dile getirir hislerimizi… Sürekli geçmişe dönmek isteriz, sürekli geçmişte bizi bugün için iyileştirecek sözcükler ararız… Yeri gelir kendi yazılarımızdan, yeri gelir başka yazılardan alıntılar yaparız… Geçmiş günlerden şimdiki günleri duyumsarız… * * * “Yüzlerimiz, sözlerimiz, benliklerimiz yaralardan mı bina edilir aslında?” diye sorar yazar – nereden baksan yirmi yıllık bir geçmişi var. “Acaba şekilsiz mi olurdu ağzımız, seslerimiz, ellerimiz; yaralarımız hiç olmasa?”…

Devamını Oku
YAŞAM 

SARI AYVA, KIRMIZI NAR; AH NE GÜZEL SONBAHAR

Ayva zamanı, nar zamanı şimdi; tabiatın sarılı kırmızılı renk cümbüşü zamanı… Bizi çocukluğumuza götüren “Kestane, gürgen, palamut/ altı yaprak, üstü bulut” dizelerindeki umut ve özlem, tutunduğumuz sonbaharın sağlam kalabilmiş birkaç dalı gibi sanki… Şairin “Sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler/ yalan her şey gibi/ aşklarınız da” dediği bir çağda, bir yalnızlık çağında içimizi ısıtan en güzel sonbahar sözcüklerindeyiz. Yaprak yaprak, bulut bulut sonbahar; ayvasıyla narıyla güzel sonbahar… * * * Umut gibi, aşk gibi, içi sevda dolu bir yolculuk gibi tüm renkleriyle bizi içine hapseden sonbaharı çok seviyoruz. Sevmeyi unuttuğumuzu söyleyen şairin dizeleri…

Devamını Oku