YAŞAM 

ATATÜRK’ÜN FUKARA KEBAPÇISI

90’lı yılların sonları ve 2000’lerin ilk yıllarında… Hatta 2000’lerin ilk on yılı içinde, her yaz düzenlediğimiz ‘Yaz Bekârları Gecesi’ vardı.

Adana’nın muhabbet erbabı, nüktedan 50-60 ismi yılda bir kere toplanır, gece geç saatlere kadar esprilerle, anekdotlarla, fıkralarla ve tabii bol bol müzikle dolu harika zamanlar geçirirdik.

Yaz Bekârları Gecesi’ genellikle ses sanatçısı Mustafa Şimşek’in işlettiği Borsa Restoran’da yapılırdı.

Şimdi hepsini sonsuzluğa uğurladığımız Aytaç Pekkocak, Nihat Özbek (Restoran Nihat), Yalçın Öcal, Ayhan Sagay (Kelebek Ayhan) muhteşem esprileri ile salondakileri kırar geçirirdi.

Neyse… ‘Yaz Bekârları Gecesi’ni başka bir yazıda daha ayrıntılı anlatayım.

Bu yazıda, bir ‘Yaz Bekârları Gecesi’nde öğretmen, milli yüzücü ve gazeteci olan Aytaç Pekkoçak’tan dinlediğim bir hikâyeyi anlatacağım.

Geçenlerde Atatürk Parkı’nın oradan geçerken hatırladım, “Bunu yazayım,” dedim, “hem Aytaç Ağabey’i anmış olurum hem de bu güzel hikâye sadece bizlerin anısında kalmaz, birçok insana ulaşır.

* * *

Hikâye şöyle, efendim:

Adam, Adana’nın güney mahallelerinden birinde yaşıyor ailesiyle. Her sabah bisikletine atlıyor, Adana’da çalıştığı kebapçıya geliyor; gece geç saatlerde de yine bisikletiyle evine geri dönüyor.

Aylar, yıllar boyu devam ediyor bu durum.

Adam bir sabah evden çıkarken karısı tutuyor kolundan, “Herif,” diyor, “beni de şehre götürsene. Çok merak ediyorum Adana’yı.

Kadının haline acıyor adam, “Avradın evden dışarı çıktığı yok. Çocuklar, yemek, bulaşık, çamaşır… Haklı valla!” diye düşünüp, “Tamam, lan,” diyor, “gel, beraber gidek bugün. Akşama da beraber dönerik.

Karısını bisikletinin arkasına oturtup yola çıkıyorlar. Adam bir yandan yavaş yavaş pedal çeviriyor, bir yandan da karısıyla sohbet ediyor.

Kebap yedirim mi sana?

Sen bilin, herif.

Nereye götüreyim seni?

Sen bilin, herif.

Seni Atatürk Parkı’na götürim mi?

Sen bilin, herif.

Adam, karısıyla böyle sohbet ederek bisikletini sürüyor ve şehrin içine kadar geliyor. Saydam Caddesi, Küçük Saat, Çakmak Caddesi, Dörtyol, Atatürk Caddesi derken Atatürk Parkı’na geliyorlar.

Kan ter içinde, bir ağaç gölgesine oturup nefeslenirken, kadın, Atatürk heykelini görüyor, “Abo!” diyor, “Bu ne, herif?

Adam şöyle bir geriye yaslanıyor, her şeyi bilen bir hava ile, “O, ulu önder Atatürk’tür,” diyor, “Gazi Mustafa Kemal. Bu vatanı düşmandan kurtardı. Cumhuriyet’i kurdu.

Kadın, “Vayyy,” diyor, “sen de her şeyi biliyon, ha!

Sonra heyecanla oturduğu yerden kalkıyor, heykellerin oraya gidiyor koşa koşa… Adam da peşinden tabii…

Kadın öteki heykelleri gösteriyor:

Peki, bu kadın kimdir?

O, Kara Fatma. Kocası şehit olunca silahını alıp o savaşmıştı Adana’nın kurtuluşu için.

Kadın ellerini açıyor, bir Fatiha okuyor ve “Allah rahmet eylesin kocasına. Kadına da Allah sabır versin. Üzüldüm. Yazık” diyor ve öteki heykelin oraya koşuyor.

Peki, bu?

Adanalılar Fransızları yenip kovduktan sonra, Adanalı bir kadın sevinç içinde bayrağı öpüyor ve kahraman askerimize teşekkür ediyor.

Vayy,” diyor kadın, kocasına hayran hayran bakıp, “hepsini biliyon, valla!

Sonra anıtın arka tarafına koşuyor heyecanla, elinde altı ok tutan yarı çıplak genç erkek heykelini gösteriyor, “Abbooov,” diyor, “kim bu adam, herif? Niye üstünde başında bir şey yok; evlerden ırak, niye böyle çıplak?

O güne kadar anıtın arka tarafına hiç geçmemiş, o heykeli de hiç fark etmemiş adam! O heykel hakkında da hiçbir şey bilmiyor haliyle. Ama karısının gözündeki “her şeyi bilen koca” imajını da kaybetmek istemiyor… “Ne desem, ne desem,” diye düşünüyor… Sigarasından bir nefes çekip bir daha düşünüyor… Heykele bakıyor… Heykelin çıplaklığına bakıyor, elindeki oklara bakıyor, “Lan,” diyor kendi kendine, “herifin elindekiler de kebap şişi gibiymiş, ha!

Sonra sigarasından bir nefes daha çekiyor ve karısının sorusuna cevap veriyor:

Üstünde başında bir şey olmayan bu gariban adam,” diyor, “işte, bu gariban adam, Atatürk’ün fukara kebapçısıdır.

* * *

Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Ya da Adana’daki çok şanslı 50-60 kişiden biriyim. Sevgili Aytaç Pekkoçak Ağabey’i tanıdım, onunla gece geç saatlere kadar birlikte rakı içip sohbet etme mutluluğunu yaşadım; anlattığı muhteşem anılara, fıkralara, yaptığı esprilere karnıma ağrılar girecek kadar katıla katıla güldüm…

Ne mutlu bana.

Aytaç Ağabey’i çok özlüyorum.

Huzur içinde uyusun.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar