YAŞAM 

MADDESEL DÜNYANIN BİÇİMSİZ FORMLARI

Sessizlik binlerce formda yansıyor ışıktan. Yıldız sönüyor, bense doğuyorum belirsizlik karanlığının içinden dehşet dolu bir çığlıkla çarpık dünyaya. Ölümsüz tanrılarım ölümden bahsediyor bana. Saçmanın varoluşuyla dünyaya dönüyorum ışıksız geceden, gülesim geliyor. Gerçeği sindirmek istiyorum, diyorum, gücüm yetmiyor.

Doğduğum vakti kestiremiyorum. Büyümeyi ve devinimi hatırlamıyorum. Suratlardan hiçlik akıyor ve şehir kendini parçalıyor. Taşlar yerine oturmuş ve oyun başlamak üzere. Oyun, oyun, oyun… Zor oyun, ve boş olun, artık ayrılmak istiyorum sahneden! Boşluğun son evresinde yaratım varoluşu hakkında kitaplar yazılıyor. İşte, saygıdeğer sahnenizdeyim ve buruşuk ve kan dolu vücudum, bilincimse kıvrak akış.

Hayatta kalma kılavuzları yetmiyor, yaşamak için büyük ve binlerce ciltten oluşan ansiklopediler lazım geliyor. Anlamın kaburgası kırık ve boynu bükük, bilmediğimi bilmek istiyorum. Açılan perde, kapanan perde, oyun arası rüyanın sarhoşluğu var üstümde. Ve hâlâ arlanmazım, esrik düşünceye diz çöküyorum. Duvarda bir çatlağım, tavanda rutubet. Göze çarpıyorum ve varoluşum bütün çirkinliği anlatıyor. Benden beni çıkarınca kaç ediyor?

Ve kimse cevap vermiyor. Oysaki din ve devlet adamları her sorunun cevabı gibi gülümsemişti bana. Norm diye bir şey öğretmişlerdi, hem de hiç ders vermeden öğretmenlerim. Bazı görünmez kurallar vardı, kimse görmüyor ve herkes biliyordu. Sigara içmenin cezası belliydi, peki, ya nerede ne zaman gözyaşı döküleceğini bana kim öğretti? Onların da bir bok bildiği yok aslında. Büyüyünce öğrendim. Büyüdüm mü? Ne zaman?

Yüzüme bakmaya korkuyorum artık, yüzüm ki acizliğin biçimsel örüntüsü. İçime dönmeye korkuyorum, içim hiçlik. Bak, insan olduğumdan beri tiksincim ben, aşağılık bir yaratık. Beni görenler önce yüzlerini buruşturuyor, ardından zihinsel sorgu mesaisi başlıyor, devamında ise yargı silsilesi ve nihayetinde jürinin de oylarıyla mahkeme kararı veriliyor. Karar: Elleri ceplerinde suratıma tükürmekte toplum.

Çelimsiz buhranlarımın son dalgalarında uyuşuyor bütün eklemlerim. Çarpık kentlerde çarpık adımlar atıyorum. Bünyemde esrarlı uyumsuzluk taşıyorum. Ama kabanım, koruyucu kalkanım hiçliğimi saklıyor. Böylece uyum sağlamayı öğreniyorum. Büyüyorum. Anlatma istencimi köreltiyor suskunluk ihtiyacım. Sessiz sedasız yaşamayı öğrensem, diyorum… Ya da hiç kimseye değmeden ve hiçbir düşüncede yer edinmeden sessiz sedasız ölmeyi öğrensem?

Yine de hâlâ insanlığın yalansı tortularından maskeleri namına ben de oyuna devam ediyorum. “Oyun her zaman yalan mı?” diyor tanıdıklarım. Gerçekçi sahnelerde sürreel rollere bürünüyorum. Ve hepsi benimle alay ediyor, elleri ceplerinde suratıma tükürüyor! Söylediklerine göre “hayaller âlemi” isimli bir gerçeklikte kendimce yaşamaya çalışıyormuşum. Ama ne yapayım? Sizin gerçekliğiniz midemi bulandırıyor. Bense gerçeği sindirmek istiyorum, yazık ki gücüm yetmiyor. Herkesin gerçeğinden kaçmak ve kendime yeni oyunlar yazmak istiyorum.

Ama normları yıktıkça yalnızlaşıyor insan. Bu yalnızlıksa ölümümü bana yakınlaştırıyor. Oyuna devam ediyorum… Çoğu zaman şakacıktan gülüyorum ve büyüdükçe insanlara benziyorum. Ben de sahtekâr oluyorum, önce sizi kandırıyorum gibi kendime kılıflar biçiyor, ardından aynaya bakıyorum ve görüntümü kaybediyorum. En sonunda kendime yalancı olup çıkıyorum aynadan, gerçeği bulmak isterken benliğimi yitiriyorum.

Büyüyorum işte, büyüdükçe insanlara daha da çok benziyorum. Ah o benliği kayıp kimliksiz insanlar! Kargaşalarım, vazgeçişlerim oluyor; yılgınlığımsa en büyük kabullenişim. Belki de, diyorum, kabul etmeli ve boyun eğmeli. Belki de zihin özgürlüğü diye bir şey olmamalı ve belki de toplum dayatması hayalleri gerçek bilmeli! Belki de fabrikalarda bizi de paketlemeli, belki de hepimiz aynı tabuta girmeli! Belki de…

Daha fazla yazmamalıyım, hatta belki de bu satırlara hiç başlamamalıydım. İşte, sonunda ben de herkes gibi hayatı öğrenemeden hayatın kurallarını öğrendim. Şimdiyse ilkel hazlarımı mutluluk sayarak bütün ömrümü oyuna adayıp ölümü beklemekten başka ne yapabilirim ki? Cevabı öğretmenlerim biliyor(muş). Bense her soruya kahkaha atıyorum. Hiçliğin belirsizliğine kadeh kaldırırken yaşamadan nefes almaya başkaldırıyorum.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar