EDEBİYAT FELSEFE 

‘BULANTI’ / VAROLUŞ VE KAOS (6)

İnsanı şeylerle ortak kılan, var olmasıdır. Ancak onu ayıran nokta ise bilinci, yani var olduğunu duymasıdır. Var olduğunun ayırdına varabilen tek şey insandır. İnsan diğer nesneler gibi var olduğunu anladığı an, varlık üzerine düşünmeye başlamıştır. Varlığın nasıl olduğu, nedenleri ve var olmanın amacı üzerine çeşitli düşünceler geliştirmişlerdir. Aristoteles’ten günümüze uzanan varlık sorunsalı çözümü henüz ve belki hiç bulunmayan, bulunamayacak olan bir meraktır.

Varlığı Herakleitos ve Whitehead, ‘oluş’; Sokrates, Platon, Aristo ve Hegel, ‘idea’; Husserl, ‘görüngü’; Demokritos, Hobbes ve Karl Marx ise, ‘madde’ olarak ifade etmişlerdir. Bize göre varoluşçuluk felsefesi kendinden önceki düşüncelerden beslenerek aslında sırtını bütün bir ontolojiye yaslamaktadır. Felsefenin birikimli bir düşünsel toplam olduğunu kabul edersek bu durum çok da şaşırtıcı gelmez. Varoluşçuluğun kendinden önceki felsefi düşüncelerden ayıran noktası köksüzlüğü ortaya atarak varlığın bütün sorumluluğunu özneye yüklemesindedir diyebiliriz. Elbette sorumluluğun topyekûn yükleyen varoluşçuluk kanadı tanrıtanımaz varoluşçuluktur. Bu akım içerisinde Jean-Paul Sartre’ın fikirleri sözcülük etmiştir demek yanlış olmayacaktır. Sartre, ‘Bulantı’ romanında bu felsefenin çerçevesini sunmuştur okura. Her ne kadar edebi bir eser olarak çıksa da karşımıza, bu eser felsefi bir söylemin romanıdır. Pek çoklarınca “nefretin şiiri” yahut insanlarca “var olan her şey için bir tiksintinin metni” olarak görünse de aslında varoluşun evrelerini aşamalarıyla aktaran bir metindir. Bu roman kendinden sonra varoluşçuluğu kullanarak yazılan romanlar için bir kılavuz olmuştur. Romandaki kahraman Roquentin, belirsiz, sıradan, renksiz ve olağan bir insandır. Zaten bunu romanın ilk sayfasında Sartre da söyler. Roquentin yahut romanın kendisi bile bir şey anlatmak, kurgulamak amacı gütmez; onun amacı, okura varoluşu duyurmaktır. Bundan dolayı roman içinde belli bir vakadan söz etmek imkânı yoktur.

Sartre bu roman içine varoluşçuluğun, en azından kendi varoluşçuluğunun kurallarını aktararak romanı bir bakıma varoluşçuluğun kural kitabı olarak vücuda getirmiştir. Sartre’ın sözcüsü olan Roquentin, önceleri yalnızdır, varoluşu kavramak için yalnızlık bir gerekliliktir, zira bunun kavranması için bütün dış etkenlerin dışarda kalması gerekir, yalnızlık ile karşılaştığında varoluşun anlamını, nedenlerini sorgulamaya başlar. Öncelikle var olduğunu kavrar. Bu varoluş onu mutlu etmez; çünkü bunda bir anlam bulamaz, kurtulmaya çalışır ancak varoluşun kendisini kuşattığını görür. Varoluşun her şey olduğunu, her şeyin var olduğunu gördüğünde ise “bulantı” adını verdiği bir kargaşanın içine girer. Biz Sartre’ın adlandırdığı bu duruma “kaos” adını vermeyi uygun buluyoruz. Bu adı vermemizdeki temel neden, varoluşçuluğun roman içerisinde aktarılan aşamalarının “kaos teorisi” ile benzerlikler arz etmesidir. Kaos teorisinde önce bir hiçlik konumu bulunmaktadır, ardından bir kaos ortaya çıkarak bunun içinden düzen meydana gelir. Bu düzen de değişken ve sonlu olabilmektedir. Bu kaos teorisini varoluşçuluğa uyarladığımızda, özellikle ‘Bulantı’ romanı içerisinde Roquentin önceleri varoluştan habersiz iken bir hiçliğe konumlandırılır. Ardından ise var olduğunu kavrayarak bilinçlenir. Bu bilinçlenmeye Sartre ve onun güdümünde olan Roquentin “bulantı” adını verir. Bu aslında kaostur. Bu varoluş da tıpkı kaos gibi belirsiz, nedensiz, anlamsız ve kestirilemez olanaklara sahiptir. Var olmaya duyulan nefret, tiksinti, insanın varlığının anlamına ve nedenlerine karşı duyulan belirsizlikler, varoluşun kaotik özelliklerine işaret etmektedir. Var oluşun sezinlendiği kaotik durumdan sonra düzen için Roquentin bir şey yapmak gerektiğinin farkındadır. Kaos teorisinde düzen, bu düzen görecelidir, kendiliğinden meydana gelirken varoluşçulukta düzen, varoluş kaosu yaşayan birey tarafından seçimleriyle meydana gelmektedir. Kaosun içinde düzen, varoluşun içinde de seçerek özünü oluşturup kendi düzenini yaratmak vardır.

Kaos da varoluş gibi saçma, nedensiz, anlamdan yoksun ve rastlantısaldır. Varlık özden önce gelir; bu, “Kaos düzenden önce gelir” olarak çevrilebilir. Çalışmamızın özü aslında hiçlik, yani varoluş bilincinin olmadığı dönem; kaos, yani varoluş bilincinin oluştuğu dönem, düzen, seçimler dönemi olarak aktarılabilir. Varoluşçuluk felsefesinde kaosu oluşturan zihindir. Varoluşun bilinci roman içinde kahramanı kaosa doğru itip ondan bir düzensizlik içinde salt kendisi ile ilgili, kendi seçimleri ile ortaya çıkabilecek bir düzen beklentisine girer. ‘Bulantı’ romanı aslında varoluş kaoslarını aktaran felsefi bir metnin sade bir ürünüdür. Bu sebeple varoluşçuluk kendisine getirilen burjuva düşüncesi, edebiyat akımı gibi eleştirilere aslında bu şekilde cevap vermektedir. Varoluşçuluk bir ontolojik düşüncedir. İnsanla ve var olan her şey ile ilgili ve kapsayıcıdır.

Bu altı bölümlük çalışmada, varoluşçuluğun ontolojik yapısı üzerine ‘Bulantı’ romanında verilen kodların çözülmesi ile varoluş ve kaosun benzerliklerini tespit etme gayretinde bulunduk. Çalışmamızın sonucunda, romanda “bulantı” olarak adlandırılan durumun ontolojide “kaos”a denk geldiği tespit edilmiştir. Roman içerisinde kahramanın bilinç aşamalarının pek çok açıdan kaos ile örtüşmekte olduğu görülmüştür.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar