SESSİZ TEŞEKKÜR
-İZMİR-
“İnsan kalbi çok dayanıklıdır, yok edilemez; kırıldığını ancak belleğinde canlandırabilirsin. Asıl tokadı yiyen, insanın ruhudur ama ruh da güçlüdür, istenirse eski canlılığı kazandırılabilir ona.” – Henry MILLER
Çam ormanının eteklerinde küçük bir sazlık oluşturan bataklık, bilumum kuşların üzerinde dolaşıp dans ettiği bir yere dönüşmüştü. Gökyüzüne sevinçle kanat çırpan martıların çığlıkları denize yakın uçuşun sevinciydi. İnsanı mutluluğa çağıran bir sevincin, onları seyreden yaşlı kadını da içine alması hiç şaşırtıcı değildi. Suna Hanım, engin gökyüzüne her baktığında yüreği genişleyen, geceleri göreceği ilk yıldızın onun kendisinin ruhu olduğuna inanan doğa dostu bir kadın.
Martıların kanat çırpışlarını takip edip giderken, çok eski zamanlara, önce on yedi yaşına doğru yol alırken birden bir anının öne geçip öncelik almasından canı sıkılmıştı. “Hafıza, insanı en umulmadık anda yakalayıveriyor işte” dedi ve o eski anının peşine takıldı.
Lise eğitimine başladığı o yıl onu bir başka açıdan da sevindirmişti. İlkokul sıra arkadaşının da aynı lisede okuduğunu öğrenmişti. Liseye başladığı ilk gün, ilk ara zili çaldığı gibi bahçeye koşarak çıkmış, o kara saçlı kızı aramaya başlamıştı. Bunları düşüncesinde yaşarken kendine hayret etti. Ne de çabuk buluvermişti arkadaşını. O gün, ilkokul sıra arkadaşının davranışı onu incittiyse de bir daha onu görmeme kararı almış, bir daha da hiç karşılaşmamışlardı. Zamanla tarihi bir lise olan İzmir Namık Kemal Lisesine alışmış, orayı çok da sevmişti.
Her gün Basmane’de dolmuştan inip, İzmir Fuarı’na girip çevreyi seyrederken kendi içinde düşüncelere dalmayı âdet edinmişti. Okul dönüş yolunu ise fuarın deniz bakan sınırlarından Basmane’ye yürümek onun rutini olmuştu. Böyle günlerin birinde dalgın yürürken arkasında sesler duyup bakınca beş-altı erkek liseli gencin hemen birbirlerini iteleyip mahcup olduklarını fark etti. Kendisi de anlamadan Atatürk Erkek Lisesi tarafındaki kaldırıma dönüp baktı. Aynı istikamete yürüyen o genci gördü. Tanıdık gelmişti! Sanki kendi okulunda görmüş gibiydi. “Bizim okulun forması değil ama okuldan gözüm hatırlıyor” diye geçirmişti aklından. O kadar kısa bir zamanda yanında yürümeye başlamıştı ki… İkisi de hiç konuşmadan dolmuş durağına varmışlar ve o centilmen, nezaket zarafet kaplı gencin ne zaman nasıl yok olduğunu anlamamıştı Suna Hanım. İşte, o günden beri o örnek gence olan teşekkürü hep içinde tekrarlamıştı. Otuz yıl geriye bakınca şöyle düşündü: Bizim çocukluğumuz da gençliğimiz de Türk filmlerindeki gibiydi.
Martılar denize, Suna Hanım da ilk defa sesli olarak “Teşekkürler” diyerek evine girdi. Kalbindeki teşekkür her iki olay içindi. Acılarımız ve hayal kırıklığı yaşadığımız her olay bizi biz yapan şeylerdi.