EDEBİYAT FELSEFE 

‘BULANTI’ / VAROLUŞ VE KAOS (5)

Hiçlikten söz edebilmek için evvela var olmak gereklidir. Varoluş felsefesinde de özne var olduğunu sezinlemeden önce hiçliğin taslağını çizemez.Bulantı’ roman boyunca kahraman, varoluşu sezinlemeden önce hiçlikten söz etmez. Varoluşun uyanışı ile beraber daha evvel içinde olduğu durumu değerlendirmeye başlar. “Düşünülemez bir şeydi bu: Hiçliği tasarlamak için önceden burada, dünyanın ortasında, gözler fal taşı gibi açık, canlı olarak bulunmak gerekiyordu; hiçlik benim kafamdaki bir düşünceydi sadece, bu sınırsızlık içinde salınıp duran bir düşünce: bu hiçlik varoluştan önce gelmemişti.” (Sartre, 2020: 197)

Hiçlik ve varoluş bağıntısı kaos ve düzen ile aynı işleyişe sahiptir. Nasıl ki düzen olmadan kaos üzerine düşünülmez ise aynı şekilde var olmadan hiçlik üzerine de düşünülmez. Kaos düzeni, “hiçlik, varlığı bağrında taşır” (Sartre, 2010: 594). Varoluş felsefesinde de varlık kaotiktir, varlık kaos oluşturur. Bu kaos bir yandan sürekli yenilenen, süren bir döngüdür aslında. Ondan kurtulmak mümkün değildir. Varoluş felsefesi bu kaosun bitimli olduğuna inanmaz, onun için bu ölümle sona eren bir terk edilmişlik, bir başınalık ve zorunluluktur. Ancak bu kaos içinde düzeni sağlayan şey ise seçimlerimizdir. Salt kendi seçimlerimiz. Bu yüzden ‘ben’ dışında kalan hiçbir şey seçimlerde etkili değildir. ‘Ben’ dışında kalan her kavram, özü, yani düzeni, bu düzen kesinlikle bireysellik odaklı, her özne için değişken olan bir yapıyı içeren düzenin dışında kalır. Özne önce hiçlik devrinden bilinçlenerek varlığı keşfeder, buna varlığın bilinci yahut bize göre kaos denebilir. Bundan sonra seçimleri ile her özne, özgür ve salt kendi seçimleri ile kendi özünü, yine bize göre düzeni meydana getirir. Bu düzen de durağan değil, akışkan ve değişkendir.

Hiçbir şey yapmak istemediğimi çok iyi biliyorum. Bir şey yapmak, bir parça varoluş daha yaratmak demektir, oysa şu durumda yeterince varoluş var.” (Sartre, 2020: 249)

İnsanın varlığı keşfinden sonra kendini oluşturma olanaklarının bütününe vurgu yapan bu felsefe seçimler ile özgürlüğü zorunlu kılar. Akıl varlığı olan insan sürekli olarak varlıklar arasında bir düzen ve anlam arayışı içindedir. Hakikatle karşılaşınca varoluşun şokunu yaşayan insan, dünyadaki anlam arayışından vazgeçecek ve doğrudan kendi bilinciyle kendi varoluşsal yazgısını gerçekleştirmeye, bir başka deyişle kendini gerçekleştirmeye çalışacaktır. Kendini gerçekleştirmeyi amaç edinen insan bunu yine kendi varoluşsal ölçüleri içinde ve özgürce yapacak, bu yolla da kendi özünü kendisi oluşturacaktır. Buradaki esas ölçü, varoluşça bir ölçüdür. Yani kişinin merkezde olduğu ve her yönüyle sorumluluk alarak kendini gerçekleştirdiği etkin bir yaşamdır. Sürü içinde kaybolmayan, hangi yöne gideceğine kendisi karar veren ve yönelimlerinin hesabını kendisi veren insan ancak varoluşunun farkına vararak kendini gerçekleştirebilir. S. Kierkegaard’ın da dediği gibi, “birey eğer kendini gerçekleştirmek istiyorsa sürüden ayrılmak, sürünün yürüyüşüne ortak olmamak zorundadır” (Kierkegaard, 1997: 146). ‘Sürüden ayrılmak’, burada varoluşun farkına varmaya atıf yapılmak için kullanılmıştır. İnsan “önce var olup sonra kendisini yaratan tek varlıktır” (Peltek, 1954: 20). İnsan önce var olur, sonra da şu ve ya bu adam olmayı seçer. Roquentin de “Bir şeyler yapmak istemiyorum” derken bu seçimlerin gene onu varoluşa götüreceğini, varoluşun hiç bitmeyeceğini düşünür. Burada kaosun bitimsizliğini imler bir ölçüde. Bu sebepten eylemsiz kalmayı ister. Ancak bu imkânsızdır. Özne seçmekte özgür ancak seçmeye mahkûmdur. Seçmemek de bir bakıma seçimi içerdiğinden seçmeye mahkûmiyet söz konusudur.

Deneyemez miyim ben? Elbette beste yapmaktan bahsetmiyorum. Ama başka bir şey deneyemez miyim? Bir kitabı olması gerekiyor bunun: Başka bir şey ortaya koyamam ki. Ama bir tarih kitabı değil: Tarih, var olmuş olan bir şeyden söz eder; oysa bir var olan başka bir var olanın varoluşunu gerekçelendiremez.” (Sartre, 2020: 255)

Varoluşçu romanların kahramanları çoğunlukla eylemi düşünür, sadece düşünür. Fakat eylemde bulunmakta kısırdırlar. Roquentin de eylemi düşünmektedir. Yazdığı tarih kitabını yazmayı bırakır, tarihin varoluşunu gerekçelendiremeyeceğini düşünür. Çünkü o geçmiş olduğu için bir varoluştur artık. Varoluşu bir nebze, mümkünse eğer gerekçelendirebilmek için yüzünü şimdiye ve geleceğe dönmek ister. İçinde olduğu varoluş kaosunu bir nebze olsun öteleyebilmek için, düzene ulaşabilmek için seçimleriyle hareket etmesi gerektiğini bilir. Bunun için önce yazdığı Rollebon’un otobiyografisini yazmayı bırakır. Yeni şeyler yapmak gerekir. Yapabildiği de kitap yazmaktır. Yazacağı var olmuş olanı değil, yeni bir varoluşu yazmalıdır. Yaşadığı kenti de terk edip Paris’e gider. Roquentin artık varoluş bilincini tamamlamıştır.

Varoluş, yaşamın bilincidir.” (Altınörs, 2003: 112) O artık ‘var’dır. Bundan sonrası için düzeni seçimleriyle sağlamaya zorunludur. Ancak varoluş bitmediğinden kaosun da bitmesi mümkün değildir. Öznenin varoluşu ve kaosun bitişi ancak ölümle mümkündür. Bu tekrar varoluşun var olmamaklığa dönüşüdür.

Egzistansiyalizmde kaosu oluşturan zihindir. Bilinç, varoluşu duyumsamayan öznenin içinde olduğu hiçlik durumundan var olduğunu duyarak onu kaosa çeker. Varoluşu duyan özne artık kendini onun içinde bulur. Roquentin bu kaostan hoşlanmaz; bu kaosu kendisine duyuran, yani var olan her şeyden tiksinti duyar. Bu roman üstünkörü bakıldığında nefretin şiiri gibi görünse de aslında kaosun anlatısıdır. Kaos teorisinin çeşitli özellikleri vardır:

Düzen düzensizliği yaratır. Düzensizliğin içinde bir düzen vardır. Düzen düzensizlikten doğar. Yeni düzende uzlaşma ve bağlılık, değişimin ardından çok kısa süreli olarak kendini gösterir. Ulaşılan yeni düzen, kendiliğinden örgütlenen bir süreç vasıtasıyla kestirilemez bir duruma doğru gelişir.” (Uçar, 2010: 49)

Düzen düzensizliği içinde taşırken, düzensizlik de düzeni barındırır. Düzen ve düzensizlik kendi içerisinde sınırsız olanaklar barındırır. Geleneksel ontolojinin dışında kaos teorisi sırtını kargaşaya dayayan bir düzen anlayışından hareket eder. Gelenekselin dışında kalan kaos teorisini yalnız fizik ile ilgili olarak düşünmemek gereklidir. Aslında yaşamın her alanında kaos vardır. Kaos içinde düzeni, değişken ve sınırsız bir düzeni taşır. Fiziki dünya duyular yoluyla algılanarak var olduğu kavranır. Bu ön kabul öngörülemez ve dinamik bir yapıdır. Geleneksel ontoloji dünyayı kesin ve sabit bir düzen ile açıklama gayreti taşırken, son yılların hakim teorisi olan kaos teorisi ise bir düzene sırtını yaslamaz. Sabit ve kesin düzen anlayışı varlığı kutsala bağlamak gayretinden ileri gelir. Farabi, tanrı için, “Vacib ül-vücud” (Hammond, 1994: 155) der. Onun için tanrı bir zorunluluktur. Düzenden söz edilecek ise geleneksel ontoloji sırtını tanrıya dayamaktadır. Farabi tanrı dışındaki diğer varlıklar için ise “Mümkün-ül vücûd” (Hammond, 1994: 155) der. Bu da var olmak için tanrıya ihtiyaç duyanları kast eder. İlk neden diğerlerine de neden olur. Varoluşçuluk bu ontolojik algıyı kırarak nedeni ortadan kaldırır. Var olmak için tanrıya ya da başka bir nedene gerek olmadığını ifade eder. Bu da bilinci var olmanın kaosuna iter.

Kaos teorisi, sabit ve değişmeyen bir düzenin, evren içinde imkânsızlığına vurgu yapar. Zamandan söz edilebilir ise kaos da var demektir. Çünkü değişen her şey kaotiktir. Sosyal bilimlere de uyarlanabilecek olan kaos aslında yalnız uzayda yer kaplayan, matematiksel olanlarla sınırlı değildir. Kaos yaşamın her alanında mevcuttur. Ekonomi, canlılar dünyası, sosyoloji, iletişim, toplum sistemleri gibi daha pek alan esasen kaotik bir işleyiş içerir.

Bulantı’ romanı aslında varoluşta “doğru yolu gösteren bir nefret edişin şiiridir” (Murdoch, 1983: 24). ‘Bulantı’ romanı, Jean-Paul Sartre’ın bu kaotik ontolojiyi, hiçbir şey vaat etmeyen, yalnızca bunu yaşayan, başından büyük serüvenler geçmeyen Roquentin üzerinden işlediği var olmanın anlatısıdır.

KAYNAKLAR:

– Sartre, J.P. (2020), ‘Bulantı’, Can Yayınları, Çeviren Selahattin Hilav, 46. Baskı, İstanbul.

– Sartre, J.P. (2010), ‘Varlık ve Hiçlik’, Çev. Turhan Ilgaz ve Gaye Çankaya Eksen, İthaki Yayınları, İstanbul.

– Kierkegaard, Sören (1997), ‘Ölümcül Hastalık: Umutsuzluk’, Çev. M. Mukadder Yakupoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

– Peltek, O. (1954), ‘Egzistansiyalizm Üzerine’, İstanbul: Kültür Dünyası.

– Altınörs, Atakan (2003), ‘Dil Felsefesine Giriş’, İnkılap Kitabevi, İstanbul.

– Uçar, Semra (2010), ‘Kaos Teorisinin Felsefi Temelleri’, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

– Hammond, Robert (1994), ‘Farabi Felsefesi ve Ortaçağ Düşüncesine Etkisi’, Çev. Uluğ Nutku – Gülnihal Küken, Felsefe Arkivi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Sayı: 29.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar