BİR NEBZE NEFES
-ADANA-
Apartmanların arasında sıkışıp kalan meyhanenin loş ışıkları altında, kadehlerin biri iniyor biri kalkıyordu. “No Smoking” afişini kuşatan sigara dumanından üstündeki yazı zor seçiliyordu. Meyhanenin müdavimlerinden Metin, Cemal ve Nihat, ara sokağa bakan cam kenarında her zamanki yerlerindeydi. Astım hastası Nihat ara ara öksürük nöbetine tutuluyordu. Her nöbette kızaklı pencereyi geriye doğru itip yüzünü bıçak gibi kesen rüzgâra çevirerek derin derin buz gibi temiz havayı içine çekiyor, bir nebze ciğerlerini rahatlatıyordu. Yarım saat kadar sonra masanın müdavimi üç kadim dosta bir yabancı eklendi. Emekli subay Emin Eşencan.
Meyhane tıklım tıklımdı, tek bir boş sandalye kalmamıştı. Ortamdaki yüksek perdeden konuşmalar geçici işitme kaybı yaratacak düzeydeydi. Canlı Flamenko ezgileri başlayınca sesler zayıfladı. Kastanyetleri ve fırfırlı kırmızı elbisesiyle sahneye fırlayan bailaora, seslerin büyük ölçüde kesilmesine yetti. Neredeyse tüm müşteriler sahneye odaklanmıştı. Sahneye arkası dönük olan Emin, yıllardır görmediği arkadaşlarına görüşemedikleri sürede yaşadıklarını anlatıyor da anlatıyordu. Masadakiler arada yan gözle sahnedeki melez güzeli bailaoraya bakarken konuşmayı bölmeden Emin’i dinliyordu. Anlatılarından çıkarım yaparak araya giren onca yılı bir puzzle gibi tamamlamaya çalışıyorlardı. Emin, ordudaki yirmi yıllık hizmetinden sonra yarbay rütbesiyle emekli olmuş ve emekliliğinin altıncı ayında da evliliğini noktalamıştı. Yaşadıklarını öyle iştahlı anlatıyordu ki masadakilerden hiçbiri araya giremiyordu. Ancak konu evlilik ve boşanma olunca Nihat, “Büyük bir aşkla, severek evlenmiştin. Nasıl bu noktaya geldiniz?” dedi.
Emin soruyla sarsıldı, durdu, derin bir nefes alıp devam etti:
– Sevdiğim için on sekiz yıl boyunca “Belki değişir” diye bekledim. Değişeceğine daha kötüye gitti. Kimselerle paylaşmadığım şeyler yaşadım. Beni dışardan geldiğim kıyafetlerle eve sokmuyordu. Kapının girişinde Âdem baba gibi soyunuyor, hemen duşa giriyordum. Ev çamaşır suyu kokusundan nefes alınamaz haldeydi. Elleri parmakları temizlik yapmaktan deforme olmuştu. Üstümden çıkanları hemen makineye atıp yıkıyordu. Herkes devletin verdiği bir-iki takım üniforma ile bir yılı tamamlar. Benim her yıl sekiz-on takım üniformam oluyordu. Evliliğin başlarında çok sorun olmadı. Benim için de bir tür fantezi oluyordu ama sonradan işkenceye döndü.
Nihat’ın canı sıkılmıştı. Yüzü asıldı, düşünceli bir hal aldı.
– Eve annesi dâhil tek bir misafir kabul edemiyorduk. Tedavi olmaya da bir türlü ikna edemedim. Ona kendimden çok üzülüyor ama yardımcı olamıyordum. Kullandığı temizlik malzemelerinden dolayı kısa sürede aşındığından on sekiz yılda altı defa mobilyaları yenilemek zorunda kaldık. Emekli olduğum gün eve geldiğimde gördüğüm manzara bardağı taşıran son damla oldu.
“Ne oldu ki?” diye koro halinde hep bir ağızdan sordular.
– Bilgisayarı ortaya çekmiş, hazırladığı deterjanlı sularla ovalayarak yıkıyordu. Kızım Cemre de yaşadıklarımızla ilgili tanıklık edince ilk celsede boşandık.
Nihat, o andan itibaren sohbetten koptu. İçinde koca bir kara delik oluşmuştu. Saat 23.00’da kalktılar. Emin, 01.00 uçağıyla İstanbul’a döneceği için Metin ve Cemal’le vedalaştı. Nihat, Emin’i havaalanına bıraktıktan sonra eve geldi. “Semiha uyumuştur” diye düşünerek anahtarıyla sessizce kapıyı açtı. Işık yanıyordu. Semiha onu görmemişti. Bilgisayarı yemek masasının üstüne almış, deforme olmuş parmaklarının arasındaki deterjanlı bezle ovuşturup duruyordu.
Nihat derinden sarsılmıştı. Kesif bir çamaşır suyu kokusu bütün evi sarmıştı. İçeride nefes alınamıyordu…