AMNİYOTİK YAŞLAR
-İSTANBUL-
Gözyaşlarımı durduramıyordum bir türlü. Sağanak halinde, gözyaşı değil de gözseli gibi boşalıyordu. Sanki bütün acılarımı, hüzünlerimi ve tanımlayamadığım iç yakan duygularımı, kontrolsüzce akıtıyordum.
Kazağım ıslandı önce. Onu pantolonum ve botum takip etti. Sırılsıklam olmuştum. Botlarıma dolmaya başlayan gözyaşlarım, etrafımda bir duvar oluşturmaya başladı. Acaba bunu bir tek ben mi görüyorum, yoksa caddedeki herkes durumun farkında mı diye bakındım. Ama gözyaşlarımdan etrafı görmem mümkün değildi.
Dağılsın diye içine elimi uzattığımda zar gibi bir şeyle çevrili olduğunu fark ettim. Su, yükseldi yükseldi ve ağız hizama kadar geldi. Çevremi, içi gözyaşı dolu şeffaf bir zar kaplamıştı. Dışarıdan bakanlar –eğer görüyorlarsa– bir su balonunun içerisinde yüzen insanı şaşkınlıkla seyrediyorlardı.
Gözyaşı seviyesi ağız hizamı aşmıyordu. Ben ağlamaya devam ediyordum; ama boğulmuyordum. Bir gözyaşı havuzu problemine benziyordu durumum.
İçine tüm acılarımı akıttığım bu balonun, daha can acıtıcı olmasını beklerken, suyun tuzu ve ılıklığı bedenime huzur vermeye başlamıştı sanki. Hem gözyaşımı akıtarak hem de beni saran balonun içinde yürümeye çalışarak ilerledim caddede. Üzerime doğru gelen insanlar çarpmadan nasıl geçebiliyorlar anlayamıyordum.
Bir ara, yolun aşağıya eğimli kısmında, tuzlu suyun da kaldırma kuvvetine güvenerek ayaklarımı yukarı çekip yuvarlanmaya başladım. İçimde bir heyecan dalgası mı oluştu, yoksa göğsümün üzerine yuvalanmış kuşlar mı havalandı anlayamadan devam ettim yuvarlanmaya.
Yorgunluğum ve dermansızlığım, soluklanmak için mola istediğinde, bir parkın kenarına varmıştım. Dinlenmek için herhangi bir banka oturmam mümkün olmayınca ayakta durmak yerine bağdaş kurup gözyaşı balonunun içine doğru bıraktım kendimi, gözlerimi kapatarak.
Elektrik çarpmasına benzer bir hisle irkildim dalar dalmaz suya. Kapkaranlık olmuştu her taraf ve karşımda babam duruyordu. Hastanede onu son kez gördüğüm andan, umutsuz ve sanki durumuna kızgın, bana bakıyordu. Kuşlar, yine yuvalarına dönüp sıkmaya başladılar göğsümü. Kendimi hemen yukarı attım.
Şaşkın bir halde ama merakla, tekrar bıraktım kapalı gözlerimle tuzlu suya bedenimi. Bir JAWA motorun altında kalmış çocuk abim, yüzü toz içerisinde gözümün içine dalmış, ağzındaki kan toza karışmıştı.
Nefesim daralmış, gözyaşlarım daha da hırçınlaşmıştı. Seviye, hep ağız hizamdaydı ama balon genişliyordu sanki. Kuşlar ve ben ayrı yönlere doğru hareketlendik yine. Eteği kızıla boyanmış annem, iki kişinin kolunda ambulansa gidiyordu. Ben, akan kanın sesini duyabiliyordum.
Tekrar yukarı doğru çıkmak istedim; ama olmadı bu sefer. Bir türlü başaramıyordum. Kapkaranlık bir yerde, sürekli yanıp sönen ışıklar ve ışığın yandığı her yerde görüntüler ve sesler oluşmaya başladı. Geçmişten gelen uğultulu sesler…
Var gücümle tekmeledim zar duvarı. Kurtulmayı başaramayınca, çıkarıp göğüs yuvamdaki kuşun birisini, gagasıyla vurmaya başladım. Birden yırtıldı zar boydan boya. Gözyaşları, sel olup aktı tam manasıyla. Ben de banka uzatıp yorgun bedenimi, gözyaşlarımı güneşte kuruttum…