GEZİ 

ŞAHMERAN’IN İZİNDE / KIVRIM KIVRIM SURLARIYLA YILANKALE

‘Ben tanrıyım’ diye bağırır çınlayan sesiyle,/ aman kadehe dokunma ki gizini açıklamasın.” – Gülten Akın

Yeni hikâyeler biriktiriyorum. Nereye gidersem gideyim şehir arkamdan geliyor. Aynı sokakları dolaşarak ömrümü tüketmek istemiyorum. Bir rüyadan pul pul dökülüyor artıklar. Soğuk diyarlardan sıcacık bir ovaya iniyoruz arkadaşımla birlikte. Hani gökyüzünde bulutlara bakarak bir şeylere benzetiriz ya, işte, ben onu toprakta yapıyorum. Yılan izleri görüyorum toprakta, izler göğün mavisine, ovanın yeşiline karışıyor… Yılankale’nin eteklerindeyiz. Yavaş yavaş çıkıyoruz kaleye, geçmişten sohbetler eşliğinde.

Torosları aşarak Antakya’ya giden tarihi İpek Yolu üzerinde yer alan Yılan Kalesi, Orta Çağ’da Çukurova’nın Haçlı işgali döneminde Bizanslılar tarafından yapılmış. Ceyhan ilçe merkezine 13 kilometre uzaklıkta. Adana’da Ceyhan ovasının ve nehrinin yanında hâkim bir kayalık üzerine kurulan Yılankale, 11’inci yüzyılda Bizans döneminde bir kervan yolunu gözetlemek için kurulmuş. Anavarza, Tumlu ve Kozan kaleleri gibi ovadaki diğer kaleleri de görüş alanının içine alan kalenin sekiz yuvarlak burcu var. Araları mazgallı olan sekiz burç ikişer katlı. Dik kaya ve patika yoldan kaleye tırmanış yarım saat sürüyor. Konumlandığı sarp kayalıkların tamamını kaplayan kale, Ceyhan ovasının dört tarafını görüyor. Yılankale’nin çevresi 700 metre. Zorlu bir tırmanış ile güney kapısından giriyoruz kaleye. Kalenin güneyinde yer alan nizamiye kapısından itibaren taş basamaklı merdivenlerle teraslara çıkılıyor. Kilise ve sarnıcı bulunan kalenin garnizonu en üst bölümde yer almış. Sarp kayalar üzerine yapılmış olan kalenin önemli bir sanat değeri var. Evliya Çelebi, ‘Seyahatname’sinde, Ramazanoğlularının kaleyi zapt ettiği dönemde, kale içindeki Ermeni papazlarının yılan sokmasından helak olduklarının, kalede boynuzlu ve ensesi tüylü yılanların da görüldüğünün söylendiğini anlatır.

Zamanın bir noktasında donup kalan bu kalenin eski adının Govara (Kovara) olduğunu öğreniyorum. Söylenceler ve efsanelerle bezenmiş yörede Şahmeran efsanesinin geçtiği yer olarak kabul edilmesinden dolayı, ünlü Türk gezgini Evliya Çelebi, 17’nci yüzyılda buraya Şahmeran Kalesi adını vermiş. Daha sonra Yılankale adını alan bu yapı, son derece zeki biçimde tasarlanan ve yerleştirilen sağlam surları, burçları, kale meydanına üç kapıdan sonra ulaşılabilmesi ve kapıları birbirine bağlayan portatif merdivenleri ile fethedilmesi zor bir kale olmuş. Yapı üzerinde Bizans, Haçlı ve Ermeni onarımlarına ait duvar kalıntıları göze çarpıyor. Yüzyıllar öncesinin taşlarına dokunuyorum. Bu taşlardan yüreğime sıçrayan kıvılcım, yaşam için yeni bir metafor bulma isteğimi alevlendiriyor. Yılankale’nin mazgallarına çıkıp ovaya bakıyorum. Rüzgâr zamanın geçişini fısıldıyor kulağıma, körüklüyor soluğumu, göz pınarlarımı zorluyor. Bir daha duyulmayacak bir anın dokunuşu bu. Yemyeşil ovaya savruluyorum, belirsiz bir zamanda.

Bir soluk alıp dinlenmeliyim önümdeki uçsuz bucaksız ovaya bakarak. Anadolu’da uzun yıllardır halk arasında yaşayan Şahmeran’ın izini sürüyorum kale surlarının dibinde. Anlatılan efsanede amansız bir hastalığa yakalanan kralın derdinin dermanı yalnızca Şahmeran’ın etinin kaynatılarak yenmesidir. Şahmeran’ın âşık olduğu genci tuzağa düşürerek kralın isteğini yerine getirmek için harekete geçen vezirin amacı ise bambaşkadır. O, Şahmeran’ın etini yiyip dünyanın bütün sırlarına hâkim olmak istemektedir. Fakat ne kral ne de vezir amacına ulaşabilir. Şahmeran’ın şifalı kısmı olan başı yerine zehirli kısmı olan kuyruğunu yiyen vezir ölür ve layığını bulur. Şahmeran’ın başını ısıran Cahmasb ise dünyanın tüm sırlarına hâkim “Lokman Hekim” olarak bir başka efsane kahramanına dönüşür. Şamanist olan Türk boyları arasında da yılan, Şaman’a yardım eden koruyucu hayvan ruhlarından birisidir. Şaman’ın gökyüzündeki ve yer altındaki seyahatlerinde ona yardımcı olur. Şahmeran efsanelerinin çeşitli varyantları anlatılır. Aslında Şahmeran ile ilgili anlatılanların kaynağı İran ve Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan Câmasbnâme adlı esere dayanıyor. Adana’da, antik Misis kenti ile Ceyhan ilçesi arasında bulunan Yılankale, diğer adıyla da Şahmeran Kalesi’nde bulunan kırmızımsı bir ize bağlı olarak halk Şahmeran’ın bu kalede öldürüldüğüne inanıyor. Bir başka inanışa göre de Şahmeran hamamda öldürülmüş. Tarsus’ta bu hamama Şahmeran Hamamı denilmektedir. “Bütün düğün ve eğlencelerde, yılanların insanlara zarar vermemesi için davul çalınır. Çünkü yılanların şahı olan Şahmeran’ın âşık olduğu beyin oğluyla evlenmek üzere yeryüzüne çıktığı, eğer davul zurna sesleri kesilirse yer altındaki yılanların Şahmeran’ın öldüğünü anlayarak intikam almak üzere yer altından çıkarak insanları öldüreceğine inanılmaktadır.” Davulların çalınması mutluluğun işaretidir ve bu mutluluk devam ettikçe insanlar felaketle karşılaşmayacaklardır. Bu anlamda Şahmeran, insanları kötülüklerden korumaya devam etmektedir. Diğer taraftan davulların susması “sur”un üflenmesi, yılanların saldırısı da kıyamet olarak değerlendirilebilmektedir. Bir rivayete göre ise, yılanlar hâlâ Şahmeran’ın öldüğünü bilmiyormuş. Eğer öldüğünü duyarlarsa, dünyada hiçbir canlı bırakmayacaklarmış. Yılankale’de yılanlar sütle beslenir derler. Günün birinde beslenecek süt bulamayacakları ve kaleden çıkıp Misis’e yayılacakları, insanları sokarak öldürecekleri söylenir. Yörede söylenen “Adana selle, Ceyhan yelle, Tarsus yılanla yok olacak” sözü, bize efsanenin izlerinin bugüne geldiğini gösteriyor.

Yılankale’den güney-güneybatı yönüne doğru bakıyorum. Ceyhan Nehri’nin küçük bir menderes çizdiği yerde karşı kıyıda yer alan Sirkeli Höyüğü gözlerden uzak ancak önemli bir noktadır. Bir kaya kütlesinin üzerinde II. Muwatalli kabartması bulunuyor. Muwatalli kabartması Anadolu’daki tarihlenebilen en eski Hitit kabartması olması ile de ayrı bir öneme sahip. Höyüğün bulunduğu yer Hitit Kralı II. Muwatalli’nin Mısır Firavunu II. Ramses ile yaptığı ünlü Kadeş Savaşı gibi Suriye tarafındaki seferler için geçiş yapmakta kullanılmış önemli bir köprü noktasıymış. Kaleden inip Misis’e doğru yol alıyoruz.

MİSİS BOĞAZI’NDA CEYHAN IRMAĞI ÜZERİNDEKİ DOKUZ GÖZLÜ ROMA KÖPRÜSÜ

Ceyhan Nehri kıyısında yer alan kentin girişinde Misis Köprüsü bulunmaktadır. Kentin kuruluşunu sağlayan kişinin Truva Savaşı’nın ardından bölgeye gelen Mopsos adlı komutanın yaptığı tahmin ediliyormuş. Köprü hakkında anlatılan hikâyelerden en kayda değer olan, Lokman Hekim’in ölümsüzlük ilacını bulduğu ve bu ilacı yazdığı kâğıdın Misis Köprüsü’nde elinden uçtuğudur. Lokman Hekim, inanışa göre bütün hekimlerin piri, üstadıdır. Her çiçeğin, her otun özelliklerini tanıyan Lokman Hekim, ilaç güzelliğine hayran olarak Misis’e yerleşmiş. Çevredeki bütün hastaları iyileştirmiş. Hastalığın ne olduğunu unutan Çukurovalılar, ölümsüz hayatın peşine düşmüşler. Kendileri için ölümsüzlük ilacını yapmasını istemişler. Lokman Hekim, Çukurova’yı dolaşmış, bütün bitkileri incelemiş. Bir gece dolaşmaktan yorgun düşmüş ve ulu bir çınarın altında uyuyakalmış. Bir ses duymuş: “Ey Lokman, artık araman bitsin, ben ölümsüz hayatın devasıyım. Bundan böyle insanlara ve hayvanlara ölüm yok.” Lokman Hekim, sesin geldiği bitkiye doğru yürüyüp onu koparmış. Bu arada tanrı, Cebrail’e: “Yetiş, Cebrail, Lokman ölümsüzlüğe çare bulursa bu insanların hâli ne olur?” demiş. Bunun üzerine Cebrail, pir-i fani kılığında Misis’e gelmiş. Misis Köprüsü’nün üstünde Lokman Hekim’le karşılaşmış. Cebrail “Selamünaleyküm” dedikten sonra, Lokman’ın elindeki kitaba bakmak istemiş. Kitabı alıp coşkuyla akan Ceyhan Nehri’ne atmış. Kitabın ardından Lokman da suya atlamış ama bulamamış. Yaz gelip sular çekilince, ırmak boyunda aramaya devam etmiş. Sonunda kitabın sadece bir yaprağını, arpa tarlasında bulmuş. Bugünkü tıp biliminin, o günkü yapraktan geliştiğine inanılır. Kitabın bulunduğu arpa tarlasının toprağı kutsal sayılır. Çocukların karınları ağrıdığında bu toprağı ısıtıp beze sararak çocuğun karnına koyarlar.

Güneş ışığını sızdıran gölgeler arasından suyun sesi geliyor. “Boşlukta yüzüyorum/ güneşten titriyorum ateşin içinde/ gölgelerde ürperiyorum/ ve bulutlarda sürükleniyorum havada.” (G. A. Becquer)

Köprünün Havraniye tarafında, Selçuklular zamanında bir kervansaray yapılmış; fakat bu kervansaray zamanla yıkılınca 1070 H. tarihinde Padişah IV. Mehmed’in emri ile eski kervansarayın yerine bir han ve bir de mescit yaptırılmış. Bugün kitabeleri Adana Müzesi’nde bulunan kervansarayın sadece kuzeydeki duvarı ile giriş kapısı ayakta kalabilmiş.

Yılankale’nin sarmalında, kıvrım kıvrım surlarından usulca göğe tırmandım. Dupduru akan sularda Lokman Hekim’in peşi sıra yürüdüm. Yüzyıllar öncesinde eski krallıkların silinmiş izlerini aradım. Köprünün üzerinde göz bebeklerime sığdırdım savrulan dünyaları. Dudağımın kenarında bir gülümseme belirdi dönüş yolunda, esrikçe esen yel yolların tozuna karıştırdı beni…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar