PASLI DÜŞÜNCELER ZİNCİRİ
-İZMİR-
Ben miyim yiyen kafayı, o mu beni tekrar tekrar parçalara bölmekte olan yoksa? Kafanın azı dişleri arasında ezildin kaldın bunca zaman. Senin yemen için kafayı, ondan daha güçlü olman gerek. Döngü böyle işler. Büyük balık küçük balığı yiyerek koyulur yola. Oysa düşüncelerin senden büyük. Senden güçlü. Senden ağır. Ardında saklanırken demir parmaklıkların buzlu camın yarı saydamlığına olan inancımı yitirmeden hep görmezler sandım. Oysaki yarı saydam. Yarı. Saydam. İnsanlardan kaçamazsınız.
Nasıl olur? Yok mu bir çaresi hayalet olmanın? Var, efendim, var. Yeraltında olursunuz, görünmez. Kırkayak yahut bir solucan olursan. Tabii o da nereye kadar… Çıkıverirsin yüzüne yerin, rastlarsın bütün iki bacaklılara. Ve büyük olduklarından senden, basarlar üstüne, vıcık vıcık olur, sonra tabanları ardından iğrenirler bundan. Ah, ne acıklı! Acıklı tabii, efendim, en iyisi kalacaksın hep altında yerin.
Tabii kime laf anlatabilirsin ki? Kim dinler, kim anlar seni? Sisteme ayak uydurmayı becermek, bundan daha iyisi olamayacağını düşünen, hiç düşünmeyen aptal mahlûkların işidir. Ve biliyorum ki eğer kolay olsaydı konuşmak susmak kadar, ben de çıkar sokaklara haykırırdım düzenin düzensizliğini. Lakin ne boş bir eylemdir sağıra dil dökmek.
Buz gibisin, üşüyor musun? “Evet” diyemem, insanlardan daha soğuk değil tenim. O zaman sıcak mı? Hayır! Buz kalpler arasında mahsur kalırsan donarsın sen de! Biliyor musun, yakında cehennemi görmemiz için ölmemiz gerekmeyecek. Ben öldüm çoktan. Gitmedim gül bahçelerine, kavrulmadım kor alevlerde. Sana yalan söylemişler. Ne kadar egoist de olsa insanoğlu, inanası geliyor kendinden büyük bir varlığın varlığına.
Çelişki mi bu şimdi? Değil! Eğer olsaydı tanrı, insan bu kadar yüceltmezdi kendini. Ama sen, ya sen neden yüceltmiyorsun kendini madem yok diyorsan tanrı? Ben insan değilim çünkü. Ya nesin? Alçağın teki! “Ben yüksek değilim, siz alçaksınız” diyen sen değil miydin? Bendim, efendim, onu diyen de bendim. Şimdi de alçağım diyorsun. Değerlendirdiğin konuya göre değişir tezlerim. Ah, bocaladım. Şimdi söyle bana, sen mi alçaksın, onlar mı? Neye göre? Ele aldığına göre. Ele aldığıma göre değişir, efendim.
Biliyor musun, aslında yakmalı bütün kitapları. Neden, efendim? Düşünmeyi sağlıyor da ondan. Düşünmezsek kötü değil mi aslen? Değil. Neden? Mutsuz olursun öyle. Yine de aptal olmam! Peki, uzun boylu düşünen insan… Ben insan değilim! Nesin o zaman? Alçağın teki! Ah, lütfen, geri dönmeyelim şu mevzuya. Düşünmeni sağladığı için değil mi? Evet, düşünmemeliyim. Düşünürsem mutsuz olurum.
Söylesene neden bu kadar önemli senin için mutluluk? “Kolay elde edilmiş mutluluk mu, yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi?” Mutlu olanlar aptaldır. Eskiden hep ebedi mutluluğun arardım. Sonra ne oldu? Nasıl bulurum diye düşünürken düşünmekten daha da mutsuz oldum. Ya sonra? Aramayı bıraktım. Bulamadın diye mi? Hayır, asıl iyi olanın insanı yücelten acı olduğuna karar verdim. Çok acı çektin yani, öyle mi? Öyle, efendim. O halde neden hâlâ “Alçağım” diyorsun? Değişir o, değişir! Eldekine göre değişir!
Bağırma bana. Bağırmıyorum. Yalan söyleme, bağırdın işte! Hah, işte şimdi anladın mı neden alçak olduğumu? Bağırdığın için mi? Hayır, efendim, hayır. Yalancının teki olduğum için! Nerden biliyorsun yalan söylediğini? Bağırdığım halde bağırmadığımı söyledim? Değişkenlik gösterir. Nasıl yani? Doğuştan sağır birine göre nedir bağırmak eğer her şey sessiz ise? Yani bağırmak da sessizlik mi bir nevi? Evet, sonuçta biz duymuyoruz zihnindeki çığlıkları. Ah, efendim, ne de doğru konuştunuz öyle! Değişkenlik gösterir. Nasıl yani? Doğru var mıdır, yok mudur? Bilmem, var mıdır, yok mudur? Madem bilmiyorsun yokluğunu yahut varlığını doğruluğun, ne diye yalancıyım diyorsun o zaman? Ah, çok haklısınız. Bunu düşünememiştim daha önce. Haklıyım tabii, ben hep haklıyımdır. Yüceltme kendini haklıyım diye! Beni öven sensin, ben ise yalnız kabul ediyorum. Övmedim, doğruları söyledim! Nedir ki doğrular? Bilmiyorum, efendim, bilmiyorum. Düşünceler zincirin paslanmış, kemirmeye başlamış kurtlar zihnini.
Kaç kişi var içerde? Ya da var mı biri içerde? Bak, kaç yıl oldu, yalnızsın. Yalnız değilim! Kimlesin? Bilmem. Yalnız bildiğim şeyler de var tabii. Duvarlarda adamlar var misal, parkelerde adım sesleri duyulur. Balkondan yükselir kahkahaları. Ve gömülüyorum yine. Batıyorum gitgide. İster misin yardım eli? Hayır, istemez. Ben yaşayamam başkasına muhtaç.
Ne o, sigaraya mı başladın şimdi de? Uzun zaman oldu, sen gözden kaçırmışsın. Uzun zaman nedir, efendim? Kısa olmayan zaman. Kısa olmayan zaman nedir, peki? Uzun olan zaman. Aklım karıştı. Karışır tabii, düşünme bu kadar. Hep düşünme diyorsunuz. Neden düşünmeyecekmişim, efendim, varsa aklım neden kullanmayayım ki? Bırak bu işleri, kafayı yersin düşünerek. Hayır, beni yer kafam. Daha büyük benden düşüncelerim, daha güçlü, daha ağır. Senden büyük, güçlü ve ağırsa nasıl taşır o cılız beden bütün bu düşünceleri. Akıl sır erdiremiyorum ben de buna.
Söylesene; kendimi mi öldürsem, yoksa bir fincan kahve mi içsem? Bak, görüyor musun önündeki tüm parazitlenmeleri? Kaparsam gözlerimi görmem sanmıştım oysaki. Öldürme kendini. Ya gittiğin yerde bir daha kahve içemezsen? Ağlama. Ağlamıyorum. Sebebi ne o zaman yanağındaki yaşların? Alçağım demiştim sana. Öldürürsem kendimi gittiğim yerde içemezsem bir fincan daha kahve yine ölmek olmaz mı karanlıkta?