KÜLTÜR-SANAT 

‘HARRY POTTER’ EVRENİNİN EN BÜYÜK BİLGESİNİ SONSUZLUĞA UĞURLARKEN…

Yaşadığı gibi öldü; daima çoğunluğun iyiliği için çalışarak ve son anına kadar, onu ilk tanıdığım günde olduğu gibi, ejderha çiçeği geçiren küçük bir çocuğa elini uzatmaya istekli kalarak…” – Joanne Kathleen Rowling, ‘Harry Potter ve Ölüm Yadigârları

Hayatı; küçük ama bana güç veren umutları içinde biriktirdiğim bir kumbara olarak görürüm hep. Karanlık, ışığımızı ele geçirmeye çalıştığında, geleceğin içinde sakladığı güzel günlerin gelişine karşı inancımız tükenmeye başladığında, ruhu çürümeye başlamış insanların o katlanılamaz kokuları burnumuza kadar geldiğinde bu umutları kumbaramdan çıkarmaya başlarım ve varoluşumun kurtuluşunun önüne çıkan her zorluğa karşı bu umut kumbarası en güçlü silahım oluverir.

Bu kumbarada genellikle; sevdiğim insanlar ile birlikte biriktirdiğim güzel anılar, okuduğum kitaplarda altını en koyu renklerle çizdiğim alıntılar ve hayatıma dokunan kurgusal karakterler bulunur. Kumbaramın içinde yıllardır saklı duran ‘Harry Potter’ evreninin en büyük bilgesi Albus Percival Wulfric Brian Dumbledore rolüne hayat veren usta aktör Michael Gambon, hayata gözlerini yumdu ve ben kendimi evrenin altıncı filminde seriye veda eden Albus Dumbledore karakterini yeniden kaybetmiş gibi hissettim.

Sanki kalbimin içindeki odalardan birinde yaşayan bir dost; odanın kapısını sonsuza kadar kapatıp gidiyordu. “İçim burkuldu” deyimini en sahici duygularla tecrübe ediyorum artık ve kalbimde boşalan her oda bu tecrübeyi bana tekrar tekrar yaşatıyor.

– Micheal Gambon –

Michael Gambon’u; ‘Hayalet Süvari’, ‘Sylivia’ ve ‘Being Julia’ gibi yapımlardan anımsasak da onu kalplerde ve zihinlerde ölümsüz kılan performansı hiç şüphesiz ‘Harry Potter’ filmlerinde sadece canlandırmadığı; bir hayat, bir ruh, çokça da anlam verdiği Dumbledore karakteri olacak. Şu sıralar Gambon’a veda etmek isteyen birçok Potterhead – Harry Potter evrenine çok büyük bir sevgi duyan kişilere verilen isim ve evet, ben de uzun yıllardır Potterheadlığımı büyük bir sadakatle sürdürüyorum. – Dumbledore posterlerini ve Dumbledore’nin aklımıza bir mühür gibi işleyen alıntılarını ve repliklerini paylaşıyor ve asalarını son kez Dumbledore için havaya kaldırıyorlar. Ben de kaleme aldığım bu yazımla; umut kumbaramın en özel karakterlerinden birini size anlatacak ve onu her daim ölümsüz kılmaya çalışacağım.

Ölüler için üzülme, Harry, yaşayanlar için üzül. En çok da sevgisiz yaşayanlar için üzül.” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Ölüm Yadigârları)

YARI SAFKAN BİR AİLENİN EN BÜYÜK ÇOCUĞU

Yarı safkan bir ailenin ilk çocuğu olan Albus Percival Wulfric Bran Dumbledore, 1881 yılının Temmuz ortalarında doğdu. Babası Percival’ın ailesinde muggle’ler, yani büyü dışı olanlarla evlilikler yaygındı, bu yüzden ailede safkanlıktan çok yarı safkanlık hâkimdi. Albus, annesi Kendra Dumbledore’den mavi gözlerini ve çok uzun kanca şeklinde olan burnunu almıştı. Babası Percival Dumbledore ise oğluna kendisinde bulunan birçok huyu miras bırakmıştı. Albus’un bundan henüz haberi yoktu, büyüyüp kendini keşfetmeye başladıkça babasına karakter olarak ne kadar çok benzediğini öğrenecekti.

Göreceksin ki ancak burada bana sadık kimse kalmadığında bu okuldan gerçekten ayrılmışım demektir.” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Sırlar Odası)

Albus büyüdükçe içinde saklı duran yetenekler de birer birer açığa çıkıyordu. Yaşıtlarına göre çok zekiydi, insanların sakladığı sırları hissedebiliyor, kendisine sorulan sorulara verdiği düşündürücü cevaplarla herkesi kendine hayran bırakıyordu. Kendisinden üç yaş küçük olan kardeşi Aberforth da yetenekliydi ama onun ışığı Albus kadar güçlü şekilde parlamıyordu. Albus’un en düşkün olduğu kardeşi Ariana’ydı. Ariana hassas kalbi ve zarafeti ile Dumbledore ailesinin adeta gözbebeğiydi. Albus, günlerini sahip olduğu yeteneğin sınırlarını keşfederek geçiriyordu, bu yüzden günleri hep güneşliydi ama çok yakında ailesinin üzerine bir karanlık bulut çökecekti ve bu bulutun bıraktığı manzaralar, Albus’un hayatını büyük ölçüde değiştirecekti.

HAYATIN ACIMASIZLIKLARI İLE İLK KARŞILAŞMA

Albus’un çok sevdiği kardeşi Ariana, altı yaşındayken üç muggle tarafından oldukça gaddar ve acımasız niyetle yapılmış bir saldırıya uğrar. Bu saldırı Ariana’nın ruhunda büyük bir hasar bırakır ve bu hasarın etkisiyle bir daha asla büyü yapamaz. Ariana; hem saldırının etkisiyle hem de bir daha büyü yapamayacak oluşunun içinde yarattığı acıyla giderek daha tramvatik hale gelir, sürekli ağlar, hayata karşı öfkesi büyür. Ariana’nın o zarif ve hassas mizacı, saldırgan ve hoyrat bir hale bürünür.

Dumbledore gülümseyerek ‘Türlü türlü cesaret vardır’ dedi. ‘Düşmanlarımıza karşı koymak yürek ister ama dostlarımıza karşı koymak daha büyük bir yürek ister.’” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Felsefe Taşı)

Ariana’nın günler geçtikçe gözlerinin önünde yitip gittiğini gören baba Percival Dumbledore, kızının bu süreçleri yaşamasına sebep olan o üç muggle’yi bulur ve onları öldürürken bir an bile yaptığı şeyin doğru olup olmadığından şüphe duymaz. Percival Dumbledore, işlediği bu cinayetler nedeniyle hemen yakalanır ve cadıların ve büyücülerin hapishanesi olan Azkaban’a götürür. Albus, hayatının en önemli figürlerinden biri olan babasının Azkaban’a kapatılmasından sonra adeta yıkılır. Babasının Azkaban’ın o soğuk ve karanlık hücrelerinden birinde hayata veda ettiğini öğrendiğinde ise içine düştüğü kâbus daha da katlanılamaz hale gelir ama ailenin en büyüğü olarak uçurumun eşiğinde duran ailesini toparlamaktan başka çaresi olmadığını da bilen Albus, acısını ve sırlarını ruhuna gömer, ailesinin diğer üyelerinden de bunu yapmalarını ister. Hemen acılarla dolu evlerini arkalarında bırakıp Godric’s Hallow’da bulunan başka bir eve taşınırlar. Aberforth, yaşadıkları bu telafisi mümkün olmayan acılara çok çabuk sırtını döndüğü için Albus’a bir yanıyla hep kırgınlık duyar.

Albus ise ailesine belli etmese de verdiği kararlarla hep Ariana’nın iyiliğini düşünmektedir. Ariana’nın giderek daha da yıkıcı hale gelen krizleri sebebiyle Sihir Bakanlığı’nın onu kendilerinden almalarından çok korkar ve bunu yaşamaya gücü yoktur. Bu nedenle Ariana’yı bakanlıktan ve yeni taşındıkları yerde oturan herkesten saklamaya çalışır. Godric’s Hallow’da başlayan yeni hayatlarının ilk günleri, Ariana’nın kaybettiği mutluluğu ve neşeyi tekrar yerine getirmeye çalışarak geçer ama Ariana’nın ruhu bir girdabın içinde hapsolmaya devam eder.

‘Mesele kim olduğunda değil’ dedi Dumbledore. ‘Mesele nasıl olduğunda…’” Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Sırlar Odası

ALBUS, HOGWARTS’TA…

Albus, 1892 yılında Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na seçilir ve burada Gryffindor binasının öğrencisi olur. Albus’un herkesten saklamaya çalıştığı sırların birkaçı çoktan Hogwarts’ta duyulmaya başlamıştır ve Hogwarts’taki birçok kişi Albus’u da babası Percival gibi muggle düşmanı olarak nitelendirmeye başlar. Albus’un okuldaki en yakın arkadaşı Elphias Doge’ydi – ‘Harry Potter’ serilerinde kendisini Gelecek Postası’nda kaleme aldığı oldukça vurucu ve yer yer de dikenli olan yazılarıyla tanıyoruz. Elphias’ın çocukluktan gelen rahatsızlığı onu Hogwarts’ta çok zor durumlarda bırakıyordu ve bu zor zamanlarda en büyük yardımcısı Albus oluyordu.

Albus’un Hogwarts’ta en sevdiği ders, ‘Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’ dersiydi. ‘Biçim Değiştirme’ dersinde de –Cadılık ve büyücülük üzerine yazılan kaynaklarda ‘Başkalaşım’ dersi olarak da geçer.– beklenenin üzerinde bir performans gösteriyordu. Aslında Albus’un Hogwarts’ta başarısız ve yetersiz olduğu çok az ders vardı ama o bazı derslere sadece öğrenilecek bir konu olarak değil, bir tutku ve daha önce eşi benzeri görülmemiş yepyeni bir keşif gözüyle yaklaşıyordu. Bu yaklaşım da onu olduğundan daha yaratıcı hale getiriyordu, hatta bazı Hogwarts profesörlerine göre Albus yaratıcı bir kişilikten çok daha fazlasıydı, o geleceğin dehasıydı ve özellikle başkalaşım alanında Albus’un adı herkesten önce duyulacaktı.

Dumbledore: Düzenli bir kafa için ölüm de büyük bir serüvenden başka bir şey değildir. Biliyor musun pek de öyle harika bir şey değildi taş. Dilediğin kadar para, dilediğin kadar yaşam! Birçok insanın hemen isteyeceği iki şey… Asıl sorun, insanların kendileri için en kötü şeyi isteme tutkuları.” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Felsefe Taşı)

Beşinci sınıftayken sınıf başkanı seçilen Albus, 1899’da Hogwarts’tan mezun olur ve tek hayali en yakın arkadaşı Doge ile dünyayı gezmektir ama Albus’un hayatı ikinci ve çok daha trajik olan bir ölümle yine altüst olur.

Albus’un kız kardeşi Ariana bir türlü kontrol altına alamadığı bastırılmış büyü gücüyle ve tekrarları daha da sıklaşan öfke nöbetleriyle annesi Kendra Dumbledore’nin ölümüne sebep olur. Albus, annesinin ölümüyle iyice yalnızlaşır, kendini çok tükenmiş ve çok savunmasız hisseder. Gücünü aldığı ve asla yıkılmaz diye düşündüğü kaleleri birer birer yok olmuştur, bu yok oluşların etkisiyle ruhu bir rüzgâr gibi savrulur ve nerede duracağını bilemez. Albus’un bu savrukluğunu ve tükenmişliğini durduran isim ise büyücüler dünyasının en unutulmaz yüzlerinden biri olan Gellert Grindelwald olacaktır…

– Albus Dumbledore –

HER YENİ KARŞILAŞMA, GÜZEL ŞEYLERİ BERABERİNDE GETİRMEZ

Albus, yalnızlıklarla ve kaybedişlerle dolu günlerinden birinde kendisi gibi oldukça yetenekli olan ve bilinmeyen büyülere merak duyan Durmstang Enstitüsü mezunu Gellert Grindelwald ile tanışır. Grindelwald, Albus’un en yakın dostlarından biri olan Batilda Bagshot’un yeğenidir – Batilda Bagshot, ‘Harry Potter’ serisinde adını sıkça duyduğumuz en büyük sihir tarihçilerinden biridir.

Albus, Gellert’ı da aynı kendisi gibi sanıyordu ama Gellert’ın kalbi, Albus’unkinden çok farklı şeyler için atmaktaydı. Gellert, Durmstang’da Albus’un Hogwarts’ta olduğu gibi başarılı olamamıştı. O, enstitüdeki derslerden çok karanlık ve yasaklı olan büyülere ilgi duyuyordu. Ölüm Yadigârları’nın tamamını bulmak –Kendisine sahip olan kişiyi ölümün efendisi yani ölümsüz kılan nesnelerdir. Mürver Asa, Diriltme Taşı ve Görünmezlik Pelerini yadigârları oluşturan üç büyük nesnedir.– ve büyü yapma gücüne sahip olanlar ve olmayanlar arasındaki o ince çizgiyi daha kalın hale getirmek istiyordu. Grindelwald’un kalbi Muggle’lere karşı nefret doluydu. Bu nefret o kadar büyük ve katıydı ki tüm Muggle’lerin yok olmasını istiyordu. Albus ise öğreneceği her büyüyü ve bulacağı her yadigârı bütünün iyiliğini ve güvenliğini sağlamak için kullanmak niyetindeydi. Grindelwald’un korumak istediği tek şey ise; bütünün içindeki en asil parçalar olarak gördüğü cadılar ve büyücülerdi. Ve bu asil parçaların ebediyetini sağlamak için birçok yasaklı büyüyü denemekten korkmuyordu. Birilerini öldürmek özellikle Muggle’leri öldürmek onun için sıradan bir eylem haline gelmişti. Albus, hayatını zehirli hırslarının peşinden giderek sürdüren, sahip olduğu yeteneğin şiddetinden korkmayan Grindelwald’a ilk tanıştıkları zamanlarda büyük bir hayranlık duysa da Grindelwald’un gücünü kontrolsüzce kullanmaya başlaması, kendisi, Grindelwald ve Aberforth arasında geçen bir düelloda büyünün asadan sekip Ariana’ya isabet etmesi ve Ariana’nın gözlerinin önünde can vermesi Albus ile Gellert’in yollarının tamamen ayrılmasına sebep olur. O ölümcül büyünün kimin asasından çıkıp Ariana’ya isabet ettiğini Albus asla öğrenemedi ama Ariana’nın ölümünden hep kendini sorumlu tuttu.

Bu önemli demişti Dumbledore, dövüşmek ve tekrar dövüşmek ve dövüşmeyi sürdürmek. Kötülük ancak bundan sonra köşeye sıkıştırılabilir ama asla tamamen yok edilemez.” (Joanne Kathleen Rowling, Melez Prens)

BİÇİM DEĞİŞTİRME TUTKUSUNDAN BİÇİM DEĞİŞTİRME PROFESÖRLÜĞÜNE

Ariana’nın ölümünden sonra Albus, o dizginlenemez öğrenme merakını bir nebze de olsa ehlileştirmeyi başardı. Biçim değiştirmeye olan tutkusu ona Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda biçim değiştirme dersi profesörlüğünün kapılarını açtı. Albus’un öğrencilik yıllarındaki başarısı profesörlük yıllarında da devam ediyordu. Aynı dönemde Albus’a Sihir Bakanlığı tarafından sayısız defa Sihir Bakanı olması için teklifler gitti ama Albus bu teklifleri her defasında reddetti. Kalbi sadece öğrencileri için atıyordu ve Hogwarts ile olan bağı da giderek daha güçlü hale geliyordu. Albus’un profesörlüğe başladığı ilk yıllarda yeteneği ve farklılıkları ile en göze çarpan öğrencisi Tom Riddle idi –Bizler onu, serinin karanlık büyücüsü Lord Voldemort olarak tanıyoruz.– ve Riddle o yıllarda henüz tüm cadılar ve büyücüler dünyasının kaderini değiştirecek yasaklı büyülerle tanışmamıştı.

Albus, kariyerine dersine girdiği her öğrencide kendisine karşı derin bir hayranlık ve sevgi bırakarak devam ederken bir zamanlar en yakınlarından biri olduğu Grindelwald da sadece kendisi gibi düşünenlerin çıkarlarını savunacak, yani muggle düşmanı bir ordu topluyordu. Albus, bu denli büyümesinde kendisinin de katkısı olduğunu düşündüğü bu karanlığı artık tamamen durdurmak istedi ve Grindelwald ile oldukça zorlu bir düelloya girdi. Grindelwald, çağın en güçlü asası olan mürver asaya sahipti ama bu asa bile Albus’u yenebilmesini sağlayamadı. Grindelwald hem itibarını hem de asasını kaybetti. İşte ‘Harry Potter’ serisi boyunca Dumbledore’nin elinden düşmeyen meşhur mürver asanın ilk hikâyesi de böyle başlamış oldu.

‘Biliyorum,’ dedi Dumbledore, ‘neyi sevsem onarılmaz hasara neden olacağım. Ben sevebilecek biri değilim. Zarar vermeden sevmedim hiç.’” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Lanetli Çocuk)

Yazımın bu kısmına kadar anlattığım bölümlerde Albus’un peş peşe gelen ölümlerle ve kayıplarla sınandığını görüyoruz. Bu ölüm olgusu sadece Albus karakterinde değil, ‘Harry Potter’ serisindeki birçok karakterde açık şekilde görülür. Harry de seri boyunca Albus Dumbledore karakteri ile benzerlik gösterecek şekilde tüm ailesini, arkadaşlarının birçoğunu ve vaftiz babasını kaybetmiştir. Bu kayıpların hiçbiri kitaplardaki yerini tesadüfen almamıştır. Serinin yaratıcısı Joanne Kathleen Rowling de kendi ailesinin ölümüyle oldukça sarsıcı bir süreç geçirmiştir. Özellikle annesinin ölümü, çok zor aşabildiği kayıplardan biri olmuştur. Bu kayıpların ruhunda bıraktığı izler de kaleminden dökülen tüm kurgusal karakterlerin hayatlarının ve ölümlerinin şekillenmesine çok büyük ölçüde etki etmiştir. Rowling, serinin son kitabı olan ‘Ölüm Yadigârları’nda “Son yok edilecek düşman ölümdür” diyerek ölüm olgusuna yaklaşımını oldukça vurucu bir şekilde okuyucusuna yansıtır ve yarattığı hiçbir karakteri de ölüme üstün gelebilecek bir forma sokmaz.

BÜYÜK BİR KÖTÜLÜK YAŞAMLARINI ELE GEÇİRMEK ÜZEREYDİ

Hogwarts’taki birçok profesör Tom Riddle’nin zekâsına ve sahip olduğu her şeyi yapabilme cesaretine büyük bir hayranlık duyuyordu ama Dumbledore, Tom’un içinde asla durdurulamayacak bir kötülüğün ve karanlığın büyümeye başladığını hissediyordu. 1935 yılında müdür Armando Dippet görevini bıraktı ve Albus da Hogwarts’ın yeni müdürü oldu. Tom, Albus’un müdür olduğu yıl, okuldan mezun oldu ve okulun yeni karanlık sanatlara karşı savunma hocası olmayı çok istiyordu. Dumbledore, bu isteği hiç düşünmeden reddetti. Birçok affedilmez laneti yapmaya artık daha da yakın olan Riddle –Bu lanetleri yapan cadı ve büyücüler doğruca Azkaban Hapishanesi’ne gönderilir, bu yüzden affedilmez lanetler adını almışlardır. Affedilmez lanetler: Imperius Laneti, Crucio Laneti ve Lord Voldemort’un kendisiyle bütünleşen Avada Kedavra Laneti’dir.– karanlık sanatlara karşı savunma dersini lanetler ve bu lanet yüzünden dersin asla sabit bir hocası olmaz.

Tom, öğrencilik yıllarında Hogwarts kütüphanesinin okunması yasak olan kitaplarının bulunduğu bölümlerinde çok sık vakit geçirmişti ve bu bölümdeki kitaplardan öğrendiği karanlık büyülerle artık içindeki karanlığın tamamen serbest kalmasını sağlamıştı. Serbest kalan bu karanlığın ilk işi safkanlık –Cadı ve büyücü soyundan gelen, muggle kanı taşımayan bir soyu ifade eder. Voldemort için safkan adeta bir takıntıdır.– idealizmi etrafında yükselen yeni bir cadılar ve büyücüler dünyası kurmaktı, bu idealizm işkence ve acılarla dolu birçok ölümü de beraberinde getirecekti.

Eğer kesin bir şey varsa o da Albus Dumbledore’un parlak mavi gözlerinin bir daha asla onu delip geçmeyecek olmasıydı.” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Ölüm Yadigârları)

ZÜMRÜDÜANKA YOLDAŞLIĞI

Zümrüdüanka Yoldaşlığı, Albus Dumbledore’un Voldemort’u yok edebilmek amacıyla oluşturduğu bir cadılar ve büyücüler topluluğuydu. Topluluktakilerin çoğu Albus Dumbledore’un kendi öğrencileriydi. Yoldaşlıkta; Lily ve James Potter, Srius Black, Arthur ve Molly Weasley, Mod-Eye Moody, Severus Snape, Remus Lupin, Nymphadora Tonks, Aberforth Dumbledore, Frank ve Alice Longbottom ve Peter Pettigrew bulunuyordu. Peter Pettigrew, yoldaşlığın sır tutucusuydu ama gizliden gizliye Voldemort’a hizmet ediyordu. Harry’nin anne ve babası Lily-James Potter’ın ölümü Pettigrew’in yoldaşlığa ihaneti yüzünden olmuştu. Peter, Voldemort’a Potter ailesiyle ilgili tüm bilgileri vermiş ve karanlık lort da Potter ailesini kadavra laneti ile yok etmişti. Voldemort tam Harry’yi de öldürecekken Lilly Potter ikisinin arasına girmiş ve oğlunun hayatını kurtarmıştı.

Potter’ların öldürüldüğü gece sadece Harry hayatta kalmıştı ve Albus, sağ kalan çocuğun ileride yaşanacak büyük savaşta karanlığa karşı tek umutları olacağını çok iyi biliyordu.

‘Ölümden kötü hiçbir şey yoktur, Dumbledore!’ diye hırladı Voldemort. ‘Tamamen haksızsın,’ dedi Dumbledore, ‘aslında ölümden çok daha kötü şeyler olduğunu anlayamaman, senin en büyük zaafın olmuştur her zaman.’” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı)

ALBUS DUMBLEDORE’NİN BİLGELİĞİNİN BİLİNMEZLİĞİ

Potter’ların evinde yaşanan trajik ölümlerden sonra Dumbledore, Voldemort’un bir gün gücünü tekrar kazanıp geri döneceğinden çok emindi. Bu yüzden Harry’yi o hiç fark etmeden cadılar ve büyücüler dünyasında yaşanacak olan iyiliğin ve kötülüğün savaşına hazırlıyordu.

Harry Potter ve Felsefe Taşı’nda Harry, taşa ulaşmak ve Voldemort’un taşı ele geçirmesini engellemek amacıyla birçok farklı macera yaşar ve çok zorlu sınavlardan geçer. Bu sınavların perde arkasındaki isim ise Albus Dumbledore’nin kendisidir.

Dumbledore, Hagrid’den taşı sakladığı yere kimsenin ulaşamaması için üç başlı köpek Fluffy’i okula getirmesini ister ve serinin altın üçlüsü –Harry, Ron ve Hermione– bu üç başlı köpeğin yanından dinleyen kişiyi sakinleştiren melodiye sahip bir müzik aletinin sesiyle geçebileceklerini çok iyi bilirler, Fluffy uyur ve maceranın ilk halkası böyle başlamış olur.

Altın üçlünün en zeki tarafını temsil eden Hermione, Bitki Bilim Profesörü Sprout’un hazırladığı tuzaktan kusursuz zekâsı sayesinde hiç zorlanmadan geçmeyi başarır. Dumbledore, maceranın bu halkasını bu alanda çok yetenekli olduğunu bildiği Hermione için hazırlatmıştı. Taşa ulaşmak için adımladıkları yolda karşılarına çıkan dev satranç tahtası ise Ron’un en iyi olduğu oyundu ve Dumbledore Ron’un bir satranç ustası olduğunu çok iyi biliyordu.

Dumbledore, altın üçlü için sadece bu sınavları oluşturmakla kalmaz ve Voldemort’un felsefe taşını –Bu taş, ona sahip olan kişiye durdurulamaz bir güç ve ölümsüzlük vermekteydi ve karanlık lort taşı ele geçirmeyi bu yüzden çok istiyordu.– bulamaması için onu Kelid Aynası’nın içine gizler. Kelid Aynası, ona bakan kişiye gerçekte kendini nasıl veya kimlerle görmek istiyorsa onu gösteren bir aynadır, bir dilek aynasıdır. Kelid kelimesinin tersten okunuşu da bize “dilek” kelimesini verir. Dumbledore, aynayı ve taşı çok güçlü bir büyüyle mühürler, böylelikle taş sadece onu ve gücünü hiç kullanmak istemeyen kişiye kendini gösterir. Harry tam da böyle bir kişiliğe sahiptir; ne ölümsüzlük ister ne de sonsuz güç…

Dumbledore bu noktada, yani Harry’nin karakterine olan güven duygusunda bize sadece bilgeliğini değil; bir insanın karakterini çözmedeki üstün öngörü yeteneğini de gösterir.

‘Hayallere bağlanmak ve yaşamayı unutmak iyi değildir, Harry’ dedi Dumbledore…” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Felsefe Taşı)

SEÇİMLERİN GÜCÜNE İNANAN BİR DUMBLEDORE

Sırlar Odası’nda ise Dumbledore, Harry’nin seçimlerinden ve kararlarından emin olmasını sağlar. Voldemort, büyülediği bir günlük sayesinde –Günlük bir hortkuluktu, Voldemort ruhunun bir parçasını günlüğe saklamıştı.– Harry’ye ulaşır ve Harry uzun yıllar sonra Hogwarts’ta yeniden açılan Sırlar Odası’nda bir basiliskin saldırısına uğrar – Basilisk, Rowling’in yarattığı gözüne bakan kişiyi taşlaştıran oldukça zehirli bir yılan türüdür. Harrry’yi bu basiliskin saldırısından kurtaran Dumbledore’ye duyduğu sadakat duygusu ve ona olan derin sevgisi olur.

Hogwarts’ta gerçekten isteyenlerin ve dileyenlerin mutlaka yardım göreceğini derslerinde sürekli öğrencilerine hatırlatan Dumbledore; Harry’ye Anka kuşu Fawkes’i –Bir Anka’nın gözyaşı her yarayı iyileştirir, basiliskin Harry’de açtığı yara bu gözyaşı sayesinde kapanır.– ve Gryffindor kılıcını gönderir –Gryffindor Kılıcı, çok güçlüdür ve Harry bu kılıçla basiliski öldürür.– ve Harry tüm bunlarla günlüğü, yani hortkuluğu yok eder.

Sırlar Odası’ filmi boyunca Harry, seçilmiş olduğu Gryffindor binasına gerçekten ait olup olmadığını düşünüp durur. Kendini sadece gerçek bir Gryffindor’a gösteren kılıç Harry’nin seçildiği yere ait olduğunu gösteren ilk işarettir. Fawkes de Harry’nin kalbinin içini görmüştür, bir Anka insanın içindeki karanlığı ve aydınlığı her daim hisseder. Burada sadece Harry’ye yardım eden bir Dumbledore görmeyiz; öğrencisine her ne yaşarsa yaşasın ya da her ne hissederse hissetsin seçimlerinin arkasında durması gerektiğini anlatmaya çalışan bir Dumbledore görürüz.

Bize aslında kim olduğumuzu gösteren şey, yeteneklerimizden çok seçimlerimizdir, Harry.” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Sırlar Odası)

ALBUS DUMBLEDORE VE AZKABAN TUTSAĞI

Serinin üçüncü filmi ‘Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’ ise Harry’nin vaftiz babası Sirius Black üzerine kuruludur. Dumbledore, Sirius’ın hiç işlemediği bir suç yüzünden Azkaban’da olduğunu biliyordu ve Sirius’un Azkaban’dan kaçışı onu asla şaşırtmadı. Hatta Sirius’un bakanlık muhafızlarından saklanmasını kolaylaştırmak için elinden gelen her şeyi yaptı.

O yıl Hogwarts’ta karanlık sanatlara karşı savunma profesörü olan Lupin sadece ders vermek için orada bulunmaz; Dumbledore, Lupin’in varlığıyla iki eski dostu tekrar bir araya getirmeyi amaçlar.

Dumbledore, Lupin’in bir şekilde can dostu Sirius’a ulaşacağını bilir.

Filmde Hermione’nin boynundan asla çıkarmadığı zaman döndürücü –Kullanan kişiye zamanla oynama; onu geriye sarma yahut ileriye gidebilme gücü veren tılsımlı bir nesnedir.– ve Harry’nin eline geçen Çapulcu Haritası –Sirius Black ve Remus Lupin’e ait bir haritadır, Hogwarts’ta bulunan herkesin yerini gösterir.– da hep Dumbledore’nin hep kendini göstermeden yaptığı kendisi küçük ama etkisi çok büyük yardımlardır.

Harry ve Hermione’nin Sirius’u ruh emicilerden kurtarma planlarının da bu kadar yolunda gitmesinin tamamen tesadüf olduğunu düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz; çünkü mevzubahis Dumbledore olduğunda süregelen hiçbir şey tesadüf değildir.

Mutluluk her an vardır, en karanlık anlarda bile yeter ki ışığı açmayı unutmayın.” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Azkaban Tutsağı)

DUMBLEDORE’NİN EN KARANLIK KEHANETİ GERÇEK OLUYOR

Serinin en karanlık atmosfere sahip filmi olan ‘Ateş Kadehi’nde ise Dumbledore’un yine kendini belli etmeden daha çok hamle yaptığını görürüz. Ateş Kadehi’nden ismi çıkan ve üç büyücü turnuvasına hazırlanan Harry’ye o yılın karanlık sanatlara karşı savunma öğretmeni olan Profesör Moddy göz kulak olur, Harry’nin turnuva boyunca karşısına çıkan bilmeceleri çözmesi için ona ipuçları sunan Moddy’den bunu yapmasını isteyen isim yine Dumbledore’dur; lakin buradaki Dumbledore önceki filmlerde gördüğümüz o öngörülerinden emin olan Dumbledore değildir, aynı filmin atmosferinde olduğu gibi Dumbledore’nin gerçekleri de bulanıklaşır, hatta karanlıklaşır. Voldemort’un yeniden dirilmesi ve eskisinden daha da güçlü olması Dumbledore için çok uzak ve çok karanlık bir kehanettir ama Harry bu kehaneti yakinen ve acı biçimde yaşar.

Babanın bilmeden verilen kemiği/ hizmetkârın efendisine gönüllü olarak verdiği eti/ karanlık lordun düşmanından zorla alınmış kanı/ karanlık efendiyi yeniden dirilteceksin!” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Ateş Kadehi)

DUMBLEDORE’NİN ORDUSU

Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda Harry’ye oldukça temkinli yaklaşan ve Harry’den sürekli kaçan bir Dumbledore figürü vardır. Bu kaçış, Dumbledore’un Voldemort’u Harry’den uzak tutmak istemesinin bir sonucudur. Dumbledore, Harry’yi yine korur ama Harry bunu asla hissetmez, aksine Dumbledore’un kendisinden vazgeçtiğini düşünür. Harry’nin Voldemort’un içinde olduğu kâbusları artar ve bu kâbuslarla baş edemez hale gelir. Dumbledore, zihnini kontrol etmeyi öğrenmesi için Harry’yi zihinbend ustası Profesör Snape’e yönlendirir – Zihinbendler, zihin kontrolünde usta olan kişilerdir, bir zihinbendin düşlerine girmek ve onlara müdahale etmek çok zordur. Bu sırada Hogwarts’ta da hayat zorlaşmaya başlar. Karanlık sanatlara karşı savunmayı uygulamalı derslerden çok yüzeysel bilgilere dönüştüren sihir bakanının en büyük destekçisi ve yandaşı Profesör Umbridge ve öğrencilere olan sadistçe yaklaşımı nedeniyle Harry ve arkadaşları Dumbledore’nin Ordusu’nu kurar, bu ordu eski Zümrüdüanka yoldaşlığının yeni hali gibidir. Harry, arkadaşlarına dışarıda karşılaşacakları tehlikelere karşı savunma büyüleri öğretir ve büyük savaşa karşı arkadaşlarını hazırlar. Filmde Voldemort ve Harry’nin karşılaştıkları her an, Harry’nin en büyük savunma gücü yine Dumbledore olur.

Büyüklük, gücün garantisi değildir.” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı)

DUMBLEDORE TÜM HALKALARI BİRLEŞTİRİYOR

Sona yavaş yavaş yaklaştığımız ‘Melez Prens’ ise; Voldemort’un gücünün kaynağı ile tanıştığımız bölümdür. Dumbledore, Voldemort’un hangi büyüyle kendini çağının en karanlık büyücüsü yaptığını tahmin eder ama bundan emin olmak için yine Harry’nin varlığını kullanır.

O yıl, Hogwarts’ta iksir yapımı derslerine giren Profesör Slughorn’un Harry’ye gizli bir hayranlığı vardı, aslında Slughorn yeni yeşermeye başlatan her dehaya hayranlık duyardı. Dumbledore, Slughorn’un bu yanını çok iyi biliyordu ve onu Hogwarts’ın kadrosuna alması geçmişin tozlu sayfalarını gün yüzüne çıkarmak içindi.

Tom Riddle’ın öğrencilik yıllarında kendini en yakın hissettiği hoca Slughorn’du ve yasaklı büyüleri ona Slughorn anlatmıştı ama Slughorn yaptığı bu yanlışın sonuçlarıyla bir türlü yüzleşmek istemiyordu. Dumbledore, Slughorn’un Harry’ye olan zaafının da etkisiyle bu yasaklı büyünün hangisi olduğunun dile dökülmesini sağladı ve hepimiz hortkuluk büyüsü ile böyle tanıştık – Hortkuluk, bir cadının ya da büyücünün cinayetler işleyerek yani öldürerek ruhunu parçalaması ve bu parçaları çeşitli nesnelerin içine saklamasını içeren karanlık bir büyüydü. Voldemort, sonsuza kadar yaşamak istiyordu ve bunu başarmak için ölümlere ve katliamlara sebep olmaktan asla çekinmiyordu.

Dumbledore tahminlerinde yine yanılmaz ve hortkulukları aramaya başlar. Harry’yi de hortkuluklar konusunda bilgilendirir. Tüm umudunu Harry, Ron, Hermione ve tüm iyilik için atan kalplere bırakarak hayata veda eder. Dumbledore’nin ölümü bile aslında bütünün içindeki herkesi korumak içindi ve Harry bunu anladığında Dumbledore’un yüreğindeki yeri asla silinemez bir hale gelecekti.

Dünyada birazcık daha fazla sevgi olduğunu düşünmek Dumbledore’u herkesten çok mutlu ederdi.” (Joanne Kathleen Rowling, Harry Potter ve Melez Prens)

DUMBLEDORE’UN VASİYETİ

Tüm düğümlerin çözüldüğü ‘Ölüm Yadigârları’nda Dumbledore’un vasiyeti açıklanır: Dumbledore, Harry’ye ilk yakaladığı altın snitchi, Hermione’ye ‘Ozan Beddle’ın Hikâyeleri’ni ve Ron’a ise bir ışıkemer bırakır. Bu eşyaların bu isimlere bırakılması öylesine verilmiş bir karar değildi. Dumbledore, altın üçlüye yine Voldemort’u yok etme yolculuklarında onlara yol gösterecek pusulalar bırakmıştı.

Özellikle ‘Ozan Beddle Hikâyeleri’nin içindeki üç kardeşin öyküsü, altın üçlünün hortkulukları yok etme yolculuklarının son durağını temsil ediyordu. Dumbledore, Harry’nin ölümün tek efendisi olduğunu anlamıştı. ‘Ölüm Yadigârları’nın üç büyülü nesnesi de Harry’deydi. Altın snitchin içinde ölüleri diriltme gücü taşıyan diriltme taşı vardı. Görünmezlik pelerini yıllardır Harry’deydi ve en güçlü asa olarak görülen mürver asa da Harry’ye itaat ediyordu ama Dumbledore, Harry’nin bunları kullanmayacağını biliyordu, Harry’nin sahip olduğu kalbe, kalbinde taşıdığı duygulara daha çok güveniyordu ve Voldemort’u yok edecek tek gücün de bunlar olacağını biliyordu.

Ama belki de güce en uygun kişi, onu asla aramamış kişidir.” (Joanne Kathleen Rowling, Ölüm Yadigârları)

ASLA HAFIZALARDAN SİLİNMEYECEK BİR KARAKTER

Zaman geçiyor, bizler de büyük acılardan, şiddeti yüksek duygulardan ve izi baki kalacak anlardan geçiyoruz. Bazı insanları gerimizde bırakıyor, bazılarını ise tecrübe heybemizin içine koyup heybenin ağzını hiç açmamak üzere sıkıca bağlıyoruz.

Yüreğimizde ve hayatımızda boşalan insan boşluklarını da ya başka bir insanla ya da okuduğumuz bir kitaptaki ya da izlediğimiz bir filmdeki kendimize ve hikâyemize yakın hissettiğimiz bazı karakterler ile dolduruyoruz ve onların biz hatırladığımız sürece yaşamımızın tam içinde olacağını çok iyi biliyoruz. İşte, Albus Dumbledore de sırlarla dolu geçmişiyle, içinde taşıdığı sevgilerle ve cesaretinin büyüklüğü ile her zaman aklımızda ve kalbimizde olacak ve birileri anlattığı, yazdığı ve dinlediği sürece hikâyesi birçok hayata dokunmaya devam edecek.

– Joanne Kathleen Rowling –

Ve Jo; büyük acıların tam içinden geçsek bile o acıların bizleri daha olgun kılacağını, kontrolsüz ve bencilce büyüyen bir gücün asla büyük zaferler elde edemeyeceğini, yaptığımız her yeni seçimle hayatın bize farklı sayfalar açabileceğini ve gerçek sevgilerin yaşamdaki tüm sahtelikleri silebileceğini yarattığın karakterlerle bizlere gösterdiğin için en büyük teşekkürüm sana. Sen benim kalemiyle karanlığa kafa tutan en fantastik ve en cesur ışık savaşçımsın ve hep de öyle olacaksın…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar