ÖYKÜ 

KORİNT’İN DÜZENİ – II. KISIM (YER ALTI KENTİ)

Cennetten bahsediyor sanır insan, öyle yazılmış, dedi Korin kadına.” – László Krasznahorkai, ‘Savaş ve Savaş

Böylece Korint’in kafasının içinde olup biten şeylerin hiçbir hükmü kalmamış çünkü Korint biraz daha ileri gittiği takdirde Macaristan’a dönmekten başka çaresi kalmayacağını anlamış, her şey aniden sessizleşince pencereye gidip kuzgunun konduğu çatıya bakmış ama kuşu görememiş, zaten hava pusluymuş, birazdan kar yağacak gibiymiş, hava öyle soğukmuş, yatağa uzanıp arşivde elyazmasını bulduğu o anı kafasında yeniden canlandırmaya çalışmış ama becerememiş, çünkü o andan sonra olup biten şeyler o kadar yoğun ve dolu doluymuş ki sanki tüm bu şeyler, o anın kendisini ezip geçerek geride hiçbir şey bırakmamış, ama Korint bunun böyle olmadığını biliyormuş, böyle olmadığını biliyorum ama nasıl olduğunu da bilmiyorum, diye aklından geçirmiş, arşivde bulduğu elyazmasını okumasıyla başlayan ve şimdi altındaki yatağa uzanmasıyla devam eden ve nasıl biteceği konusunda hiçbir fikrinin olmadığı süreci gözden geçirmiş fakat bu süreçte her şey o kadar doğalmış ki Korint bu süreç üstünde düşünmenin hiçbir faydasının olmayacağını anlamış, elyazması ve onu okumuş olmamın etkisi, hepsi bu, demiş kendi kendine, elyazmasında anlatılanların inanılmaz ve harika biçimi, kendi kendine demeye devam etmiş, bu öyle bir biçimmiş ki kendi dışında kalan her şeyin biçimini kökten bir şekilde reddediyor ve sadece kendi biçimini tanıyormuş, bu meydan okuyuşun çok iddialı olduğunu düşünen Korint, iddiasını biraz yumuşatmaya çalışmış ama her şey o kadar ortadaymış ki gerçeğin dikenine katlanmanın en iyi çözüm olduğunu görmüş, ancak mükemmel olan bir biçim kendi dışındaki biçimleri reddetme gücünü kendinde bulabilir ve diğer biçimler ancak böyle bir biçim karşısında kendi biçimsizliklerini idrak ederek boyun eğerler, diye düşünmüş, sonra bu açıklamanın arşivin, evinin ve şu an kafasının içinde bir yere saklanmış olan gürültünün yarattığı karanlık kâinatta yerinin olamayacağını düşünmüş ve bu düşünce ona doğru yolda olduğunun bir ispatı gibi gelmiş çünkü kendisi ve bağlı olduğu şeyler o kadar eskiymiş ki kafasının içindeki düzenin biçiminden bahsettiği zaman eski şeylerden bahsetmeye başlıyormuş, bin bir güçlükle geldiği bu kentten bahsetmeye başladığı zaman daha eski, şimdi içinde yüzdüğü bu otel odasından bahsetmeye başladığındaysa daha da eski şeylerden bahsetmiş oluyormuş çünkü bahsetmenin kendisi bile aslında eski bir şey oluyormuş Korint için, doğru, diye düşünmüş yeniden, doğru olan bir şey varsa o da bu kentle, bu odayla ya da benim kafamdan geçenlerle ilgili olamaz, bu fikri sevip yeniden düşünmüş, sonra bir daha, bir daha düşünmüş, hiç tanımadığı ve bilmediği bir şeyin doğru olduğunu düşünmek ona tuhaf geliyormuş ama bir yandan da bu tuhaflığı düşünmekten zevk alıyormuş, sonra doğru olan bir şey ancak insanın tanımadığı ve bilmediği bir şey olabilir, demiş kendi kendine, sonra kendi kendine bir şey daha diyecekken kapı çalmış, Korint heyecanla doğrulup saatine bakmış, gelenin temizlikçi olduğunu anlamış, hemen kapıya koşup kadına çat pat İngilizcesiyle rahatsız edilmek istemediğini söylemiş, çekik gözlü temizlikçi kadın da başını eğip temizlik arabasıyla bir başka odaya yönelmiş, Korint kapıyı kapatınca yeniden kendine ait dünyaya döndüğünü düşünerek sevinmiş, her ne kadar bu dünya gürültülerden, düzenlerden ve bu düzenlerin tuhaf biçimlerinden oluşsa da Korint tüm bunlara elyazmasını okuduğu günden beri yavaş yavaş alıştığını hissetmiş, kendi iradesi dışında gelişen tüm bu olaylara alışmaktan başka bir çaresi de yokmuş zaten ama elyazmasında bahsedilen o kenti burada, dünyanın merkezindeki kentte yani New York’ta bulabileceği hissine nereden kapıldığını bir türlü anlayamıyormuş, elyazmasını tutkuyla okuduğu ilk akşam sadece kentle ilgilenmiş doğal olarak, bara uğramadan eve gidip de çalışma odasında sabaha dek elyazmasını okumaya devam ettiğinde de kentle ilgileniyormuş, yani elyazmasında bahsedilen kentle, sonraki günler elyazmasını defalarca kez baştan okuyup biçimine hayran olurken de aslında ilgilendiği elyazmasında bahsedilen kentten başkası olamazmış, bu biçimin bir düzene dönüşmesi tabii ki zaman almış, Korint bunun nedeninin elyazmasını neredeyse ezberlemesi olabileceğini düşünmüş ama burada söz konusu olan çok farklı bir durummuş, çünkü Korint’e göre bir metnin ezberlenerek hafızaya nakşedilmesiyle o metnin neredeyse cisimlenerek tamamen biçimsel olması arasında hiçbir benzerlik yokmuş, birincisi tamamen zihinsel bir edimken ikincisinde zihnin sınırlarını aşıp hayata karışmak isteyen bir taraf varmış ve Korint bunu düşününce bir kez daha içindeki hayata karışmak isteyen o güçlü arzuyu hissetmiş, arşivde günlerini, geçmiş denen ve insan denen canlıyı yaşayan bir muammaya dönüştüren gizin peşinde harcarken bu tutkusunun nerede saklandığını merak etmiş, çünkü Korint’e göre bir insanın hem bu denli geçmişle haşır neşir olması hem de yaşadığı hayata tutkuyla yaklaşması imkansızmış, başkalarının yaşanmış hayatlarının peşinde koşturmaktan sıkılmak olarak adlandırılamazmış bu durum, Korint arşivdeki işini ilginç bulduğu kadar hem derinlikli hem de insan tecrübesini kapsayıcı buluyormuş, bu hayattan geçip gitmiş insanların bıraktığı izleri araştırırken ve bu izlerden hareket ederek  hiçbir zaman aynısını hayal etmeyi beceremeyeceğini bilmesine rağmen o hayatları yeni baştan kurmaya çalışmakta ruhunu doyuran bir yan varmış, fakat elyazması tüm bu izlerden farklı bir şekilde etkilemiş Korint’i, elyazması adeta onun içinde yakılmayı bekleyen bir fitili ateşlemiş, boş bir benzin deposuna benzin doldurmuş, ağacın altında sakince otlayan ata kamçıyı vurmuş, Korint’in o güne kadarki hayatını arşivdeki izlerin arasına gömmesini ve bambaşka bir halde dünyanın merkezine doğru koşturmasına neden olmuş, ama Korint neden burada olduğunu bir türlü anlayamıyormuş, elyazmasındaki kentin olağanüstü anlatısı karşısında adeta kendinden sıyırılmış, doğru olan bir şeye ihtiyacım vardı belki de, diye düşünmüş, ama doğru olan o şey burada mı, sonra yatakta uzanmaktan sıkılıp pencereye gitmiş, kar yağmaya başlamış, kuzguna benzer bir karaltının giderek kararan gökyüzünde sağa sola savrulur gibi uçtuğunu görmüş, rüzgar mı çıkacak acaba, diye kendi kendine sormuş, birden üstünü giyinip kendini sokağa atmış, soğuk havayı içine çekmiş, sonradan Vietnamlının lokantasında anlattığına göre az daha soluk borusu donuyormuş, ben böyle bir şey görmedim, demiş kendisini dinleyip dinlememek konusunda kararsız olan ama bilmediği bir dilde akıp giden bu sohbet karşısında merak duygusuna yenik düşen garson kıza, bizim orası da yani Macaristan da soğuk olurdu ama insanın soluk borusu da donmazdı ki, bir keresinde arkadaşlarımdan biri kış günü sarhoş olup Tuna’ya düşmüştü de zor kurtarmıştık ama o bile burada nefes alan benden daha iyi durumdaydı, garson kız yanı başında durmuş gülümsüyor, arada bir başını olur anlamında eğiyor, artık gitmesi gerektiğini anlatan bir şeyler söylüyormuş ama bir şeyler anlatması için karşısında birisini bulması yeterli olan Korint buna aldırmıyor, kızı zor durumda bıraktığının farkında olmadan anlattıkça anlatıyormuş, on dakika sonra patron kıza seslenmiş de kız onu işaret edip gitmek zorunda olduğunu söylemiş, kızın söylediklerinden değil de patronun kıza sinirli bakışlarından etkilenen Korint, önündeki yosundan yapılma yemeği tırtıklamaya başlamış, birkaç blok boyunca kar tutmuş kaldırımlarda zorlukla yürüyüp kendini parklardan birine atmış, kar tanelerinin gölün parlak yüzeyine düşüşünü seyretmiş, üşüyünce paltosuna iyice sarılarak bu kente geliş amacından cesaret almaya çalışmış ama bu amacın ne olduğunu bir türlü bulamıyormuş, yanından geçip giden kadınla adama bakmış, adam kırmızı yüzlü, yeni tıraş olmuş, iyi giyimli biriymiş, kadın da hoş görünümlüymüş ama adama göre daha pejmürdeymiş giydikleri, Korint yürümeye devam etmiş, otobüs durağının birine sığınmış, üstündeki karları silkeleyip yaklaşık bir saat orada durmuş, gelip geçen otobüsleri ve otobüsten dışarı bakan insanları incelemiş, yüzlerce insandan sadece bir tanesiyle göz göze gelebilmiş, o da yaşlı bir kadınmış, hani nur yüzlü denir ya onlardan biriymiş, Korint’in kendisine baktığını görünce gülümsemiş, Korint de başını eğip kadına gülümsemiş, eğer yaşlı kadın da gülümsemeseymiş Korint neredeyse görünmez olduğuna inanacakmış çünkü, kafasında beysbol şapkası olan bir oğlan da Korint’le göz göze gelmiş ama çocuk Korint’i annesine gösterince kadın oğlanı azarlar gibi parmağını sallamış, çocukcağız da bir daha ondan yana bakmamış, Korint bunu o yüzden saymıyormuş, durakta öylece durup karın içinde bir görünüp bir kaybolan otobüslere ve içindeki insanlara bakmak ona iyi gelmiş, sonradan, bu sefer garson kızın olmadığı bir gün Vietnam lokantasında başından geçenleri anlatırken söz yine nedense bu durakta bekleme hikayesine gelmiş, bu sohbet esnasında Korint durakta bekleyerek bu kent hakkında çok şey öğrendiğini iddia etmiş, söylediğine göre sanki bütün kent sakinleri sırayla onun önünden geçiyor ve bir değerlendirme yapmasını bekliyormuş ama Korint bir türlü değerlendirme yapmak istemiyormuş ve bir sonraki otobüsü bekliyormuş, yine aynı sohbette bahsettiğine göre duraklarda saatlerce beklemiş ve güneşli soğuk bir gün artık durakta beklemeye gerek kalmadığını anlamış, kimse sormamasına rağmen bu işin sonuna geldiğini sadece hissettiğini söylemiş, ilk durak serüveni bitince yine yürümeye başlamış, gözlerinin önünden binlerce insan yüzü geçiyormuş, sarışın, esmer, siyahi, uzun saçlı, kısa saçlı, erkek, kadın, çocuk, yaşlı, genç, binlerce insan yüzü, binlerce insan yüzü kafamdan geçiyor şu an, diye düşünmüş Korint, bir büfeden öylesine bir gazete alıp katlamış ve cebine koymuş, kar lapa lapa yağıyormuş ama Korint üşümüyormuş, insan üşümeyeceğine inanırsa üşümez, diye düşünmüş, ayaklarım sıcak olduktan sonra gerisi boş, diye düşünmeye devam etmiş, botları gerçekten de kaliteliymiş ve su geçirmiyormuş, onları Macaristan’da Yahudi bir ayakkabıcıdan aldığını anımsamış, bu adam kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan bir tipmiş ama el yapımı ayakkabıları her yerde bilinirmiş, Korint bu hatıranın onu sarmalamasını, hafız bahçesinin uzak bir köşesine sakince götürüp bırakmasını beklemiş ama hiçbir şey olmamış, Yahudi aniden göründüğü gibi aniden kaybolmuş, Korint kendi mazisi karşısında duygusuzlaşmayı ve ondan kopmayı bekliyormuş ama bu kadar çabuk olması onu da şaşırtmış, bir anda otel odasını özlediğini anlamış, otel odasının penceresinden karşıdaki boş arsaya bakmayı özlemiş, müzik aletleri satan bir dükkanın önünden geçerken dikkatini içeride gösterişli bir avizenin altında sergilenen piyano çekince özlemlerini unutup hayallere dalmış ama yanında beliren siyah köpekten korkunca yolunu değiştirip yolu geçmiş ve ara sokaklardan birine dalmış, sokakta neredeyse hiç lamba yokmuş, kedinin biri çöp tenekesinden fırlayıp Korint’in önünden geçtikten sonra ilerideki aralık duran kapıdan girip gözden kaybolmuş, Korint o an kendine mani olmaya çalışsa da aralık duran kapıdan kendini içeri atmış, ilk önce zifiri karanlıkta hiçbir şey seçememiş ve gözleri açık olmasına rağmen hiçbir şey görmeyen her insan gibi korkup olduğu yerde kalmış, gözleri ışığa alışınca bir merdiven dairesinde olduğunu anlamış, yukarılardan çok zayıf bir ışık huzmesi sarkıyormuş, içeride yoğun bir küf kokusu varmış, Korint merdivenleri tırmanmaya başlamış, her katta iki daire varmış ama daireler boşmuş fakat bu boşluk Korint’in bildiği türden bir boşluk değilmiş, sanki içerisi mazinin şimdiye taşmaya çalıştığının kanıtı olan yoğun bir havayla kaplıymış, Korint boş daireleri gezerken yerlere sarılı battaniyelere, sağa sola atılmış konserve kutularına bakmış, pencerelerden birine yanaşıp az evvel olduğu yere, çöp kutusunun olduğu yere bakmış, az evvel oradaydım, diye düşünmüş, şimdi buradayım, biraz sonra nerede olacağım acaba, o sırada merdiven dairesinden gelen sesler duymuş, hiç kıpırdamamış, sesler yukarıya çıkıp kaybolmuş, Korint sessiz adımlarla binadan çıkmış, az evvel geldiği yoldan otele geri dönmüş, tüm bir akşamı ışığı kapatıp yatağa uzandıktan sonra hiçbir şey düşünmeden sadece gözünün önünden geçip giden yüzleri seyrederek geçirmiş, nereden geldiklerini bilmediği bu yüzlerin kendisine bir şeyler anlatmak istediğini hissediyormuş ama yüzler o kadar aceleciymiş ki Korint daha neler olup bittiğini anlamadan yok oluyorlarmış, sonra yüzlerin taarruzu kesilince Korint uykuya dalmış, sabah sanki uykusunda karar vermiş gibi hemen giyinip dışarı çıkmış ve gördüğü ilk otobüs durağında beklemeye başlamış, bir saat sonra aşağıda metro istasyonundaymış, saatler boyunca metroyla seyahat etmiş, otele en uzak olduğunu düşündüğü istasyonda inip rastgele yürümeye başlamış, akşam yürüyüşünü düşünürken içini daha önce tanımadığı bir özgürlük duygusunun doldurduğunu anlamış, öyle ki yürürken elyazmasını, elyazmasında bahsedilen yer altı kentini, bu kentin bir zamanlar yer üstünde olduğunu, arkeologlar tarafından yüzlerce yıl sonra olması gereken yerde yani yer üstünde değil de yer altında bulunduğunu, buna hiçbir mantıklı açıklama getirilemediğini, yer altındaki bu kentin çağdaşı devletlerin ya da komşusu kentlerin tarihinde asla ama asla anılmadığını, bir kentin öyle olduğu gibi yer üstündeyken birden yer altına inemeyeceğini, elyazmasının ilk bölümlerinin şehrin arkeologlar tarafından nasıl keşfedildiğini, şehrin bir bütün halinde nasıl bulunduğunu, kazı çalışmalarını anlattığını, sonraki bölümlerinse tuhaf bir hal alarak kentteki hayattan kesitler sunduğunu, günlük yaşantılardan, çarşıdan, pazardan, okullardan bahsettiğini, son bölümünse kentteki medeniyet üstüne uzun bir yazı olduğunu, bu medeniyetin gelmiş geçmiş hiçbir medeniyete benzemediğini, komşu kentler ya da devletler tarafından görünmez kılınmasının nedeninin bu medeniyetin temelindeki birkaç fikir olduğunu, şehri daima örten ve uzaklardan görünmesini engelleyen sis bulutunu, şehrin kütüphanesinde çok iyi korunmuş bir halde bulunan kitaplarda anlatılan destanları, şehri çevreleyen verimli topraklardan bahseden şiirle düzyazı arasında bir yerde konumlanan uzun metinleri, elyazmasının şehrin konuştuğu dilin çözümlemesini yapan kısa bölümünü düşünmediği gibi buraya ne yapmaya geldiğini bilmediğini bile unutmak üzereymiş, sonradan şehre gelişinin kaçıncı günü olduğunu hatırlamadığı bir akşam, gün boyu rastladığı yerleri ve kişileri zihninden geçirirken, elyazmasını okuduktan sonra kafasının içine yerleşen düzenin ancak bir zamanlar yer üstünde olan ama artık yer altında olan kentin düzeni olabileceğini anlamış ve o an dünyanın merkezindeki şehri bir gazetenin hafta sonu ekindeki havayolları reklamında gördüğünü anımsamış, evet, o an buraya gelmeye karar vermiş, fakat bu serüvendeki her şey gibi bu da oldukça tuhafmış çünkü halen geliş amacını bulabilmiş değilmiş, Korint bunun üstünde düşünmenin yani insanın kendine bir amaç yaratmaya çalışmasının beyhude olduğunu içten içe biliyormuş, önemli olan o amacı bulmak diyormuş, bu sefer iki blok ötedeki gazete büfesinden içmeyeceğini bildiği halde sigara alırken ve yaklaşık on dakikadır anlattıklarından tek kelime bile anlamayan sarışın kıza anlatıyormuş bunu, her şeyi geride bırakışını, bileti alışını, havayollarının ofisinde beklerken tanıştığı ve üç saat muhabbet ettiği güzel hostesi anımsamış, hostesle konuştuklarını anlattığı kişiyse kendine pantolon aldığı küçük butiğin sahibi şişman adammış, önce Korint’le yakından ilgilenen adam, yakın arkadaşlarından birinin Macar olması hasebiyle Korint’in dilinin hangi dil olduğunu hemen anlamış ve yakın arkadaşının hatırına Korint’in ayağında yeni aldığı pantolonla yaklaşık bir saat hostes kızla olan serüvenlerini anlatmasına katlanmak zorunda kalmış, Korint hostes kızla olan konuşmasında, yaşadığı macerayı ta en başından anlatmaya başladığı için butikte de yaşadıklarını ta en başından anlatmış gibi olmuşmuş, sonra bir gün Korint, yine sabah yürüyüşlerinden birinde, kafasını kaldırıp da gökyüzünü ele geçirmeye çalışan gökdelenlere bakmış ve kafasında tuhaf bir hafifleme hissetmiş, başını eğip hızlı adımlarla rastgele yürümeye başlamış, kimi zaman önüne çıkanlara çarpıyor ve “Sorry!” diyormuş, sanki bir şeyden kaçıyor gibi değilmiş de bir yere yetişmeye çalışıyormuş, yürümeye ara verdiğinde karnının zil çaldığını fark etmiş, hemen bir tane sosisli sandviç alıp ayaküstü yemiş, yürümeye devam etmiş, fakat bunu beyhude bir çaba olduğunu anlayan Korint, geçen gün sarışın kızdan aldığı paketi açıp bir tane sigara yakmış, öksüre öksüre içmeye çalışmış, sonra paketi kaldırıp çöpe atmış, önüne çıkan parktaki banklardan birine oturup karlar altındaki çimlere, çam ağaçlarının beyaz kollarına bakmış, dünyanın merkezindeki bu kente neden geldiğini ilk kez o parkta anlar gibi olmuş, hayır, demiş kendine kendine, başka bir sebebi olmalı, soğukta donmuş kalmış gibi tek bir noktaya bakıyormuş, öyle ki yanından geçen yaşlı bir adam yanına gelip “Hello!” demiş, Korint ona bakınca yoluna devam etmiş, sonra Korint aynı noktaya bakmaya devam etmiş, baktığı yerde bir havayolu reklamı varmış, güzel bir hostes gülümseyerek poz vermişmiş, yine hayır, diye düşünmüş, dünyanın merkezine o yer altı kentini, arkeologların hâlâ yeryüzüne armağan etmek için çalıştıkları kenti bulmak için geldiğini anlamış, çünkü burada, yani bu kentteki her şey o yer altı kentinde olanın yokluğuymuş, evet, sebep bu işte, bu kentin varlığı onun yokluğu demek, onun varlığıysa bunun yokluğu, buraya, New York’a gelmemin sebebi elyazmasındaki o kentin nasıl olmadığını görmek, onun nasıl olmadığını, nasıl olamayacağını iyice anlayabilirsem doğal olarak nasıl olduğunu da anlamış olurum, böyle düşünmüş Korint, neredeyse ağlayacakmış ama gözyaşlarını tutmuş, sonra kendini bırakmış, dakikalarca hıçkıra hıçkıra reklamdaki hostesin güzel yüzüne, gülüşüne bakarak ağlamış, otele dönerken etrafına pür dikkat bakıyor, sanki hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyormuş, kitapçıdan kalınca bir defterle kalem alıp dünyanın merkezindeki kenti anlatmaya başlamış.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar