GEÇEN PAZAR GÜNÜ PARİS’TE
-ADANA-
Gri bulutlarla kaplı gökyüzü…
Güneş ara sıra yüzünü gösterip kayboluyor.
Biraz önce çisil çisil bir yağmur başladı Paris’te.
Sakin bir gün…
Islak ve sessiz sokaklarda yürümek mutlu ediyor beni.
Yanımdan iki bisikletli geçiyor.
Karşımdan gelen kırmızı şemsiyeli kadın gülümsüyor bana.
Gülümseyerek ben de selamlıyorum onu.
Bir çocuk karşı kaldırımda köpeğiyle koşarak geçiyor.
Ve birden hareket bitiyor.
Sakinlik.
Her zaman gazetemi aldığım köşedeki kulübeye uğruyorum.
Mösyö Jean, Le Monde’umu uzatıyor beni görünce, gülümseyerek.
O hep gülümser.
Ama bugün daha mutlu gülümsüyor.
Kızı Juliette üniversiteyi bitirmiş. Kutluyorum.
Ortasında küçük bir havuzun olduğu ve etrafında dükkânların sıralandığı meydana doğru yürüyorum.
Ve oldukça şirin ama nedense hep hüzünlü kafeye giriyorum.
Adı mı? Cafe Colbert.
İçeride sürekli çalan şansonlardan mı acaba bu hüzün?
Yves Montand, ‘Sous le Ciel de Paris’ şarkısıyla karşılıyor beni.
Cam kenarında bir masaya oturuyorum.
Gilbert kahvemi getiriyor.
Okulunu soruyorum
O sinema okuyor ve burada çalışıyor bir yandan.
Montand’ın şarkıları eşliğinde kahvemi yudumlarken gazetemi okuyorum.
Başımı kaldırdığımda yağmurun durduğunu görüyorum.
Fıskiyesi çalışmayan havuzun kenarına tünemiş iki güvercin gözüme takılıyor.
Biraz sonra havalanıp meydanın üzerinde bir iki tur attıktan sonra gözden kayboluyorlar.
Bir adam karşıda Laffount’un vitrinine bakıyor.
Dalıp gitmişim.
Amelie’nin ıslak saçlarıyla gelip karşıma oturduğunun farkına varmıyorum.
Her pazar buraya uğradığımı biliyor.
Elindeki kalınca ‘Picasso’ kitabını masaya bırakınca fark ediyorum.
Gilbert onun da kahvesini getiriyor.
Picasso’dan söz ediyoruz.
Bu aralar onun etkisinde.
Ben de severim.
“Bu yaz İspanya’ya Picasso için gideceğim,” diyor, “gelir misin?”
“Gelirim” diyorum. Picasso yaşarken beni çağırmıştı da gidememiştim. Annem izin vermemişti.
Geç de olsa sözümü tutmalıyım.
Hayli zaman geçmiş konuşarak.
Aynı anda saatlerimize bakıyoruz. Evet, ziyaret zamanı geldi.
Pazartesinin o dayanılmaz ağırlığına ancak Mona Lisa’nın o tatlı gülümsemesiyle katlanabiliriz.
Kafeden çıkıyoruz.