YAŞAM 

GERÇEKLER MUTLAKA ORTAYA ÇIKAR

Benim hayatımın tuhaf bir tarafı vardır: Tavsiye veya yaşama dair bilge sözleri hemen hep erkeklerden, dersleri de hemen hep kadınlardan almışımdır. Bu okuyacağınız yazı, bir ders ve bir tavsiye hikâyesidir.

Her şey bundan birkaç ay önce başladı. O zaman tam kavrayamadığım farklı insanlar ve iş hayatımda yepyeni roller yaşamıma girmeye başladı. Bu kişilerden biri, o zaman şahsen tanımadığım ama gıyabında çok farklı şeyler duymaya başladığım bir kadındı. Bir grup olumlu, bir grup olumsuz konuşmaktaydı. Ben o dönem hiç önemsemedim bunu; çünkü insanlar başkaları hakkında konuşurdu, konuşabilirdi.

Aradan zaman geçti, hiç beklemediğim yarı resmi bir toplantıda yollarımız kesişti. Bizi tanıştırdılar. Bir ara sandalyemden kalkıp gezindiğim bir zamanda kadının özetle şunları söylediğini duydum:

Evli, zengin adam. Aylardır peşime düşmüş, deli dana gibi. Alaya aldığım bir şey bile paylaştım, üzerine alınmadığı gibi, hoşuna gitti…

Etrafındaki birkaç kişi onu dinlerken biri, “Siz nezaketli davranmışsınız, bu tür insanlar öyle göndermelerden anlamaz, doğrudan kızsaydınız…” dedi.

Yürüdüğüm için ötesini duymadım. Bana o toplantıyla tamamen alakasız gelen bu konuşma tipik bir dedikodu olarak göründü. Fakat sonrasında daha farklı bir şey yaşandı. Diz boyu elbise giyinmiş bu kadın, toplantı sürerken davranışlarındaki yapmacıklık ve zorlama bir tarafa, bir ara toplantıdakileri fotoğraflamak için eğilince bacaklarını öyle açtı ki içi dışı göründü. Bilirsiniz, bu tür durumlarda erkekler bilinçsizce bacaklarını açar, kadınlar ise bilinçsizce bacaklarını kapar. Yani olan olay, tamamen bilinçli bir olaydı. Ben sadece gülümsedim ve daha önce sarf ettiği sözleri anımsadım.

Toplantı sonrası ben herkesle vedalaşırken kendisini yalnız ve ne yapacağını bilemez gördüm, çok da ilgilenmedim. Belki de istediği ilgiyi bulamamıştı?

Konu benim için yine orada kapanırdı ama kapanmadı. Aradan yine zaman geçti ve benim Van ziyaretim oldu. Eğitim verdiğim günün akşamında otel odamdayken sosyal medya hesaplarıma bakmaktaydım. Ana hesabım kendi adıma olsa da mesleki farklı hesaplarım da vardı ve biri terapiyle ilgili olan hesabımdı. Bir süredir bakmadığım bu hesabıma yaklaşık iki hafta önce bir mesajın geldiğini fark ettim.

Mesaj yine yeniden bu kadın hakkındaydı ve yaklaşık olarak şu şekildeydi:

Sayın hocam, belki tanırsınız diye size sormak ve sizden bilgi edinmek istedim. …. rahatsızlığı sebebiyle bu alanda bilinen bu hanımla görüşmek istedik. Fakat birinden duyduk ki kadın evli olmasına rağmen pek çok yasak ilişki yaşamış, eşi de gelenekten boşanamamış ama kalp hastalığı geçirmiş. Biz neye inanacağımızı bilemedik. Sosyal medyaya ya da videolarına baktığımızda bilgili, uzman, son derece mülayim görünen bu kadına biz … konusunda güvenebilir miyiz? Ne yapalım? Siz olsanız ne yapardınız?

Ben, bir ara bocaladım. Benimle ne alaka? Fakat yazan kişiye de üzüldüm ve ona yaklaşık olarak şöyle yazdım:

Mesajınızı ancak okudum. Ben bu hanımı gerçekten tanımıyorum. Sorunuza tanısam da evet ya da hayır diyemezdim; çünkü bu kişisel bir konudur ve mesleki açıdan bambaşka bir uzmanlığı olabilir. Naçizane, ihtiyacınız olan alandan başka uzman kişiler veya kurumlar vardır, onları da araştırın. Kalbinize, aklınıza en iyi gelen neyse … için ona karar verin.

Ertesi sabah bana kısa bir cevap yazdıktan sonra adı Çiğdem olan bu hanım, kendisini görünmez kıldı ve mesajı yaklaşık olarak şöyle idi:

Cevabınız için teşekkür ederim. Bir şirketin yöneticisinin özel hayatı, şirketle iş yaptığınızda önemli olmayabilir ama canınız gibi sevdiğiniz biri için danışacağınız kişinin özel hayatı her şeyi değiştirir.

Herkesin özel hayatı kendisinedir ve bu yazının konusu da özel hayatın eleştirisi değildir. Fakat Van Havalimanı’nda İstanbul’a dönmek için otururken, aylardır karşıma farklı yer, zaman ve sebeplerle çıkan bu kadını internette araştırma ihtiyacı hissettim. Uçak kalkana kadar on – on beş dakika adını yazıp bakındım. Hakikaten araştırdığınızda görüntüsü hoştu ve videolarındaki konuşmaları, ezberden gibi olsa da bilgili bir kadındı. Ama gerçekte kimdi? Ya o toplantıda söylediği sözler nedendi?

Zaten bu dönemin en önemli sorunu da budur: Gördüğümüzü sandığımız kişiler gerçekten kendileri midir? Ya da hangimiz kendimiz olarak ortadayız ki? 

Uçağa bindiğimde “Aman bana ne” dedim, gülümsedim fakat hâlâ bağlantıları göremiyordum.

Bu arada, özellikle ağustos ve eylül aylarında tam da anlayamadığım acayip bir gerginliğim vardı. Eylül son hafta ateşlenerek hastalandım. Benzer zamanda uyuyamaz oldum. Az uyuyan biriydim ama öyle bir hale gelmiştim ki geceleri ancak iki saat kadar uyumaktaydım. İçimde bir şeyler sinyal verse de o dönem bu yaşadıklarımın bir yanardağ öncesi ilk sarsıntılar olabileceğini henüz bilmiyordum.

Nitekim Van’dan pazar günü döndüm ve pazartesi sabahı otuz sekiz buçuk ateşle uyandım. Sanki gece bir şey olmuş, üzerimden bir şey geçmiş ve beni yatağa mahkûm etmiş gibiydi. Kalkamıyordum. Ne kadar ateş düşürücü alsam da fayda etmedi. Uyuyabildiğim zamanlarda ara ara kendi iniltime uyandım.

Salı sabahı daha da kötüydüm. Ateşim otuz dokuz nokta sekiz olduğunda oğlum beni hastaneye götürdü. Nasıl gittiğimi bilmiyorum; zangır zangır titriyordum. Nefes alamıyordum. Ciğerlerim, burnum, başım her yerim doluydu ve sanki patlamak üzereydi. Verdikleri ilaçları ve takviyeleri almaya başladım.

Çarşamba sabahı hâlâ ateşim vardı. Bir şey yiyemiyordum. Nefes alamadıkça çıkarıyordum. Oğlum burun spreyi aldı, nispeten rahatladım. Çarşamba gecesi, babamı gördüm rüyamda. Ağır korona geçirdiğim zamanda da rüyama girmiş ve bana “Sen ve oğlun iyileşeceksiniz, merak etme” demişti. Bu kez rüyamda bir cumhuriyet kutlaması vardı. Kıpkırmızı bayraklar arasında bir tören yapılmaktaydı. Töreni izleyen insanların hepsi siyah giyinmişti ve babam bembeyaz kıyafeti ve şapkasıyla en önde oturuyordu. Ona doğru koştum, kemiklerini sıkar gibi sarıldım ve kulağıma şu sözleri söylediğini duydum:

Daima kendin ol, kendin kal; koşulların ne olursa olsun!

Uyandığımda ter içindeydim ve babam öldüğü zaman bile ağlayamamış ben, yatakta oturup hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ne kadar ağladığımı bilemiyorum. Sonunda yataktan banyoya zar zor gittiğimde şişmekten kurbağa gözüne dönmüş gözlerime bakakaldım.

Aynaya ne kadar süreyle baktım, farkında değilim. Fakat o anlarda bu dönemde hayatıma giren iki farklı kadının sözleri geldi aklıma; biri yeni Alman tıbbında uzman sevgili Özlem ve diğeri de seramik sanatçısı sevgili Varda idi.

Özlem, hastalıkları şifalanma olarak görmekteydi. Onun diliyle ben, beni kısıtlayan, beni nefes almaktan alıkoyan, bana yük olan neydiyse ondan kurtuluyorum. Bedenim bana rahatsızlık veren duygu ve düşünceyi bu şekilde atıyordu.

Varda ise insanların bilgiyle geldikleri dünyada, çocukken o bilgiyle ne yapacaklarını bilemediklerinden yük gibi bilgiyi taşıdıklarından söz eder. Yaşam boyunca bize verilmiş bilgi ve yetenekleri kullandıkça yükümüz azalır ve barış içinde oluruz. Öyle ki tam anlamıyla kendimiz olduğumuzda artık bir çocuk gibi özgür insanlar olarak yaşlanır ve huzurla dünyadan göçeriz.

Babam Alzheimer idi. O an anladım ki babam kendi olamamıştı. Bir yerde, bir şekilde kendi olamadığı için unutmayı seçmişti. Hayatını unutmayı. Yüzleşmek istemiyordu ve bana “Sen kendin ol ve kendin kal” derken aslında kendisinden de söz ediyordu.

Ben ise çok mücadele vermiştim. Örneğin arabuluculuğa başlama sebebimi dış nedenlere bağlıyordum; ancak sonradan fark ettim ki ben aslında kendi çatışmalarımı çözmek istiyordum. Ve eğitimlerimde de daima dile getirmişimdir:

Kendi çatışmalarını çözmek istemeyenin benimle yolu kesişmez…

Arabuluculuğun bana vereceği bir şeyi kalmadığında yirmi üç yıllık mesleğime son verirken yepyeni bir kariyere başlıyordum ve bu dönemde çalışmaya başladığım Tomurcuk Kooperatifi’nde, farklı gelişime ihtiyaç duyan gençlerle çalışırken onların saf ve çocuk kalmış dünyalarında ben de çocuk oluyordum.

Varda’nın dediği gibi…

Doğduğunda bilgiyle doğar ne yapacağını bilemezsin ama yaşamda kendin olduğunda çocuk olarak yaşlanırsın.

Ve böyledir yaşam!

Ya kendimiz oluruz ya da olamadığımız kendimiz için sanal bir dünya yaratırız. Kendimiz isek paylaştıklarımız gerçektir, yaşamımız bir örnektir ve insanlara esin olur. Kendimizle mutlu değilsek, sorunlarımızla başa çıkamıyorsak sanal bir dünya yaratırız ve gerçek kendimizi unutmak isteriz. Orada her şeyi filtreleriz, manipüle ederiz, rol yaparız, kendimizi iyi göstermek için başkasını kötüleriz ama illa bir yerde bir şekilde açık veririz.

Çünkü gerçekler mutlaka ortaya çıkar!

Çıkamadığında ise unutmayı seçeriz…

Kendimiz olmayı.

Kendimizi unuturuz!

Bundan aylar önce ibret olacak bu kadın, beni yaşayacaklarım sırasında aydınlatacak Özlem ve Varda neden hayatıma girdi ve ben neden mesleğimi bir anda değiştirdim, bilemiyordum.

Şimdi biliyorum.

Ve biliyorum ki bir kez ders öğrenilince orada son bulur. Bir daha yolum asla ve asla bu kadınla kesişmeyecektir.

Bunu, hâlâ çok halsiz olan bedenime rağmen, içimdeki hafiflemeden anlıyorum.

Onun gerçek kendisiyle nerede ve ne zaman yolunun kesişeceğini yine kendisi bilir!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar