YAŞAM 

ÖLÜMÜN SAATİ VAR

Yeni bir haftanın, yeni bir günün planını yaparken 6 Şubat 2023 sabahı bizleri neyin beklediğini bilemiyorduk.

O sabah, çok acı veren bir güne uyanmıştı herkes. Etkisi yıllarca sürecek bir güne.

Hava soğuktu, hava yağmurluydu, hava karlıydı, toprak buz gibiydi, beton soğuktu.

Bizim ise elimizden bir şey gelmiyordu; çünkü milletçe hepimiz enkazın altındaydık. Kime sorsam kimse yemek yiyemiyor, kimse sıcak yatağına girmek istemiyor. Herkes üşümek, yağmurda ıslanmak ve aç kalmak istiyordu. 

Bu kadar gün geçmesine rağmen umutla bekleyen insanlar hâlâ enkazın başında yardım bekliyordu. Şurada bir çocuk ve annesi var, şurada üç kişilik bir aile var, şurada… Şurada… Bitmek bilmeyen feryatlar ve geç kalınan müdahaleler…

Kimi bir gün, kimi iki gün, kimi beş gün, kimi on gün bekledi. Direndi, her şeye rağmen hayata tutunmaya çalıştı enkazda. Kurtarılmayı bekledi. Kurtarılmayı…

İnsanız biz, duyguları olan, acı duyan varlıklarız. Öfkeleniyor, elimizden bir şey gelmemenin acısıyla kıvranıyorduk. Bin bir ümitle bekliyorduk mucizeleri. Çaresizliği gördüğümüzde kahroluyorduk. Kalkarken otururken dualarımız hep diğer yanımızdaydı, enkazdaydı. Keşkeler ise kimseyi kurtarmıyordu.

Ne hayallerle ne umutlarla alınan ve yuva denilen o evler, kurulan hayallerle birlikte tek tek mezar olmuştu, benim yuvam diyen insanlara.

Enkazdan çıkartılan çocuğun, enkazda kaç gün kaldığını bilmeden, tüm masumiyetiyle kendisini kurtaran kişiye “Abi, babam bize evi emanet etti. Burada şu renkte şu çantamız var.” deyişini hıçkıra hıçkıra ağlayarak izlemedik mi?

Enkaz altında birbirine sarılmış anaları, babaları, çocukları görüp de gözyaşı dökmeyen var mıydı? Hele enkazda kalan kızının elini sımsıkı tutan babaya, bir buçuk gün kucağında kızının cansız bedeniyle yaşama tutunan anneye ne demeli?

Geriye ne kaldı, peki? Küçük notlar, fotoğraflar, oyuncaklar, parçalanmış aileler, yarım kalan hikâyeler, kaybolan çocuklar, isimsiz mezarlar, ölüm sessizliğine bürünmüş şehirler, yıkılan bir gelecek… Tarihin hafızasına gömülen bir enkaz… Birkaç tutuklama ve sıfır istifa…

Evet, hepimiz bir gün öleceğiz; ancak ölüm gelecekse kendiliğinden gelmeli, başkalarının eliyle değil. Bu kader değil… Bu kader değil… Bu düpedüz sorumsuzluk, bu düpedüz cinayet…

İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı yaşadığımız ülkede. Binlerce insanın ölümüne sebep olanların vicdanı sızlamalı, pişmanlık duymalı, af dilemeli, mukadderat dememeli.

Ölümün saati yok, diyor ya Doğan Cüceloğlu. Evet, yok. Ancak 6 Şubat’ta ölümün saati vardı, hem de dakikasıyla birlikte.

* * *

Çaresizliğin, umutsuzluğun, gözyaşının birbirine karıştığı günlerdeyiz.

Ben insanım, ben acı duyuyorum diyen herkes kendince bir şeyler yaptı, yapıyor, yapacak da.

Bu sefer ateş düştüğü yeri yakmadı, bu sefer ateş hepimizi yaktı. Bu nedenle kenetlenip yeniden başlamamız, acılarımıza tuz basa basa hayata tutunmamız, zihnimize kazınan görüntüleri tekrar yaşamamak için olanları hatırlamamız, anlatmamız, unutmamamız lazım.

Hiçbir söz, hiçbir ev ve bize sunulan dünyalar dolusu para da olsa getiremeyecek sevdiklerimizi geri. Biz, geride kalanlar, onlar için yaşamalıyız. O kadim şehirler yeniden kurulacak ve o güzelim kültürler yeniden yaşayacak. Birbirimize kenetlenerek yeniden yaratmalıyız. Yeniden başlamalıyız.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar