GEZİ 

ARZIN MERKEZİNDE BİR DERİN KUYU

Mağaralar, yer altı dünyasını, yeryüzüne bağlayan birer kapı idiler.” – Bahaeddin Ögel

Zamanın geçişini algılayabilmek için hem geçmişi hem de şimdiyi an içinde yaşayabilmek gerekir. Bir ressamın saf tonları palette karıştırıp tuvale yansıtması gibi değil de renkleri birleştirme işini okuyucuya bırakacağım. Herkes yaşamının renk skalasını kendi oluşturmalı. Öylece anlamlanır dünyaları. Dünyanın fark edilemez sonsuz ilerleyişi içinde yerin yedi kat üstünde yaşarken sekiz kat altına iniyorum. Kapadokya’da yedi tane yer altı şehri var. Derinkuyu, Kaymaklı, Özkonak, Tatlarin, Mazı, Özlüce ve Sivasa Gökçetoprak yer altı şehirleri. Milattan önce çeşitli dönemlerde tüf kayaları oyarak yapmışlar.

Türklerin ilk atası olan Ay-Atam bir mağarada meydana gelmiş. Türk-Memluk Yaratılış Efsanesi’ne göre dünya sele boğulmuş. Çamurlar Kara-Dağcı dağında bir mağaraya dolup mağaranın içinde kayaları yarmış. Yarıkların bazıları insanı andırırmış, bu insan kalıbına çamur dolmuş. Havalar ısınmış, su ile toprak pişmiş. Mağara, sanki bir kadınmış. Tam dokuz ay geçince bir insan çıkıvermiş. Ay-Atam adını almış. Aradan epey zaman geçmiş, yine büyük bir sel olmuş, çamurlar aynı mağaraya dolmuş. Güneş alçak burçtayken yeniden toprak pişmiş. Birinciye tam bir eş olmuş. Dişinin adına Ay-Va demişler. Ay-Atam ile Ay-Va birleşip evlenmişler diye sürer efsane.

Kapadokya’daki gizemli Derinkuyu Yer Altı Şehri’ne dar bir geçitten geçerek giriyorum. Kalbim kafesteki bir kuş, çırpınıyor. Sanki ayaklarımın altındaki zemin kayıyor. Dolambaçlı büklümlerle düğümlenmiş dar koridorda ilerlerken karanlığın hışırtısı duyuluyor. İlk iki katta ahır, mutfak, şaraphane ve oturma odaları, erzak depoları ile karşılaşıyorum. 3’üncü katta geniş tavanlı misyoner okulu, mezarlıklar var. Bir tünelin kıyısından bakıyorum. 9 km’lik bu tünel diğer yer altı şehirlerine açılan kapıymış. Tünelden birinin bana seslendiğini duyuyorum. Heyecandan nefes almakta zorlanıyorum. Sonra o sesin içimden gelen bir ses olduğunun ayrımına varıp sakinleşiyorum. Bir insanın zor sığacağı tünellerden geçip inişe devam ediyoruz. 8 katın derinliği 50 metreyken, tüm katlar temizlendiğinde derinliğin 85 metreyi bulacağı ve kat sayısının 12-13’e ulaşacağı tahmin ediliyormuş. Tünellerin giriş çıkışlarında güvenlik nedeniyle tüneli kapatmak için kullanılan insan boyunda tığraz denilen silindir taşlar var.

Buranın ilk yerlileri Asur kolonilerine kadar uzanıyormuş. II. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun zulmünden kaçan ilk Hıristiyanlar, Antakya ve Kayseri üzerinden Kapadokya’ya gelerek buraya yerleşmişler. Bölgedeki yer altı şehirlerini kuran ilk Hıristiyanlar, girişleri kolayca fark edilemeyecek şekilde yapılmış bu şehirlerde saklanarak Romalı askerlerin zulmünden kurtulabilmişler. Yer altı şehirlerinde uzun süre dışarı çıkmadan yaşamak zorunda kalabilecekleri için yaşam alanlarını genişletmişler. Bu karanlık şehir eski zamanlarda küçük oyuklara bezir yağı dökülüp yakılarak aydınlatılıyormuş.

Katlardan indikçe zindanları, havalandırma kanallarını, su kuyularını, sarnıçları, mezarlıkları görüyoruz. 6’ncı kattan itibaren dar tünellerden geçerken zorlanıyorum. 7’nci katta geniş bir alanla karşılaşıyorum. Toplantı alanıymış burası. Yeryüzü ile bağlantısı olmayan su kuyusu ve kilise var. En son açılan 8’inci kata inerken uçurumdan düşüyormuş hissine kapılıyorum. Kharoon’un kayığını görebilecek miyim? Hades’in ülkesinde ölü ruhları Styx ırmağından geçiren bir sandalcı vardır. Kharoon ölü ruhları karşıya geçirmek için para alır. Ona vermek üzere avucumdaki gümüş parayı sımsıkı kavramışım. Gözlerimi kapıyorum. Kayık yanaşıyor. Kayıkçının siluetini görüyorum karanlıkta. Telaşla avucumda terden ıslanmış parayı uzatıyorum. Derin bir sessizlikle alıyor. Beni karşıya geçirecek. Kürekler çekiliyor. Ne garip, suyun sesini duyamıyorum, sessizliğin yarattığı boşluk duymamı engelliyor. Dudaklarımdan dökülen sözcükler suda sessiz dalgalar yaratıyor. “Karanlıkta kaybolduğumda sen benim Ay’ımsın. Soğuktan ürperdiğimde, sıcaklığım. Bin yıl sonra olsa bile öpüşün beni titretir. Sevgim, aklın ve mantığın ötesinde. Her şey ve daha fazlası…

Yeryüzüne çıkarken yanımda gölgeler… Mağaranın ışıklandırmasında gölgem karışıyor diğerlerine. İçeride gerçekliğimiz mağaranın duvarlarına yansıyan gölgelerle sınırlı. Zamanında bu mağarada yaşayan 50 bin insanın gerçeklik algısını hayal etmeye çalışıyorum. Karanlık ışığı yutuyor, korku yakalıyor. Gölgeler içimden geçiyor, ben gölgelerin içinden geçiyorum. “Tepemizdeki bulutlar ne kadar kara olursa olsun, onların üstündeki gökyüzü hep masmavidir.” (J. Saramago)

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar