TOPLUM 

YURTSUZ SÖMÜRGENLERİN SAVAŞI

Gıdası kulağından olmayan, kâinatı yese doymaz.” – Hüdai Baba

İnsanlık tarihinin yazımı “savaş ve barış”tan ibarettir. Bu durum bilimsel düşüncenin acizliğinden değil, bağnazlığın, kapitalizmle döllemiş ülke ekonomilerini emperyalizm canavarına teslim etmesindendir. Birbirine bağlı ekonomilerden oluşan gezegenin kaynaklarının sınırlı olması, bu kaynakların paylaşımını ve pazar payının etki alanını daha önemli kılar. Savaşlar da bu etki alanlarında gerçekleşir.

Adam Simith’in ‘Milletlerin Zenginliği’ kitabında altını çizdiği klasik ekonomik doktrinde, piyasalarla ilgili olarak “görünmez el” metaforu, eğer tanrının eli ise bu elin vicdanının toplumsal fayda eksenli olması gerekirdi. Oysa kişisel (oligarklar-emperyalisler) çıkar eksenli olduğu anlaşıldı. Simith, piyasanın adil ve etkili hakem olacağını iddia etmişti, oysa emekçi halkları devre dışı bırakan piyasalar uluslararası felaketlerin failleri haline dönüştü. Marx’ın ‘Kapital’inde de belirttiği gibi toplumların daha önce de artı değerlerine el konulurdu; fakat kapitalizm buna üretilen metaların satış değeri aracılığıyla el koydu. Bu bir ilkti. Sermaye sahibi veya burjuvanın çıkarına çalışan bu döngü de sınıf savaşının temelini oluşturdu. Kapitalizmin öznesi artık eskisinden daha çok “para” ve eskisinden daha fazla “güçtü”. Açgözlülük sarmalı acımasız sömürü çarkının oluşmasına zemin hazırladı. Bu ise zorba azınlıkların yönetimlerde etkinliğini artırdı.

Günümüz dünyasında küçük azınlığın zorbalığına maruz kalan toplumlarda yönetimin savunucusu oligarklardır. Her türlü zenginlikten en büyük payı alan, sayıları az ancak nüfuz alanları yüksek kişilerdir bunlar. Komformist yapılarını bırakmamak adına kâr elde ettikleri toplumların inancına ve çıkarlarına bürünmekte bir sakınca görmezler. O nedenle “yurtsuz sömürgen”lerdir. Oligarklar aynı zamanda destekçisi oldukları zorba yönetimlerin kara para aklama makineleridir. Ulusal ve uluslararası stratejik öneme sahip birçok işletmenin sahibi, kâr ortağı ya da karar verici hissedarları arasında yer alırlar. Bu yanlarıyla savaşta da, barışta da kazananlar hep onlardır. Kapitalist sistemin ürettiği “paç(y)oz” tipin yarı aristokrat, nüfuz sahibi olanıdırlar. Neoliberal politikalar eşliğinde topraktan ve üzerindeki her türlü canlıdan vazgeçilebileceğini düşünerek cehalet havuzunun derinleşmesine katkı sağlarlar. Rusya ile ABD-NATO (Ukrayna) savaşının kodları okunduğunda kimin haklı, kimin haksız olduğunun ötesinde, ilk refleksin oligarkların taşınır-taşınmaz varlıklarına el koymak olduğunu görürsünüz. Bu durum, savaşın kimler arasında olduğunun da ipuçlarını verir. Artık günümüz savaşları oligarkların etkisindeki küçük azınlıklar arasındadır. Halklar ise ölümün öznesidir. Oysa insanlık tarihinde bilinen ilk savaşın fitilinin 7000 yıl önce Mısır’ın Sudan sınırında ateşlendiği, çıkan kalıntılardaki iskeletlerin çoğuna saplanmış ok başlarından anlaşıldı. O günden bugüne dünyada 15 bin 500’ün üzerinde bölgesel ve ulusal savaş yaşandığı ve bu savaşlarda toplam 3 milyar 700 bin insanın öldüğü tahmin ediliyor. Tarihteki ilk yazılı antlaşmanın (barışın) ise M.Ö. 1274 yılında Mısırlılarla Hititliler arasında imzalanan Kadeş Antlaşması olduğu biliniyor. Kadeş Antlaşması; dünya tarihinde eşitlik ilkesine dayanılarak yapılan en eski antlaşma olma özelliğini taşıyor. Antlaşmasının bir kopyası New York’ta Birleş(me)miş Milletler binasında asılı duruyor. Metinde genel hatlarıyla; iyilik, doğruluk ve adaletten bahsediliyor. İslam coğrafyasında ise ilk savaş Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir adlı küçük bir kasabada yaşanıyor ve Bedir Savaşı olarak isimlendiriliyor. Müslümanların galip geldiği bu savaşta başta Ebu Cehl (cahilin atası anlamındadır ve isim babası Hz. Muhammed’dir) olmak üzere 84 kişinin öldüğü kayda geçiyor. İslam topraklarında bugün sadece son 25 yılda yaşanan bölgesel savaşlarda ölen Müslüman sayısı 12,5 milyon.

Çağımız Anna Arendt’in deyimiyle “kötülüğün sıradanlaştığı” ve zorba yönetimlerin bu sıradanlığın arkasında kuyruğa girdiği bir dönem. Sıradanlaşan kötülük doğayı ve canlıları yok olmanın eşiğine getiriyor. Kapitalizm doğaya kanunlarını dayatmaya çalışırken doğa ise yasalarını kapitalist açgözlülüğe aldırmadan, kimseye ayrıcalık tanımadan komünistçe işletmeye devam ediyor. Doğanın ömrü entelektüel birikimin, komünal atmosferi ortak dil olarak kabul etmesiyle uzayabilir. İnsanlığın görevi savaşarak barış elde etmek değil, zorbaların (yurtsuz sömürgenlerin) varoluş nedenini yok etmektir.

Yazarın notu: Yazıda kullanılan görsel; Picasso’nun 1962 yılında Barış Konferansı için çizdiği, güvercinin ayağının altında, tarihteki savaşlarda kullanılmış tüm silahların kırılmış hallerinin anlatıldığı bir resim.

KİTAP ÖNERİLERİ:

– ‘Savaş ve Barış’ / Tolstoy

– ‘Silahlara Veda’, ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’/ Ernest Hemingway

– ‘Boyalı Kuş’ / Jerzy Kosinski

– ‘Garp Cephesinde Yeni bir Şey Yok’ / Erich Maria Remarque

– ‘Anne Frank’ın Hatıra Defteri’ / Anne Frank

– ‘Yorgun Savaşçı’ / Kemal Tahir

– ‘Ateşten Gömlek’ / Halide Edip Adıvar

– ‘Aslan Asker Şvayk’ / Yaroslav Hašek

– ‘Toprak Ana’ / Cengiz Aytmatov

– ‘Zorba’ / Kazancakis

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar