YAŞAM 

ÇEMBERDE CAN

Bir adı, bir kimliği vardı, sadece düşüncelerin çarpışması olmaktan fazlasıydı. İnsanların ona seslendikleri bir ad. Çok sıradan, üzerine pek kafa yorulmamış bir addı.

Şu aralar kimim diye çok düşünüyordu ama bir zamanlar vardı, oradaydı. Kimliğinin kaybı söz konusuydu, yeni bir kalıptaydı; kendisi olduğunu sandığı şu haline adıyla seslense ayıp olur gibiydi. O yüzden Can olmaya karar vermişti.

Can kimdi, ne yapardı, hayatın neresindeydi? Dolayladıklarıyla doğrudanlarını çarpıştırıp dilinin ucuna gelip gelip kaçanları yakalamaya çalışırdı. Yeterince cesur mu değildi, yoksa zaten hiç yapmayacağı şeyleri arada bir aklından geçirip düzelteceğine dair kendini mi teselli ederdi?

Kendiyle sohbet etmek, korkup saklanmış olan onu bulmak istiyordu. Rutininde sıkışıp kalmıştı, önceleri alışamamış gibiydi. Ait hissetmiyorum derdi. Şimdi ise arada bir aklından o meseleyi çözmekle alakalı birkaç telaşsız cümle geçer, geleceğine su serperdi. Sıkışmıştı. İşin garibi artık bu sıkışıklıktan rahatsız da değildi, keşke, keşke biraz rahatsız olsaydı. Değiştirmeye cesaret edemedikleri, yarınından çalıyordu. Sessizliğe gömülüyor, içine kapanıyordu. Keşke konuşabilseydi, keşke biraz cesareti olsaydı. Sanırım böyle gidecekti, gün geçtikçe azalan cesareti ve konfor sandığı kandırmacaların etkisinde zihninin arka odalarına gömülecekti. Mutsuz muydu ki? Niye hareket edeyim diye düşündü, şimdi neden kendini yorsaydı; anlatsaydı da anlaşılmasaydı ya da neden şimdi kabul görmeye çalışsaydı? Hayır, hazır değildi. Muhtemelen bir ömür keşkeleri olacaktı, yapmak istediklerine giden yolda yarım kalanlara ya da başarısızlıklarına karşı yalnızca bahaneler bulacaktı ama asla kendine bakmayacaktı.

Modern insan yakınmaları diye düşündü, var olma çabası, yani ne olmuştu ki sadece o mu ruh sancıları çekiyordu, herkesin başına geliyordu. Artık sesinde saldıran bir tını yoktu, aksine telkin eden, sakin bir ton vardı. Evet, öyle tabii! Herkes bu durumda, herkes aynı süreçte, ben de özel değilim, katlanmalıyım diye telaşını perdeledi. Konuştukça daha da uzaklaşıyordu benliğinden, özünden. Daha fazla keşke dememek, cesaret edemediğini kabul etmemek için her türlü dolambaca sarılıyordu. Değişmişti. Sadece düşünceleri değil, görünüşü de değişmişti. Önceden heyecanlı olan, hareketli mimikleri görünmez olmuştu. Kıpır kıpır olan, sürekli hareket eden elleri artık sadece masada geri sayım yapıyordu. Anlatmayı, anlaşmayı bekleyen koca gözleri küçülmüş; ilgisizleşmişti, hatta biraz da mor halkalar eklenmişti göz altlarına. Bir de sürekli ısırdığı dudakları, artık dudaklarından yara eksik olmuyordu; stres anlarının, ağlamamak için sarf ettiği çabaların hediyesiydi bu minik kan damlaları.

Bir zamanlar en azından kendine dürüsttü, hâlâ bir yerlerde direnmeye devam ederdi. Şimdi ise öylece savrulmaya, Can olmaya razı olmuştu.

Çoğu zaman kendisine karşı sertti, bazen de bir yalancı; yeterince güçlü olmadığı bir andaysa yalan söylemeyi severdi, sakinleştirirdi kendini. Ama yeterince gücü olduğuna inanıyorsa acımazdı, nefreti gelirdi; tüm hayal kırıklıklarını öylece önüne sererdi. En çok o acıtıyordu canını, kimse değil, kendine hâlâ inanmak isteyen kendiydi. En çok o kırılıyordu, küsüyordu, anlamıyordu. Yakında bu muhakemeleri bile yaptıramayacak bir sessizlik olacaktı. Tüm seslerin ve direnişlerin bittiği bir noktada duracaktı, öyle sabit kalacak ve yaş alacaktı. Geçen zamanı anacak, hatta biraz da gururla bahsedecekti bu anlardan. Nasıl da göğüs gerdik o günlere diyecekti bilmeyenlere, kendisinin bile unuttuğu gerçekliğine gülümseyecekti.

Bir kandırmacanın etrafında gün deviriyordu. Şimdi peşinden gitmeye cesaret edemediği umut; tüm yaşlarına gölge olacaktı, aslında karanlıktan da korkardı ama yine de tüm gölgeleri o eklemişti yanı başına.

Artık çemberin neresinde olduğunu da bilmiyordu, zaten Can’ın korkusu da çemberde hapsolmaktı.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar