FELSEFE 

DOĞANIN DENGESİ VE YAŞAMA SANATI ÜZERİNE ÖTEKİ TÜRLÜ BAKIŞ

Değerli dostlar, her yazı yazanın kendine gıcıklık başlığı olan “Yazı yazmak zor zanaattır” güzellemesi ile aslında zarif ve zekice bir yolla zımni bir övgü kabullenmesi beklediği bir davetiyedir. Bu girizgâh ile kendimi de bu cenahta görme isteğimin olduğunu peşinen belirteyim. Spot bir giriş, çoğu kez yazının atmosferinin hezeyan bir şekilde tepetaklak yuvarlanma ihtimali olarak kendini ele verir. Yazı yazmak ustalık isteyen kutsi bir iştir. Muharrir kişinin ilk işi kelimelere hâkimiyeti olmasındadır. Söze sahip olanın söz sahibi olması, fikriyatın açığa vurulmasında doğal dengedir. Yazı yazan kişiden korkmamalı, tıpkı okuyan kimseden korkulmaması gibi. Bu ilişki, yani yazan ve okuyan arasındaki ilişki çok eski ve köklü bir ilişkidir. Üzeri örtük ve sözleşmesiz bir ilişkidir. Yazmak marifet istemez, marifeti kendi içindedir, yüceltilen marifet yazanın özgün cesaretindedir aslında. Yazmaya başlayan kişide öncelik minnet duygusudur. Ama kime ve neye minnet! Tabi ki kâğıda, kaleme ve okuyana… Yazar, eserini okuyanı belki de hiçbir zaman bilemeyecek ve tanımayacaktır. Ama yazarın kâğıda düşürdüğü, okuyanın belleğinde ve ruhunda bıraktığı etkiyle yazanın bu etkiden hiçbir zaman haberdar olamayacağı o meşum duygu. Meşum ve sayrı duygular insanın içindeki irinin dışavurumu olan yaratıcılığın plasentasıdır.

Descartes’in “Güzel kitapları okumanın geçmiş yüzyıllardaki erdemli insanlarla sohbet emek gibi olduğunu biliyorum” demesi gibi.

Güzel şeyler kısa sürer! Tıpkı güzel bir kitap, güzel bir içki, güzel bir an gibi… Mutluluk da kısa süreli bir duygudur. Huzur, mutluluğun zıddıdır. Tuhaf bir denklem gibi gelecek; ama aşk ve sevgi fenomenolojisi de buna örnek olabilir. Aşk ile mutluluk birbirine benzer iki duygu ise, elbette mutluluk normatif bir durumdur; çünkü duygusal tepkimeleri olan her canlıda yaşanması muhtemeldir. Burada acıyı ele almayacağım. Acı bir başka yazının konusu olacak sözüyle şöyle devam edeyim. Kısa ve uzun zıtlıktaki temel belirtecimiz olmaktadır bu durumda. Düalist önerimler ve sentezleme kaotiğinden çıkan yaratımcılık insanlığın faydasına olabileceği gibi, daha uzun süreli yönelimlerle insanoğlunun felaketi de olabiliyor sıklıkla. Örneğin dinamit, antibiyotik ve çevre etkileri gözetilmeksizin yapılan büyük yapılar vb. “norm” ile “normal” çok yakın arkadaş, hatta kadim dostturlar. Sıradanlığın sürdürülebilirliği toplumsal ilişkilerde egemenlerin en çok istedikleri şeydir. Ortalama ile normatif.

DOĞANIN DENGESİ VE İNSANOĞLU

Bilimsel çalışmalar, doğa güçlerinin ekosistemle uyumu ve onların önceden tahmin edilebilirliğini sık sık göstermekle, insanın evrene ilişkin endişelerini hafifletir. Fakat çağlar boyunca bilim hiçbir zaman doğadaki kendinden uyumun şifrelerini çözmeye yetişemedi, yetişemez de. Doğa, canı istediğinde kendi kurallarını yıkar. Oysa modern bilim, bir yıldırımın düşmesinin bile önüne geçemedi daha, hatta bir gram toprak üretmeyi bile başaramadı. Modern Batı bilimi aklı önceler ve salt aklın ürünüdür. Bilimin amaçlarından biri de doğa geleneğini etkileyerek yerine yeni bir özne koyma çabasıdır. Bilimsel çalışmalarda coğrafi kültürler arasında da farklar vardır. Örneğin Uzakdoğu kültürü modern Batı biliminde farklı yöntem kullanır. En belirgin farkı, uyum ve dengeyi ilke olarak almasıdır. Uzakdoğu kültürü hiçbir zaman doğaya karşı çabalamamıştır. Bu kültürün kuralı çatışma değil, uyumdur. İçinizdekinin kontrolüdür esas olan. Yani nefsiniz, hırsınız, azminiz, benliğinizdir sizi yenilgiye uğratan. Bunları bilen ve içselleştirmiş olanlar, bunlarla her an yüzleşenler, bundan olumlu olarak beslenenler; işte, bunlardır uyumlu ve mutlu yaşayanlar.

Eksiklikler yalnızca miktarsal ölçütlerle kesin ifade edilirler belki; fakat bazen nitel şeylerde, mesela akıl gibi şeyler de miktarsal ifade edilebilirler. Bedenin aklı da yarımdır. Baştaki akla pek benzemez. Kimden ve neyden esinlenirse “o” olur. Nasıl ki kendi toprağına uyumlu bitki en çetin rüzgâra karşı direnç gösterirse o denli güçlü olur, insan da kendi bedenini hangi “manaya” yaslarsa o manada o denli güçlü olur ya da tersi. Varoluşsal ifadeyle; insan yeryüzüne fırlatılmış bir nesnedir ve diğer insanlarda yalnızca kendi olumsuz tavrını görür. Bu dünyaya özsüz bir şekilde gelen insan, yine nedensiz bir şekilde mi ölecek? Bu soru insana kaotik evrende kendine bir anlam yükleme çabası verir. İnsan nedir? Bana göre insan korkuları olan, doğaya karşı zayıf ve uyumsuz, kolay anlatımla çıplak ve açtır. Korumasız insan için doğa en büyük düşmandır. Ya onu yenecek ya da onunla uyumu seçecek. En büyük sorun da, eğer doğaya karşı galip gelirse kendini de yok edecek. Kim bilir insanoğlu bu savaşın şu anda hangi aşamasında?

Neyi arıyoruz bu dünyada? Ne güzel, değil mi? Doğduk, yaşa git işte. Oysa ne büyük bir soru bu aslında. Her zaman, her yerde kendimize sorup sorup sonra da her seferinde cevap bulamadığımız kocaman bir soru. Eğitim alıyoruz, öğreniyoruz, bir yığın kitap okuyoruz. Bunun için ölesiye uğraşıyoruz. Okuduğumuz onca eser içinde “İşte, tam da bu cevaptı aradığım” diyeceğimiz tek bir satıra bile rastlayamıyoruz çoğu kez. Daha büyük ve konforlu evlerde yaşamak istiyoruz, geçinebileceğimizden çok paramız oluyor. Eşyalarla dolu hayatımız, kilerlerimizde yiyecekler biriktiriyoruz. Yarın yiyeceğimiz ya da hiçbir zaman yiyemeyeceğimiz yiyecekler. Diğer canlılar öyle mi? Hayır, ne aslanın ne tilkinin ne de çakalın kilerleri var. Karnı tok aslan, ceylana yan gözle bile bakmaz. Doğa kitabını ışıkla, enerjiyle, yağmurla ve yıldızlarla yazar gökyüzünün altındaki deftere. Fazladan not tutmaz. Dengelidir, düzenlidir, iyidir. Sevdayı, aşkı ve üremeyi de vermiştir. Üstüne hazzı, şehveti, bir de kibri. Hangisi lazım gelmez ki insanoğluna? Hepsinden ister. Dürtüsü, güdüsü ve ihtiyacı olduğu her şeyden ister amansızca.

Nietzsche, şöyle der: “Kemikleri, eti, bağırsakları ve kan damarlarını kaplayan deri nasıl insan görünümünü katlanabilir hale getiriyorsa, ruhun çalkantıları ve ihtirası da kibirle kapatılmıştır; o, ruhu kaplayan deridir”… İnsanın kibri “tıpkı derinin iç organlarımızı kapladığı gibi” ruhumuzu kaplamaktadır.

Güzel insanların kalplerine değsin diye birkaç satır yazdım.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar