EDEBİYAT GEZİ 

“MAVİ GÖZLÜ DEV” ADAMLA MOSKOVA BULUŞMASI

Moskova’ya iki günlük kısa ziyaretimde iki olmazsa olmazım vardı. Birincisi Kızıl Meydan’ı gezmek, ikincisi ise ‘Mavi Gözlü Dev’ adamla buluşmaktı. Sabah uyanır uyanmaz ilk iş olarak kaldığım otelin yakınındaki Lubyanka İstasyonu’ndan metroya binerek Nâzım Hikmet’in mezarına doğru hareket etmek oldu. Bir sonraki durak, Kızıl Meydan’ın olduğu Okhotny Ryad İstasyonu. ‘Biblioteka Imeni Lenina’ (Lenin Kütüphanesi), ‘Kropotkinskaya’, ‘Park Kultury’, ‘Frunzenskaya’ istasyonlarından sonra Sportivnaya İstasyonu’nda inerek Nâzım’ın mezarının olduğu Novodevichy Manastırı Mezarlığı’na gidiyorum. Metrodan çıktıktan sonra sağ tarafa dönerek yaklaşık 100 metre sonra Novodevichy’in önünde kendinizi buluyorsunuz.

Mezarlığın içine girdiğiniz anda buranın sıradan bir yer olmadığını hemen anlıyorsunuz. Mezarlık, ilk andan itibaren –hayatım boyunca böyle bir mezarlık görmediğimden– beni şaşkına çeviriyor, 1524 yılında III. Vasile tarafından yaptırılan Novodevichy zamanla tüm tanınmış devlet adamları, sanatçılar ve halk kahramanlarının gömülü olduğu bir mezarlık haline gelmiş, adeta Rus tarihinin heykeller ve resimler ile anlatıldığı bir açık hava müzesi gibi. İnanılmaz farklı ve bakımlı.

Kapının hemen girişinde yer alan plan üzerinde, en tanınmış kişilerin mezarlarının bulunduğu yerlerin numaralanarak gösterilmiş olduğu listede Kiril alfabesiyle biraz boğuşarak Nâzım’ın mezarının yerini öğreniyor ve oraya doğru ilerliyorum. Mezarlığa girişten itibaren dümdüz giderek Rusya bayrağı renkleri taşıyan bir anıt gördüğünüzde –ki bu Boris Yeltsin’in anıt mezarıdır– ve hemen soluna döndüğünüzde kolayca Nâzım’ın mezarına ulaşabilirsiniz.

Mezarlığa gelince; önünde çiçekler, yağmurda ıslanmış ve yırtılmaya yüz tutmuş ziyaretçi notları ile karşılaşıyorum. Beynimin içinde sürekli aynı dizeler dönüyor:

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,/ ölürsem kurtuluştan önce yani,/ alıp götürün/ Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni. // Hasan Bey’in vurdurduğu/ Irgat Osman yatsın bir yanımda/ ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp/ kırkı çıkmadan ölen Şehit Ayşe öbür yanımda. // Traktörlerle türküler geçsin alt başından mezarlığın,/ seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,/ tarlalar orta malı, kanallarda su,/ ne kuraklık, ne candarma korkusu. // Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,/ toprağın altında yatar upuzun,/ çürür kara dallar gibi ölüler,/ toprağın altında sağır, kör, dilsiz. // Ama bu türküleri söylemişim ben/ daha onlar düzülmeden,/ duymuşum yanık benzin kokusunu/ traktörlerin resmi bile çizilmeden. // Benim sessiz komşulara gelince,/ Şehit Ayşe’yle Irgat Osman/ çektiler büyük hasreti sağlıklarında/ belki de farkında bile olmadan. // Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,/ – öyle gibi de görünüyor –/ Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni/ ve de uyarına gelirse,/ tepemde bir de çınar olursa/ taş maş da istemez hani…” 1953, 27 Nisan; Barviha Sanatoryumu

Maalesef vasiyetini bizler yerine getiremedik; ama adeta vasiyetindeki gibi bir ağaç gölgesi altında, sevdiği Vera ile yan yana yatıyor. Nâzım, Anadolu’da bir köy mezarlığında Hasan Bey’in vurdurduğu Irgat Osman ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen Şehit Ayşe ile yan yana yatmayı vasiyet etmişti ama olmadı. Garipliğe bakın ki Nâzım’ın komşuları birbirinden ünlü siyasetçi, edebiyatçı ve bilim insanları olmuş. Nâzım’ın ünlü komşuları arasında Gorbaçov’un eşi Raiza ve Stalin’in eşi Nadya, SSCB liderlerinden Kurusçev, Rusya devlet başkanlarından Yeltsin, yazarlardan Gogol, Çehov, Mayakovski, Bolşevik liderleri ve sayısız çok nişanlı generaller, Rus yapımı uçak modellerine adı verilen generaller Ilyuşin ve Tupolev, Moskova’nın en geniş koleksiyona sahip müzelerinden birini kuran Tretyakov, bestecilerden Prokofiyev ve çok sayıda bilim insanı bulunuyor. Nâzım bu şöhretler arasında en dikkat çeken isimlerden biri ve hepsi UNESCO tescilli dünya mirası olan Novodevichy’de ebedi yerlerini almışlar.

Nâzım ve eşi Vera ile buluşmamda ince ince yağmur yağıyor. Mezarın başında Türkiye’den gelen ziyaretçiler bazı notlar yazmışlar. Yağmurun etkisiyle bu notlar parçalanmaya başlamış. Ona yazılan notları okumadan edemiyorum.

Erdi Şencan, Lütfiye Pehlivan, 01.09.2015, memleketinden’ imzası ile Nâzım’ın “Yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,/ anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,/ anlamak gideni ve gelmekte olanı” dizelerini paylaşmış.

Yağmurun parçaladığı bir başka kâğıt; 5 Eylül 2015 tarihli ve Semra tarafından yazılmış. “Ustam,” diye başlıyor satırlar, “ayıp, bizim ayıbımız. Vasiyetini yerine getiremedik. Memleketim dediğin memleket ne senin ne de bizim. Dört tarafı fırsatçılar işgal etti. Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler diyeli 59 yıl oldu. Hâlâ ölüyor çocuklar, ustam. Sen bizi güzel günlere inandırdın. Seni bağrına basan bu topraklarda rahat uyu, ustam. Elbet bir gün güneşli bir gün çalarız. Elbet sağırlar duyar, körler görür, dilsizler konuşur, diyetler ödenir” diye yazmış. “İşte, o zaman,” diye devam eden satırlar yağmurun yırttığı kâğıtta, “belli ki o zaman sen de yurduna kavuşursun” sözcükleri ile bitiyor.

Bir başka kâğıt da 4 Eylül 2015 tarihi taşıyor ve Melih, Yasin ve Yılmaz, “Sen âşık olduğun topraklara gelemedin, biz sana geldik” diye yazmışlar. Kalender, büyük harflerle “Nâzım Usta, sakın Türkiye’ye dönme, Anadolu’da ne bir ceviz ağacı, ne de gölgesi kaldı. Orada kin ve nefret var. Umarım bir gün barış gelir ve senin ruhun rahat eder” diye yazmış.

Üzeri çamur parçaları ile dolmakta olan başka bir kâğıtta ise, “Hani derler ya, ben sensiz yaşayamam, diye. Ben onlardan değilim. Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım” yazıyor.

Zeynep Rana, Nâzım Hikmet’e olan sevgisini ve Anadolu’da olma arzusunu şu sözlerle ifade etmiş: “Keşke burada Moskova’da değil de Anadolu’nun bir yerinde olsaydın. Olsaydın ki seni seven, sana âşık insanlar başında nöbet tutsaydı. Sevgilerimizle.

6 Eylül 2015 tarihli bir başka kâğıtta ise: “Sevgili Nâzım Usta, bu Moskova’ya ilk gelişimiz. Bu gömüldüğün yer çok güzel. Sevdiğin kadın da yanında. Geçen hafta Kaş’ta meyhane duvarında Vera ile fotoğraflarınızı gördük. Çok güzeldiniz.

4 Eylül 2015, Timur Ö.’ notuyla Nâzım’ın “Yine görüşürüz, dostlarım benim, yine görüşürüz/ beraber güneşe güler, beraber dövüşürüz” mısraları yazılıp “Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız! Ruhun şad olsun, ey gönlü büyük, fikirleri büyük, kendi büyük yoldaşım, kardeşim, yol gösterenim. Saygılarımla” denilmiş.

Rahmi-Atike Aydoğdu’dan “Selam ve dua ile huzur içinde yat, Nâzım” mesajı ve çiçeği ile Türkiye insanının Nâzım’la buluşmasına tanıklık ediyorum. Vatandaşlıktan çıkarmakla bu ‘Mavi Gözlü Dev’ adam gönüllerden çıkmamıştı.

Yerde duran bir atkı ve iki tarafına tutturulmuş iki not görüyorum. Yağmurun etkisiyle yavaş yavaş parçalanıyor notlar. Atkıda ise “Çarşı” yazıyor. Gülümsüyorum, atkıyı tekrar mezara güzel bir şekilde yerleştiriyorum. Başkaları da görsün, gülümseyebilsin. Nâzım’ın uzak ülkesinde binlerce yüreğin onunla olduğunu hissedebilsin diye…

Nâzım’ın mezarında, yanı başında son aşkı ve eşi Vera’nınki bulunuyor. Vera’yı “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye tarif eder Nâzım. Vera, Nazım’dan otuz yaş küçüktür. Evli ve bir de çocuğu vardır. Sonunda Nâzım Hikmet, Vera’sına kavuşur ve evlenirler.

Son Şiirini de Vera’ya yazmıştır:

Gelsene dedi bana/ gülsene dedi bana/ ölsene dedi bana/ geldim/ kaldım/ güldüm/ öldüm.

3 Haziran 1963 günü hayatını kaybeder Nâzım. Vera, Nâzım’dan sonra kimseyle evlenmez. Vera, Moskova’daki küçük bir Anadolu evi gibi döşediği, duvarlarında Nâzım fotoğraflarıyla donatılmış evinde anılarıyla yaşayarak geçirdi ve 2001’de öldü.

Vera’nın külleri, kızı Anna’nın ellerinde bir vazoda vasiyet ettiği gibi Nâzım’ın kalp hizasına gömülür. “Küllerim bir battaniye gibi Nâzım’ın üzerine serilsin” diyen Vera, artık Nâzım’ına kavuşmuştur.

Artık ziyaretin sonuna geliyorum. Ayaklarım, Nâzım ve Vera’dan bir türlü ayrılamıyor. Dönüp dönüp bakıyorum, içim sızlıyor. Siz hiç sevdiğiniz birini bırakıp giderken ardından acı hissettiniz mi? Öylesine bir duygu…

O vatanından, biz ondan uzak. Yattığı mezarlıkta misafir olduğu toplumun tüm saygınlığını kazandığını hissediyorsunuz. Ancak eksik bir şey var. Sanki huzura ermemiş bir ebedi istirahat… Sanki kapanmamış bir defter. Sanki memleketinden onu ziyaret edenlerin ardından mahzun bakıyor. Sessiz sessiz bir çığlık yükseliyor.

Sanki Anadolu’da bir ağaç altı, hâlâ onun geleceği günü bekliyor…

________________________________

Not: Eylül 2015’te yazılmış bir yazı…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar