İLK ŞAİR, İLK ŞİİR
– ADANA –
Onu yıllar önce ilk kez, kuzenimin kitaplığının tozlu raflarında görmüştüm. Parmaklarımı kitapların üzerinde gezdirirken çıkmıştı karşıma. Sanki “Beni seç” diyordu. Parmak izlerim kitaplığın raflarında kalsa da elimi uzatıp almıştım onu.
O, okuduğum ilk şiir kitabıydı. Böylece ilk şairle tanışmıştım o an, o raflarda. Kapağındaki fotoğrafa baktım, Ümit Yaşar Oğuzcan’dı o. Sonra da kitabın sayfalarını araladım ve ilk şiirle tanışmıştım böylece.
Bir ayrılık şiiriydi bu…
“Rıhtımda/ bir beyaz gemiydi ayıran onları/ kadın güvertedeydi, adam rıhtımda/ şimdi unuttum yüzünü kadının/ adamın gözleri aklımda. // Kana bulanmış bıçaklar gibi/ uzun kirpikleri ıslaktı/ adam dertli, adam darmadağın/ dokunsalar ağlayacaktı.”
* * *
Kitabı aldım ve yanımda her zaman bulundurduğum küçük defterime, kitaptan şiirler yazmaya başlamıştım.
Her sayfa beni heyecanlandırıyordu. Sanki büyülü bir dünyaya giriş yapıyordum. Bu arada kitaba kendimi öyle kaptırmıştım ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım.
Çevirdim tekrar sayfaları. ‘Sevi Şiiri’ çıktı bu sefer. “Sevi ne?” dedim kendime. Onu da hemen bulmuştum sözlükten: Aşk.
“Ben senin en çok sesini sevdim/ buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi/ önce aşka çağıran, sonra dinlendiren/ bana her zaman dost, her zaman sevgili. // Ben senin en çok ellerini sevdim/ bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak/ nice güzellikler gördüm yeryüzünde/ en güzeli bir sabah ellerinle uyanmak. // Ben senin en çok gözlerini sevdim/ kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil/ aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar/ hiçbiri gözlerin kadar anlamlı değil. // Ben senin en çok gülüşünü sevdim/ sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran/ unutturur bana birden acıları, güçlükleri/ dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman. // Ben senin en çok davranışlarını sevdim/ güçsüze merhametini, zalime direnişini/ haksızlıklar, zorbalıklar karşısında/ vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini. // Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim/ tüm çocuklara kanat geren anneliğini/ nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada/ sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini. // Ben senin en çok bana yansımanı sevdim/ bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni/ mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim/ ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni…”
O an benim için zaman durmuştu, çok mutluydum, bir hazine bulmuştum sanki. Hazineden en değerli parçaları seçiyordum ve o küçük defterime yazıyordum.
Rastgele çeviriyordum sayfaları hangi şiirin karşıma çıkacağını bilmeden.
Bu sefer de ‘Ağır’ şiiri çıkmıştı karşıma. Pek de ağır değildi oysa.
“En ağır işçi benim;/ gün yirmi dört saat, seni düşünüyorum.”
Böyle kısa ve güzel bir şiir, nasıl da etkiliyor insanı… Öyle şiir yazan biri, nasıl ölümü düşünebilir ki…
Yirmi dört kere intihar girişiminde nasıl bulunabilir ki… Yıllar sonra bu soruları soracaktım kendime.
* * *
Nedense not defterime yazdığım her şiiri defalarca okuyordum, hatta hemen ezberlediğim şiirler de vardı. Evde yalnızlığın verdiği huzurla şiirleri okuyor ve yazıyordum.
Sonra tekrar çevirmeye başlamıştım sayfaları, bu sefer de ‘Adak’ çıkmıştı karşıma.
İnsan niçin adaklar adar? Hayalleri gerçekleşsin diye mi, iş bulsun diye mi, evlensin diye mi, çocukları olsun diye mi?
Yeter ki gitme, sana zamanı getireceğim!
“Sana şiirler okuyacağım, gitme/ güneşler doğacak yalnızlığımdan/ sana bir ışık getireceğim/ büyük aydınlığımdan. // Sana bir dolu umut getireceğim/ küçük ellerine sığmayacak/ sana Afrika gecelerini getireceğim/ sımsıcak. // Sana çiçekler getireceğim/ bozulmuş güz bahçelerinden/ sana bir serinlik getireceğim/ yağmur tanelerinden. // Sana avuç avuç yıldız getireceğim/ güneşimden başka/ sana engin denizlerin maviliğini getireceğim/ köpük köpük, dalga dalga. // Sana bir rüzgâr getireceğim/ gağlardan, tepelerden/ gitme, sana zamanı getireceğim/ zamanın bittiği yerden.”
Kaynaklar yirmi dört kere intihar girişiminde bulunduğunu söylerler Ümit Yaşar Oğuzcan’ın.
Bu intihar girişimleri –her ne kadar mutlu bir aile ortamı olsa da– huzursuzluk yaratıyordu Oğuzcan ailesinde. Bu durum belki de en çok büyük oğlu Vedat’ı etkiliyor ve mutsuz ediyordu.
Vedat da babası gibi şiirler yazıyor ama babasının ruh hali onun şevkini kırıyordu.
Yazılanlara göre; Vedat, babasına, “Baba, intihar öyle edilmez, böyle edilir” notu elindeyken Galata Kulesi’nden kendini boşluğa bırakıp hayatını sonlandırmıştır. Babasından görmediği ilgi ve sevgiyi sonradan görürüm diye on yedi yaşında daha hayatının baharındayken gitmeyi seçmesi belki de bundandır Vedat’ın.
Ve Vedat’ın ardından ‘Galata Kulesi’ni yazacaktır Ümit Yaşar Oğuzcan:
“6 Haziran 1973/ pırıl pırıl bir yaz günüydü/ aydınlıktı, güzeldi dünya/ bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden/ kendini bir anda bıraktı boşluğa/ ömrünün baharında/ bütün umutlarıyla birlikte/ paramparça oldu/ bu adam benim oğlumdu. // Gencecikti Vedat/ ışıl ışıldı gözleri/ içi/ bütün insanlar için sevgiyle doluydu/ çıktı apansız o dönülmez yolculuğa/ kendini bir anda bıraktı boşluğa/ söndü güneş, karardı yeryüzü bütün/ zaman durdu/ bir adam düştü Galata Kulesi’nden/ bu adam benim oğlumdu. // ‘Açarken ufkunda güller alevden’/ çıktı, her günkü gibi gülerek evden/ kimseye belli etmedi içindeki yangını/ yürüdü, kendinden emin/ sonsuzluğa doğru/ Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel/ bir fincan kahve, bir kadeh konyak/ ölüm yolcusunun son arzusu buydu/ bir adam düştü Galata Kulesi’nden/ bu adam benim oğlumdu. // Küçüktü bir zaman/ kucağıma alır ninniler söylerdim ona:/ ‘Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni’/ bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat. // 6 Haziran 1973/ Galata Kulesi’nden bir adam attı kendini/ bu nankör insanlara/ bu kalleş dünyaya inat/ şimdi yine bir ninni söylüyorum ona: / ‘Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat’…”
Defalarca okumuştum bu şiiri. Evlat acısıyla yazılmıştı, her dizesinde bir babanın gözyaşları vardı. Bundan sonra yalnızca hüznün şairi değil, ölümün de şairiydi Ümit Yaşar Oğuzcan.
Şiirden çok etkilenmiştim, defterime bu şiiri de koymuştum ancak ‘Galata Kulesi’ değil ‘Oğlum Vedat’ diye yazmıştım ismini şiirin.
* * *
Parmaklarım kitabın sayfaları arasında gezinirken, hangi şiiri yazsam acaba derken bu sefer de ‘Beni Unutma’ şiiri çıkmıştı karşıma o an. Şiiri okurken de Selda Bağcan’ın sesi geliyordu sanki uzaklardan:
“Bir gün gelir de unuturmuş insan/ en sevdiği hatıraları bile/ bari sen her gece yorgun sesiyle/ saat on ikiyi vurduğu zaman/ beni unutma./ Çünkü ben her gece o saatlerde/ seni yaşar ve seni düşünürüm./ Hayal içinde perişan yürürüm/ sen de karanlığın sustuğu yerde/ beni unutma. // O saatlerde serpilir gülüşün/ bir avuç su gibi içime, ey yâr/ senin de başında o çılgın rüzgâr/ deli deli esiverirse bir gün/ beni unutma. // Ben ayağımda çarık, elimde asa/ senin için şu yollara düşmüşüm/ senelerce sonra sana dönüşüm/ bir mahşer gününe de rastlasa/ beni unutma. // Hâlâ duruyorsa o yeşil elbisen/ onu bir gün yalnız benim için giy/ saksındaki pembe karanfilde çiğ/ ve bahçende yorgun bir kuş görürsen/ beni unutma. // Büyük acılarla tutuştuğum gün/ çok uzaklarda da olsan yine gel/ bu ölürcesine sevdiğine gel/ ne olur tanrıya kavuştuğun gün/ beni unutma.”
Kitabın sayfalarını hep rastgele karıştırıyordum. Bazen de şiir kitabını bırakıp ansiklopediden Ümit Yaşar Oğuzcan’ın biyografisini okuyordum. Nasıl bir şiir anlayışı vardı? Neden ölüm temalı şiirler yazıyordu? Sorulara cevap bulmaya çalışıyordum kendimce. Şiir kitabında ilginç isimlerde şiirler de çıkıyordu karşıma.
Bunlardan biri de içinde ölüm teması olan ‘Takvimli Saat’ti. Zamansız ölümleri anlatıyordu şiir. Bu dünyadan amansız gidişleri:
“Tanrım, paran yoksa biz verelim/ kendine bir saat al/ en iyisinden./ Bir daha zamanı şaşırma/ vakitli vakitsiz öldürme bizi.”
* * *
Aşk şiirlerinin vazgeçilmezlerinden biridir aslında Ümit Yaşar Oğuzcan ama ölüm temalı şiirleriyle öne çıkar. Belki de bunun en önemli nedeni “Yaşamdan çok ölümü seviyorum” sözünü söylemesindendir. Oğlu Vedat’ı ve hemen arkasından babasını kaybetmesi onun ölüm temalı şiirlere daha çok yer vermesine neden olmuştur.
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın kendi özündeki karmaşık ruh hali ve hayattan bezmişliğinin nedeni belki çocukluğunda yaşadığı travmalardır, yaşadığı acılardır. Bu acılardan beslenmiştir. Ne mesleki kariyerindeki başarıları ne evlilikleri ne baba oluşu ne de edebi hayatında kazandığı şöhret, onu bu ruh halinden kurtarabilmiştir. Onun içindir ki şiirlerinde hep yalnızlık, hep ayrılık, hep hüzün, hep ölüm vardır.
* * *
Esamisi okunmaz Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ağustos ayında doğan ve ölen şairler arasında ve de şiir dinletilerinde. Farklı farklı görüşler vardır kaynaklarda, pek bir akımda yer almadığına dair. Çağdaşlarından ayrı, kendi çizgisi doğrultusunda edebiyat dünyasında yerini almıştır.
Şiirleri, sonradan tanıyacağım Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirlerine benzese de kendine özgü bir üslubu var Ümit Yaşar Oğuzcan’ın. Aşk ve ölüm şiirleri ön plandadır onda. Ölümden ve aşktan beslenmiştir.
Hayatının en verimli dönemindeyken ayrılmıştır aramızdan Ümit Yaşar Oğuzcan. İntiharla değil, evinde geçirdiği kalp krizi sonucunda hayatını kaybetmiştir.
Sözler vermiştir belki de sevdiğine, ‘Söz’ şiiriyle “Söz” diyerek:
“Ağlama/ ölürüm de/ bensiz bırakmam seni…”