YAŞAM 

İNCİR KOKUSU

Hayat herkesi kırar ve sonrasında birçokları o kırık yerlerinden güçlenir.” – Ernest HEMINGWAY

Dünyayı yıkıp kalıcı gibi görünen koronavirüs salgınına bizim ülkemizde damga vuran “65 yaş ve üzeri” grubunun bir üyesiyim. 73 yaşında bir kadın, Safiye! Hani şu “laikçi teyzeler” diye hafife alınmak istenilen, yağmurda ıslanan sokak köpeğini görünce hemen mutfağa koşup bir şeyler hazırlayıp köpeği doyurmaya çalışan… Kar köpüklerinde sokağa çıkıp dans eden, her koşulda ve yaşta öğrenilecek bir şeyleri olan, hayatın esprisi ve müziğini içinde hisseden kuşak…

İzmir Kız Sanat Lisesinde öğrencisi olma şerefine eriştiğim Zuhal Yorgancıoğlu! “Yeni ufuklar düşlemek için hünerli ellere sahipsiniz, hadi bakalım!” dediği sesi hâlâ kulaklarımda çınlar. Eğer Alsancak’ta oturuyor olsaydık, terzilikten çok para kazanırdım. Cömertliği öğrendiğim babamın açtığı her kumaş dükkânı kapanmak zorunda kaldığından, kiraları az olan mahallelerde oturduk hep.

İyi bir terzinin aynı zamanda iyi resim de yapabileceğini düşündüğüm o yıllarda gönül kırıklıklarım, sıkışıp kabuğuma çekilmişliğim, parasızlık ve çaresizlikten yarım bırakmak zorunda kaldığım İstanbul Üniversitesi Tatbiki Güzel Sanatlar Fakültesi…

Onunla tanışmamız üniversitedeki odasında olmuştu. Her yeni öğrenciyle birebir tanışırdı, Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver. Heyecandan ellerim titriyor, kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Elimi uzatırken başımla da selam vererek:

– İzmir’den Safiye!

Gözlerim görmeye başladığında, hocanın derin bir burun nefesi alıp şöyle dediğini hatırlıyorum:

– Bize incir kokusunu getirdin!

Türk süsleme sanatının her dalını öğrenip tezhipte karar kıldım. İzmir Kız Sanat’ta da çok sevdiğim resim dersi şimdi yerini bulmuştu. “Bazı insanlar, içlerinde sanatın sihrini taşırlar!” Süheyl Hoca’nın bu sözünü de zihnime kazımıştım. Sabrın sanatı dedikleri tezhip, her aşaması sessiz bir emeği gerekli kılan sevgidir. Renklerin olduğu gibi kullanıldığı, resmi çizeceğiniz kâğıdın birkaç aşamadan sonraki haline “aharlama” denir. İpek gibi bir hal alan kâğıdın kurutulması, sonra da çay veya başka soğuk ve şekersiz içeceklerle boyanması…

Tezhibin dünyası tamamen sabır isteyen, sabra katlananların da dingin bir iç dünyayla tanışmasıdır.

Çok sevdiğim okulumu bitirmek kısmet olmadı bana. Almanya’da işçi olmak düştü payıma. Süheyl Hoca’mla vedalaşmak için odasına gittiğimde, kırmızı mühürlü bir mektubu avcuma koyup, “Bunu Goethe Üniversitesi Dil Okulundan filanca hocayı bulup ona vermelisin” dediği o an! Bir iyilik eli avcumu ısıtıvermişti. Almanya; hem dil öğrendiğim hem işçi olarak çalışıp aileme destek olduğum hem Avrupa’yı ve Çin’i gezdiğim hem de asıl amacım olan resim ve tezhip çalışmalarımı geliştirdiğim ülke olmuştu aynı zamanda. Biz “ak saçlılar”, hiçbir zaman sadece kendimiz için yaşamadık, yaşayamadık. Sürekli bir sorumluluk duygusu taşıdık.

Bu kuşağın binlerce genci ülkesi için ölümlere yürüdü, binlercesi ailesi için kendinden vazgeçti. Binlercesi ülkesinin kalkınması için çalıştı, tükenmedi. Ne yaşadıysa da coşkuyla yaşadı. Bana gelince, emekli olasıya kadar kazandıklarımla İzmir’in en eski Türk muhiti olan Damlacık Sokağı’ndaki daha önce kiracı olarak oturduğumuz, demir korkuluklarından sardunyalar sarkan o evi satın alıp yeniledim. Bu evin içini Yörük kilimleri, kendi yaptığım tablolar, kendim dikip işlediğim büyük renkli minderler, çini işlemeli tabaklar vazolar ile donatıp kendi kişisel müze evimi kurdum. Şimdilerde, tarihi müzayedeler için özel davetiyeler hazırlıyorum. Gelirlerini de kız çocukları okusun diye harcıyorum.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar