ÖYKÜ 

KOŞAN ÇİNGENE

Koşuyorum. Ben hep koşarım. Aklımda Hayriye’nin sütun gibi bacakları, mis kokan saçları, diri bakan gözleri… Ah Hayriye, yanımda olsan! Koşuyorum. Zevkimden koşmuyorum. Bir iç dökümü, bir anlık rahatlama… Evden siyah, kısa şortumu giyip mahalleden hızlı adımlarla uzaklaşıyor, ana caddeye çıkınca kaldırımda kocaman adımlarla yürüyor, sonra da zihnimin hızına yetişmeyeceğimi anlayınca koşuyorum. Esmer tenime, tombulluğuma, kısalığıma, biçimsiz suratıma aldırmadan koşuyorum. Yanımdan uzun boylu, ağızları ve burunları ve gözleri yerli yerinde erkekler geçiyor. Onlar koşmuyorlar ama benden hızlılar. Kocaman adımlar atıyorum demiştim ya ne kadar kocaman olabileceğini siz tahmin edin. Komik çocuğum, idare edin. Annem kiraz sapı, mısır püskülü ve ısırgan otu almış. Ödem atacakmışız ailecek. Tüm ailem zayıflamamı istiyor. Boyum zaten kısaymış, kilo ile beraber sirkte çalışan ayılara benziyormuşum.

Annem sele sepet, çamaşır maşası karşılığında ayakkabı almış geçende arka mahallede bir kadından. Kadının oğlu giymeyince, bu güzel ayakkabıların kaderi birkaç plastikle takas olmuş. Biz Adana çingenelerinin temel geçim kaynaklarından biridir takas. Sepet, maşa, kova… Eve lazım olan plastik, kap kacak ne varsa verir, insanlar da giymedikleri gömlek, kazak, ayakkabı ne varsa karşılığında bize verirler. Dürüst insanlarız. İnsanlar bize güvenir. Kimsenin ne kızına bakarız ne rızkına. Geçenlerde Darbuka Nihat telefon buldu da sahibine ulaşmak için çalmadık kapı bırakmadı. Bir spor ayakkabıdan nerelere geldik. Bakmayın size uzun uzadıya kendimizden bahsettiğime, aklım Hayriye’de. O nasıl bir kız? Göbekli, yanık tenli, kınalı saçlı sevdiğim. Birkaç kere evde gizli gizli buluşmadık değil. Maşallah, biz çingeneler hep beraber yiyip hep beraber içtiğimizden eve gelenin gidenin haddi hesabı yok. Merkez Park’a gitsek iyiydi, anasını satayım. Ağaçların arasında eller, koklardım Hayriye’yi. Bana Hayriye’den başka kim bakar? Gönül borcum var, kız sana. Bok mu vardı babanla Bursa’ya gidecek? Bizim akrabaların yarısı da Bursa’da. Onlar şehirli çingene. Esmer tenleri dışında onların çingene olduğuna inanamazsınız. Hepsi okumuş. Hatta kimisi doktor. Çingeneden de doktor mu olur? Oluyor işte. Herkes “Seleciiiii sepetçiiiii!” olacak değil ya. Ben ortaokulu bitiremedim. Okumak istemediğimden değil ama okulu bırakmak zorundaydım. Karın tok olmadan akla girmiyordu okuldaki bilgiler. Tok açın halinden de anlamıyordu. Öğretmenlerimden çok şey öğrendim hayat ve onu yaşamak hakkında. Ben öğrendiklerimi anneme öğrettim. İstersem çok güzel İstanbul Türkçesi konuşurum da bizim çingeneler anlamaz, vururlar beni.

Koşuyorum. Ailecek ödem atacağız. Ne aile ama… Gariban anam, yatalak babam ve cücelerden pek de farkı olmayan yarım bir ben. Üç kişiyiz. Dışarıdan bakanlar kirli ve pasaklı olduğumuzu düşünecek kadar pis bir evde yaşıyoruz. Annem, babamın pisliğinden başını kaldıramıyor ki bir de kapının önünü süpürsün. Kediler, kuşlar, komşular, akrabalar… Ev tabii kirlenir. Bir sabah uyandım, baktım ki üzerimde kedinin biri uyumuş kalmış. Duvarlarının boyası dökülmüş, sıvası kalkmış, tek odada babamın akan salyası, anamın horlaması, üzerimde uyuyup kalan kedi… Böyle bir odada rüya göremezsiniz. Gördüğünüz rüyada babanız altına sıçıyordur ya da ananız bahçede odun ateşinde kart bir horoz haşlıyordur akşam yemeğine. Ama yalan değil, birkaç kere Hayriye’yi gördüm rüyamda. O rüyalar hiç bitmesin istedim. Hayriye boylu boyunca üzerimde uzanıyordu. “Emin, uyan, oğlum. Hele git bakkala üçgen peynir, ekmek al. Baban zıkkımlansın.” Anne yapma, bari Hayriye varken kibar ol. Allah’tan Hayriye, bizden de halimizden de anlıyor.

Arka mahalledeki komşu, Allah senden razı olsun. İyi kadınmışsın. Kim verir lan bu ayakkabıları iki maşa, iki plastik karşılığında? Var ki veriyor. Millet para yok diyor ama ne eski giyiyor ne de dün yediği artınca bir daha ısıtıp yiyor. Koşuyorum. Ayağım yere değmiyor. Gündüz telefon tamircisinde çalış, plastik sat, tezgâh kur kazak sat, babanın boklu altını temizle, akşam da koş. Hayat sana güzel be!

Yol bitiyordu elbette. Hayriye’nin hayaliyle yol ne zaman bitiyordu, anlamıyordum. Dönüş yolunda koşmak bir yana yürümüyordum bile. Yol bitsin istemiyordum. Ayaklarım gerisin geri gidiyordu. Akşam engel değildi sokakta kalmam için de aklım annemdeydi. Ekmek beklerdi, merak ederdi. Erken uyumalıydı ki ertesi gün sele sepet satsın veya takas etsin. Babam aklıma geldi… Gelmesin. Babam aklıma gelmesin. Duvarlarının boyası dökülmüş, bahçesi kedi pisliği dolu evimiz aklıma gelmesin. Koşmuyorum. Yürümüyorum.

Al la, iç sıcak sıcak. Ödem at. İç hele.” Anne, nerden öğrenirsin böyle şeyleri? Ayranımız yok içmeye, atla gideriz sıçmaya.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar