KÜLTÜR-SANAT 

AŞK, YAŞAM VE VAMPİRLER ÜZERİNE / ‘ONLY LOVERS LEFT ALIVE’

Her ayın son cumasında sanat filmlerinin izlendiği ve tartışıldığı Sinematek Adana, ekim ayında ‘Only Lovers Left Alive’ (Sadece Âşıklar Hayatta Kalır) ile sezonu açtı. Amerikan bağımsız yönetmen Jim Jarmusch’un yönettiği, başrollerini Tilda Swinton ve Tom Hiddleston’un paylaştığı filmden çıktığımda aklımda bir ton düşünce ve soru vardı. Ben de Son Baskı okurları için filmle ilgili izlenimlerimi yazıya dökeyim dedim. Buyurunuz yazıya…

FİLM NE ANLATIYOR?

Only Lovers Left Alive’, yüzlerce yıldır yaşayan ama birbirlerine olan aşkları hiç bitmeyen iki vampiri, Adam ve Eve’yi merkezine alıyor. Adam’ın depresyona girdiğini fark etmesiyle Eve, Fas’ın Tanca şehrindeki evini bırakıp Amerika’nın Detroit şehrine, sevdiği adamın yanına taşınır. Sürekli değişen dünyada depresyonla mücadele eden ikilinin en büyük dayanağı aşklarıdır.

Filmin tamamı geceleri, loş ışıklı mekânlarda çekilmesine rağmen ışık kullanımı çok çarpıcı. Sanat yönetiminin ne kadar güçlü olduğunu özellikle Adam’ın evinin küçük detaylarında görüyorsunuz. Detroit’in grisi ne kadar kasvetliyse Tanca’nın canlı sarı ve yeşil tonları o kadar göz alıcı. Tom Hiddleston uzun siyah saçları ve cool yakışıklılığıyla, Tilda Swinton ise bu dünyadan değilmiş gibi görünen zarifliği ve duru güzelliğiyle çok başarılı.

[Uyarı: Yazının bundan sonraki kısmı yoğun miktarda spoiler (sürprizbozan) içeriyor. Eğer filmi izlemediyseniz ve spoiler yemekten hoşlanmıyorsanız, aşağıdaki paragrafları filmi izledikten sonra okuyun.]

TANCA’DAN DETROİT’E

Adam ve Eve aslında birbirinden oldukça farklı iki insan. Pardon, vampir. Film de zaten zıtlıkların birbirini tamamlamasından dem vuruyor. Öncelikle kahramanlarımızın yaşadıkları şehirler bile karakterlerinin zıtlığı hakkında çok şey söylüyor. Tanca, bir dönem 68 kuşağının ve hippilerin uğrak yeri olan, kendine has dokusu ve renkleriyle canlı bir şehir; Detroit ise bir zamanlar Amerikan otomotiv sektörünün lideri olan, şimdilerde hayalet şehre döndüğünü gördüğümüz bir kent. Arabayla şehri turladıkları bir sahnede Detroit’in başına gelenler Adam tarafından anlatılıyor zaten. Birbirinden bu kadar uzak ve bu kadar zıt iki şehrin seçimi tabii ki tesadüf değil.

– Eve rolünde Tilda Swinton ve Adam rolünde Tom Hiddleston –

ADAM VE EVE

Adam tek arkadaşı Ian’a ahşap mermi sipariş edecek kadar hayattan bıkmış bir kişilik. (Bilmeyenler için: Bir vampiri öldürmenin tek yolu özel bir ahşaptan yapılan kazığın kalbine saplanmasıdır.) Tıpkı masallardaki gibi eski bir konakta yaşıyor. Evinin perdelerini asla açmıyor. Müzik yapıyor ama kimseye dinletmiyor. Kimseyle görüşmüyor ve her daim siyah giyiyor. Teknolojik hiçbir ürün kullanmayan kahramanımız tamamen analog takılıyor. Bu haliyle –tam bir vampir gibi– alabildiğine gotik bir karakter. Ama Eve böyle değil. Örneğin, ilk sahnelerde gördüğümüz üzere Eve’nin bir iPhone’u var. Ve her daim beyaz giyiyor.

Etrafındaki her şeye ilk kez görmüş gibi hayranlıkla bakan Eve hayata resmen âşık. Adam’ın evinin bahçesinde yetişen mantarları gördüğü sahne bunun bir örneği. Edebiyata olan aşkı ise başka mesele. Detroit’e gitmek üzere hazırlanırken bir valize sadece kitap koyuyor. Eline aldığı kitaplara bakışı, ciltlerini ve sayfalarını okşayışı, bu sırada yaşadığı coşku beni hayran bıraktı.

Para sorunu yaşamadıkları belli olan iki âşığın yaşadığı bohem hayat biz ölümlüler için çok özenilesi. Yalnızca sevdikleri, keyif aldıkları şeyleri yaparak zamana ayak uydurmaya çalışmak… Erkek eski enstrümanlara, teyplere ve kayıt cihazlarına kafayı takmış. Kadın ise çareyi edebiyatta bulmuş. Fakat görüyoruz ki yaşadıkları uzun ömrün her birinde farklı etkileri olmuş. Ölümsüzlük, Adam’ın insanlardan nefret etmesine ve bizi ‘zombi’ olarak görmesine sebep olurken Eve’de farklı bir bilinç ve farkındalık hali yaratmış.

ADAM’IN ‘KAHRAMANLARI’

Yine de Adam’ın bütün bir insanlıktan nefret ettiğini söyleyemeyiz. Çünkü Eve’in de belirttiği gibi Adam’ın ‘kahramanları’ var. Evinin bir duvarı tamamen tarihe iz bırakan sanatçılar, bilim insanları ve filozofların resimleriyle kaplı. Mevlana’dan Edgar Allan Poe’ya, Nikola Tesla’dan Jimi Hendrix’e kadar uzanan garip bir seçki bu. Uzun ömrü boyunca çoğuyla tanışmış, hatta kimilerine yardımcı olmuş. Örneğin, zamanında Schubert’e bir beste vermiş. Fakat hiçbir şey üretmeyen, üreten insanlara da engel olan, yalnızca tüketen zombilere çok kırgın. Bu kırgınlığını da Eve’ye şu cümlelerle ifade ediyor:

Bilim adamları… Peki, onlara ne yaptıklarına bakalım. Pisagor mu? Katledildi. Galileo mu? Hapsedildi. Kopernik mi? Alay konusu oldu. Zavallı yaşlı Newton gizlilik ve simyaya itildi. Tesla mı? Yok edildi ve güzel olasılıkları tamamen göz ardı edildi. Ve hâlâ Darwin hakkında sızlanıyorlar, hâlâ! Bilim adamları için bu kadar… Ve artık suları bir yana, kendi kanlarını da kirletmeyi başardılar.

Buradaki “Kanlarını kirletmeyi başardılar.” ifadesi rastgele seçilmiş bir ifade değil. Çünkü vampirlerin beslenmelerinin ve hayatta kalmalarının tek yolu kan içmek. Kahramanlarımız insan öldürmek istemedikleri için artık kanı yasa dışı yollarla satın alıyorlar. Fakat hastalıklı ve kirli kan insanlara olduğu gibi vampirlere de zarar veriyor.

Sevdiğinin serzenişleri ve bunalımına dair Eve’nin verdiği cevap ise hepimize ders niteliğinde:

Nasıl bu kadar uzun yaşayıp da hâlâ anlamazsın? Kendinle ilgili bu saplantın yüzünden hayatı boşa harcıyorsun. Oysa hayatını olayları yaşayarak, doğayı severek, dostluklarını ve iyiliğini geliştirerek ve dans ederek geçirebilirsin. Aşktan yana şansın oldukça yaver gitti diyebilirim sanırım.

– Adam’ın salonunun bir duvarı kahramanlarının resimleri ve fotoğraflarıyla kaplı –

DOLANIKLIK TEORİSİ

Bu noktada, karakterlerimiz isimlerinin teolojik bir kaygıyla değil; birbirinin zıttı olsa da ayrı kalamayan, birbirini tamamlayan iki maddeyi temsil etmesi için seçildiğini söylemek gerek. Jim Jarmusch –karakteri Adam aracılığıyla– bunu Einstein’ın Dolanıklık Teorisi üzerinden açıklıyor.

Dolanıklık Teorisi, dolaşık iki parçacığı birbirinden ayırıp ikisini de birbirinden ayrı yere koyduğunda, evrenin iki ayrı ucuna da koysan birinde bir değişiklik yaptığında veya bir etkileşime soktuğunda diğeri de aynı şekilde değişir ve etkileşime girer.

Bu teori Eve’nin, sevdiğinin depresyona girdiğini fark edip soluğu Detroit’te almasını anlamlı kılıyor. Zaten en yakın dostu Marlowe da bir sahnede “Doğrusu neden aynı yerde yaşamadığınızı anlamıyorum. Sonuçta birbiriniz olmadan yaşayamıyorsunuz.” diyor.

CHRISTOPHER MARLOWE

Filmde edebiyata, sanata dair pek çok referans var. Bu referanslardan biri başlı başına bir karakter olarak vücut bulmuş: İngiliz şair ve oyun yazarı Christopher Marlowe. Marlowe’u canlandıran ise 2017 yılında kaybettiğimiz efsane oyuncu John Hurt. Hurt’un performansı ve Swinton-Hiddleston ikilisiyle uyumu filmi çok keyifli kılan şeylerden biri. Marlowe’un portresini Tanca’da yaşayan yaşlı bir vampir olarak çizmiş Jarmusch. Fransız bir doktordan düzenli kan alıyor ve Bilal adlı bir yerliye öğretmenlik yapıyor. Shakespeare’in ‘Hamlet’i gibi pek çok ünlü eseri kendisinin yazdığını belirtiyor.

Gerçek Christopher Marlowe 1593’te 29 yaşındayken bir bar kavgasında hayatını kaybetse de ölümü hâlâ tartışmalıdır. Bir teoriye göre Marlowe casustur ve ölümü sahtedir, sonraki yıllarda William Shakespeare adıyla yaşamına devam etmiştir.

– Marlowe rolünde 2017’de kaybettiğimiz usta oyuncu John Hurt –

AVA’NIN EVE GELİŞİ

Gündüzleri uyuyarak, geceleri ise dans, seks, beslenme ve araba gezileriyle geçiren çiftimizin bohem hayatı, Eve’nin haylaz kız kardeşi Ava’nın gelişiyle değişir. Adam, geçmişte yaşanan bir olaydan dolayı kızgın olsa da Eve kardeşine bir şans vermek ister. Ava, Adam’ın tek insan arkadaşı olan Ian’la yakınlaşınca ipler gerilir. Zira Ian etrafının vampirlerle çevrili olduğundan habersizdir. Ava, genç adamı öldürüp kanını içince evden kovulur. Adam ve Eve çareyi Tanca’ya kaçmakta bulur. Çünkü vampir de olsalar adaletten kaçamayacaklardır.

– Eve, Adam, Ava ve Ian bir gece kulübünde –

SADECE ÂŞIKLAR HAYATTA KALIR

Tanca’da çiftimizi kötü bir sürpriz beklemektedir, Marlowe’un kan aldığı Fransız doktor artık yoktur. Yaşlı adam ise mikroplu kan içmekten hastalanır ve ölür. Stokları tamamen tükenen ve aç biilaç Tanca sokaklarında gezen Adam ve Eve tutkuyla öpüşmekte olan genç, sağlıklı bir çift görür.Öldürmeyeceğiz, değil mi? Sadece dönüştüreceğiz?” diye sorar Eve. Çünkü sadece âşıklar hayatta kalır.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar