KARLI DAĞDA AÇAN KIRMIZI NİLÜFER
-İZMİR-
“İnsan iradesine inanırım ben” dedi genç kız!
Çok eski zamanlarda, üzerinden karları hiç eksilmeyen dağları, şifalı bitkiler yetişen ovaları, dalgalı nehirlerin coşkuyla aktığı vadileri olan bir ülkenin topraklarında, korunaklı bir kalenin içinde yaşayan cesur bir kız varmış. Kalenin lideri ve komutanı da, adı ‘Haziran’ olan bu cesur kızın annesiymiş. Kalenin genç nüfusu hem iyi bir eğitim ve öğrenim görüyor hem de savaş sanatlarında ustalaşmak için her gün disiplinli bir çalışma içinde oluyorlarmış.
O güne kadar nehrin aşılmaz koruma düzeneğini aşıp da kaleye girebilen kimse olmamış. İşte, o gün; ‘Haziran’, nehrin üzerinde birer adacık gibi dağılmış yosunlu kayaların üzerinde kılıç egzersizleri çalışıp o adacıktan bu adacığa adeta uçarak dans eder gibi kılıç sallıyordu. Bir an geldi ki sendeleyip nehre düşeceği sırada yakışıklı bir genç adam onu kucakladığı gibi karaya çıkarıp bıraktı. Kız, şaşkınlık ve kızgınlıkla diklendi ona. “Ne işin var burada?”, “Nasıl aştın görünmez çelik tel düzeneğini?” sorularının yanıtını almadan abisi ile diğer genç savaşçılar çoktan yanlarına gelmişlerdi.
Genç adamın hiçbir yanıtına inanmayan kale lideri olan anne, casus muamelesi yaparak adamı sınır dışı etti. Hiçbir disiplinin kızında işe yaramadığını bilse de kendi eliyle onu sopalayıp belirli bir alanın dışına çıkmasını yasakladı. ‘Haziran’, dış dünyayı görmek, kısa bir süre olsa da yuvadan uçmak istiyordu. Kızının fütursuz korkusuzluğu ve resmiyet nezaketinden hepten yoksun olmasını bildiğinden olacak ki kızıyla bir pazarlık yaptı. Dövüş sanatları karşılaşmasında annesini yenerse özgürlüğe yelken açabilecekti. Ana-kız halkın gözü önünde karşı karşıya gelirler. Annesinin son hamlesine kadar direnir; ancak kadın durup kızına gülümser ve ona sadece kendisine ait olan bitirme hamlesini ona anlatıp hamle yapmasını söyler! Yine de kızın atağını durduran anne olur. Annesi ona, önemli birkaç taktik daha verip azat eder.
Omzuna astığı, içinde birkaç çamaşır bulunan bohçası ile elindeki kılıcından başka bir şeyi yoktur yanında bu yolculukta. Şehrin çarşısını pazarını gezerken hayranlık ve coşku doludur içi. Sokak satıcılarından yiyecek almak için yanaşır tezgâha, eliyle işaret edip “Şunlardan ver” der. Satıcı para isteyince şaşırır ‘Haziran’. İşte, o anda arkasından bir el uzanıp onun istediği yiyeceklerin parasını bırakır. Bu genç, onu ırmağa düşüp görünmez keskin teller tarafından Azrail’le karşılaşmaktan kurtaran kibirli gençtir; çünkü bir tüy kadar hafiflik uçuş becerisine sahiptir, asıl gücü de bu becerisinden gelmektedir genç adamın. Arkadaşlıkları başlar böylece. Kadere inanmayan kız ile kaderini kabul eden erkeğin uzun süren yolculukları, karşılaştıkları tehlikelerle sürüp gider.
Nefes alamayacak kadar ezilen halkın zorbalarla karşılaşmasını her gördüğünde haydutlarla savaşan kız ile aklı ve ince taktikleriyle neticesini kendileri için olumlu sonuçlandıran bilgin bir gencin içten içe büyüyen aşkları…
Güç için kötülerin birleştiği bir dünyada zayıfın yanında saf tutan gençlerin çoğalıp birliktelikleri çoğaltırlar. İşte, bu güzel sona giderken, asıl adı ‘Şimal’ olan bilgin, ölümcül bir komaya girer. Tek kurtuluşun karlı dağın doruklarında açan kırmızı nilüfer çiçeğinin şifası olduğunu öğrenen ‘Haziran’, kadere karşı durulmaz telkinlerini dinlemeyip “İnsan iradesini kader takip eder” deyip yola çıkar. On günlük yolculuğu üç günde kat eder. Türlü zorlukları aşar, çiçeği hekime getirip verir. Kırk gün kırk gece sonunda sevdiği uyanır.
Yararlandığım eser: ‘Legend of Fei: Priest’in Bandidits’