“AKŞAM OLDU, HÜZÜNLENDİM BEN YİNE…”
-ADANA-
Būyūksaat’in gongu altı kez vurduğunda arastanın sokaklarından paydos eden dükkânların daraba sesleri duyulmaya başladı.
Cemal Usta’nın çırakları, aletleri yerlerine yerleştirmiş, hızla ve neşeyle ortalığı temizliyorlardı. Neşeliydiler çünkü biraz sonra haftalıklarını alınca mahallelerindeki internet kafeye koşup yeni gelen savaş oyununu oynayacaklardı. Kalfalar onları beklerken kapı önünde birer sigara tüttürmüşlerdi. İhsan Kalfa’nın içi kıpır kıpırdı. Akşam kız arkadaşıyla buluşacaktı. Ve bu kez kararlıydı. Ellerini tutup gözlerinin ta içine bakarak “onu canından çok sevdiğini” söyleyecekti. Tabii cesaret edebilirse… Murat Kalfa, geceden beri, ilk çocuklarına hamile karısının –bebek erkekmiş– akşam izlediği diziye, Adana usulü okkalı küfürler ediyordu. Karısı bir kadın oyuncunun bir sahnede avokado yediğini görmüş, “Ben de istiyorum” diye tutturmuştu. Karısı belki dili dönmez diye meyvenin adını bir kâğıda yazmış ve eline tutuşturmuştu.
Temizlik bitince onlar da darabayı indirdiler.
Cemal Usta, karşı komşusu Kamil Usta’yla köşedeki kebapçıya gidip dükkânın önündeki bir masaya oturdular. Garson çocuk anında masayı salata ve yeşilliklerle donattı. Ve bir koşu gidip rakı, kadehler ve bir tas buzla geldi.
Cemal Usta içeriye seslendi: “Sami Usta, bir kıyma, bir tike, birkaç şiş de ciğer atıver…”
Usta, “Başım üstüne, ağalar, hoş geldiniz” dedi saygıyla.
Sami Usta sağ eline aldığı yassı şişe sol avcundaki kıymayı kıvrak hareketlerle zipledi. Kor ateşin üzerine sürdü. Yanına da tikeyi ve ciğer şişlerini dizdi.
Būyūksaat’in gongu altı buçukta bir kez vurduğunda, “Ne olacak bu memleketin hali?”nden başlayıp ilk aşklarına uzanacak uzun bir sohbeti başlatmak üzere iki eski dost, kadehlerini kaldırıp “Şerefe!” diyerek tokuşturdular.
Kadehler çınlarken köşedeki eski ve hayli yorgun radyodan Müzeyyen Senar’ın cızırtılı şarkısı duyuluyordu. Müzeyyen, Samahat Özdenses’in uşşak makamındaki şarkısını söylüyordu:
“Akşam oldu, hüzünlendim ben yine…”