KÜLTÜR-SANAT 

SİYAH VE BEYAZIN ÖTESİNDE / ‘AMERICAN FICTION’

96. Oscar Ödülleri’nde En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü’ne Cord Jefferson’nın yönetmeliğini üstlendiği ‘American Fiction’ (Amerikan Romanı) layık görüldü. En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü alan film Percival Everett’in 2001 yılında yayımlanan ‘Erasure’ adlı aynı romanından beyaz perdeye uyarlanmıştır. Percival Everett’in romanının Türkçe çevirisine rastlamadım ama roman hakkında araştırma yaparken yönetmen Cord Jefferson’nın filme uyarlaması sırasında birkaç değişiklik yaptığının farkına vardım.

Filmin yönetmeni olan Cord Jefferson’nın uzun metrajlı ilk yönetmenlik denemesi olduğunu da hatırlatalım. Filmin oyuncu kadrosunda ise Primetime Emmy, Tony, Altın Küre de dâhil olmak üzere çok sayıda ödüle sahip Jeffry Wrihgt, Tracee Ellis Ross, Issa Roe, Erika Alexander, John Augustin, John Ortiz, Leslie Uggams, Adam Brody, Sterling. K. Brown yer almaktadır.

Filme gelecek olursam; Thelonious Ellison (Jeffrey Wright) “Monk”, dilimize “Keşiş” olarak çevirebileceğimiz bu hitabı filmde sıklıkla duyacaksınız, Ellison profesördür ve aynı zamanda roman yazarıdır. Yazdığı kitabı bastırmakta sorunlar ile karşılaşan Ellison’nın kitabı yeterince siyahi (filmde de böyle geçmektedir) olmadığı için basılmamaktadır. Film Thelonious Ellison’nın üniversitede ders anlattığı esnada tahtaya Flannery O. Connor’dan bir alıntı yazması ile başlar. Bu alıntının ardından bir öğrencinin tepkisi ile ders bitiminde Ellison’nın izne ayrılması istenir. İzne ayrılan Ellison, Boston’da bir edebiyat festivaline konuşmacı olarak katılır. Söyleşi yaptığı salondaki katılım sayısının oldukça az olduğunu fark eder ve sebebini sorduğunda diğer salonda Sintara Golden (Issa Roe) olduğu yanıtını alır. Thelonious Ellison kendisi gibi bir Afro-Amerikan olan Sintara Golden’ı tanımamaktadır ve diğer salona geçerek Sintara’yı dinler. Ellison’nın salona geldiği sırada Sintara kitabından bir pasaj okumaya başlar, okuduğu şeyler popüler kültürün Afro-Amerikalı yazarlardan talep ettiği unsurlardan oluşmaktadır ve okuması bitince Ellison dinleyicilerin yazarı ayakta alkışladığını görür. Konferanstan ayrıldıktan sonra filmin aslında iki katmanda ilerlediğini söylemek mümkün… İlk katmana odaklanacak olursak; konferanstan ayrılan Ellison, yazar Sintara Golden’nı ve kitaplarını araştırmaya başlar. Yaptığı araştırmalardan sonra Sintara’nın Afro-Amerikalıların hayatlarını basmakalıp mağduriyetler, alışılagelmiş diyaloglar ve Afro-Amerikan stereotipi ile sınırlandırdığını fark eder. Thelonious Ellison’nın kitap yayın dünyasının Afro-Amerikalıların hayatlarını sınırlı bakış açısıyla gündeme getirmesinden, insanların sadece ırklarıyla anılmalarından rahatsızlık duyduğu da izleyiciye hemen geçer. Bu dakikalarda filmin Thelonious Ellison’nın kız kardeşi Lisa (Tracee Elis Ross) ile tanışır izleyici. Lisa hekimdir ve filmin başlarında kalp krizi geçirerek yaşamını yitirir. Kız kardeşi vefat ettikten sonra ise annesi Agnes’a (Leslie Uggams) Alzheimer teşhisi konur ve annesinin bakımı ile ilgili süreçler için görüşmediği eş cinsel kardeş Cliff (Sterling. K. Brown) ile iletişime geçer. Cliff ise henüz boşanmış ve eşine ciddi bir miktarda tazminat ödemek zorunda kalmış bir plastik cerrahtır. Ellison’un üstündeki maddi ve manevi sorumluluk giderek artmaktadır. Bu sırada sevgilisinden ayrılma sürecinde olan Coraline (Erika Alexander) ile görüşmeye başlar. Ellison’nın kendi yazdığı kitapları bir türlü yayımlatamadığından yukarıda bahsetmiştim. Sintara’nın da yazdığı kitapları gördükten sonra bu durumun da verdiği bir kızgınlıkla Sintara’nın kitaplarına parodi olarak Stagg. R. Leigh takma adını kullanarak ‘My Pafology’ (Kitabın adı daha sonra değişir) isimli Afro-Amerikan stereotipilerinin yoğun olduğu bir roman yazar ve taslağı yayıncısına gönderir. Taslağını gönderdiği yayıncısından başka hiç kimse Ellison’nın takma ad kullandığını bilmez. Durum sadece takma ad kullanmakla da kalmayıp yayıncısı pazarlama stratejisi için asparagas bilgiler de ekler. Örneğin ‘My Pafology’ kitabının yazarının firari bir mahkûm olduğu gibi… Kitap kısa süre içinde popüler olur ve kitaba olan ilgiler çığ gibi büyümeye başlar. Öyle ki bir firma yayın hakları için esere 750.000$ teklif eder. Bunun üzerine öfkelenen Monk, eserin adını ‘Fuck’ olarak değiştirmek istediğini yayıncıya iletir ve beklemediği bir tepki ile karşılaşır, önerisi kabul edilmiştir ve çok sansasyonel, ilgi çekici ve cesur bulunmuştur. “Ne kadar aptal davranırsam o kadar zengin oluyorum.” (Ellison). ‘Fuck’ isimli kitabın absürt başarısı bununla sınırlı kalmaz, yönetmen Wiley (Adam Brody) kitabın filmini yapmak ister. Ardından New England Kitap Derneği Yöneticisi Carl Brand tarafından aranır. Bahsi geçen bu kurum her yıl edebiyat ödülü vermektedir. Bu sene ödül töreninde jüri üyesi olması için Thelonious Ellison’a teklifte bulunur. Beş jüri olacaktır ve biri Sintara Golden’dır. Başlangıçta fikre hiç sıcak bakmayan Ellison yazarları dilediği gibi eleştirebileceğini duyunca jüri üyeliğini kabul eder. Durumun trajikomik yanı ise Ellison’nın takma isimle kaleme aldığı romanın değerlendirmeye alınacak kitaplardan biri olmasıdır. Ellison ve hatta jüri üyelerinden biri olan Sintara’nın karşı çıkmalarına rağmen ‘Fuck’ isimli roman diğer jüri üyelerinin oylarıyla edebiyat ödülü almaya hak kazanır. Filmde bu durumla alakalı olan diyaloglar dikkat çekicidir…

Thelonious Ellison: Tamam. Söyleyeceğim şeye alınma lütfen. Senin romanın ‘Fuck’tan çok mu farklı?

Sintara Golden: Mesele bu muydu? Sence kitabım berbat mı?

Thelonious Ellison: Dürüst olmam gerekirse kitabını okumadım. Bazı kısımlarını okudum ve pek farklı gelmedi.

Sintara Golden: Ben kitabım için çok fazla araştırma yaptım. Bazı yerleri gerçek röportajdan alınma. Sanırım akademi fanusunun içinde çok kaldığından bazı hayatların zor olduğunu unutmuş olabilirsin.

Thelonious Ellison: Senin hayatın zor muydu? Seçkin, bohem bir üniversiteye gitmişsin. New York’ta elit bir yayınevinde çalışmışsın.

Sintara Golden: Yani? Kendi hayatımı konu almak zorunda değilim. İlgi çeken şeyler yazarım.

Thelonious Ellison: Siyahi travmasına hallenen beyaz yayıncılar için yazıyorsun.

Sintara Golden: Kitapları onlar alıyor da ondan. Zevklerine hitap etmek kötü mü?

Thelonious Ellison: Milletin zevklerini kâr için kullanmayı seviyorsan değil.

Sintara Golden: Piyasaya isteneni vermeyi seviyorum.

Thelonious Ellison: Torbacılar da aynı şeyi der.

Sintara Golden: Bence uyuşturucu yasal olmalı.

Thelonious Ellison: Bundan bıkmadın mı? Yoksulluk içindeki siyah insanlar, tecavüz eden siyah insanlar, köle olan siyah insanlar, polis tarafından öldürülen siyah insanlar, zor koşullar altında olan ve ölmeden önce hâlâ onurlarını korumayı başaran siyah insanlar hakkında yükselen anlatılar. Gerçek değil ama biz bundan daha fazlasıyız. Sanki sizin gibi pek çok yazar bizi boynumuzda beyaz çizmeler olmadan hayal edemiyor.

Sintara Golden: Bret Easton Ellis’e ya da Charles Bukowski’ye ezilenler hakkında yazdıkları için kızıyor musunuz? Yoksa öfkeniz yalnızca siyah kadınlara mı yönelik?

Thelonious Ellison: Hiç kimse Bukowski’yi kendisininkinin beyazların kesin deneyimi olduğunu düşünerek okumuyor, ama insanlar, beyaz insanlar kitabınızı okuyor ve bizi onunla sınırlandırıyor. Hepimizin böyle olduğunu düşünüyorlar.

Bu diyaloglar aslında Afro-Amerikalıların karşılaştıkları baskının bir eleştirisi. Ticari başarı için yapılan yayınlara ve Afro-Amerikalıların hayatlarına olan o basmakalıp bakışa sert eleştiridir. Afro-Amerikalıların sadece uyuşturucu taciri, köle, polis tarafından öldürülmekten ibaret olmadıklarına, her şeyden önce bir İNSAN olduklarına dair sert bir eleştiri getirmesinin yanı sıra basmakalıp olan Afro-Amerikan stereotipinin de artık değişmesi gerektiğinin, travmaların artık düşüncesiz bir şekilde dile getirilmemesinin bir vurgusu.

Bu diyalogların ardından izleyici kendisini ödül töreninde bulur. Törende bulunan herkesin edebiyat ödülünü kazanan ‘Fuck’ isimli romanın firari yazarını sahneye beklediği sırada Ellison sahneye çıkar ve film klasik bir fade-out (ekran karartma) ile sona erer. Bu sahneden sonra gerçek ile kurmaca arasındaki ilişkinin iç içe geçtiği, yani aslında filmde üst kurmaca tekniğinin kullanıldığı anlaşılır, zira izleyici, Ellison ile Wiley’nin çekileceği filmin final sahnesi hakkında fikir alışverişinde bulunduğunu görür. Ancak Wiley Ellison’un final için önerdiği fade-out’u yetersiz bulur. Bunun üzerine bir diğer önerisi daha önce ‘Fuck’ kitabından dolayı tartıştıkları sevgilisi Coraline ile konuşmak üzere elinde ödülle kapısına gitmesi olur. Bu fikrin de fazla romantik bulunması üzerine Ellison ödül töreninde her şeyi itiraf edeceği sırada FBI’ın firari mahkûm zannettiği için ödüllü yazarı öldürerek bitsin önerisini ortaya atar. Yönetmen Wiley bu fikri duyar duymaz çok hoşuna gider ve Ellison’nın kardeşi Cliff ile birlikte stüdyoyu terk ettiğini görürüz ve film burada sona erer.

İzlerken beni yer yer güldürse de aslında ‘Amerikan Romanı’ güçlü bir kara mizah filmi olmuş diyebilirim. Kalıpları kırmaya çalışan dramın, komedinin ve mizahın bir arada olduğu senaryo ve kullanılan teknikler ile de anlatmak istediğini izleyiciye aktaran bir filmdi. Film, popüler kültürün bizlere sunduğu, hele ki yaşadığımız şu çağda kimsenin hiçbir şeye zamanın olmadığı hızlı tüketen bir toplumda, bir çırpıda tüketilip daha sonra kenarda duran birçok şeyin olduğunu ve aslında fark etmeden de olsa popüler kültüre nasıl yenik düştüğümüzü bir kez daha hatırlatıyor. Zira yönetmen Wiley’in FBI’ın öldüreceği Afro-Amerikalı sonunu seçmesi de hiç tesadüf değil. Çünkü polisin öldürdüğü Afro-Amerikalılar artık onlara göre klişe olmuştur ve halk bunu görmek istemektedir. Oysa bunun aksine bunlar Afro-Amerikalıların hayatlarındaki travmalardır ve artık böyle anılmak istemezler, bu durumlardan çok daha fazlasıdırlar. Fakat popüler kültür, medya Afro-Amerikan stereotipini her defasında öne sürmeyi bırakmayacağından, klişeleştiğinden, mağduriyetlerin ilgi çektiğinden dolayı Wiley tam da böyle bir son olmasını ister ve kazanan yine popüler kültür olur. Dinimiz, dilimiz, ten rengimiz, ırkımız gibi değerlerle ayrıştırılmayacağımız bir dünya ümidiyle…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar