RUH VE NEFİS ARASINDAKİ KADİM SAVAŞ
-İZMİR-
“Onurlu kişi eziyet gördüğünde de geniştir dünyası/ baskıdan endişe edenler için orada da vardır sığınağı.” – Sekizinci yüzyılda Mısır’da bir hapishane duvar yazısı
Kapadokya gezimizde çok beğendiğim Mustafapaşa’da gezerken gördüğüm bir konak yazısını not etmişim. “Her şey boştur, kader insana ortak şeyler sunar.” Eski okuduğum kitaplardan birinin kapağına not düştüğüm bu yazıyı, yeniden elime alıp İbn-i Haldun hakkında yazılmış iki kitabı okurken hatırladım.
“Rütbeler, sürgünler, kaçışlar, savaşlar, zindanlar, inzivalar, zikzaklar, ailevi trajediler, aşklar… Kısaca en yüksek makamlarla en büyük düşüşler arasında yaşanan kahramanca ama bir o kadar da ‘insanca’ bir hayattır onunki. Evrensel insanlık hallerine, bir deyişle ruh ve nefis arasındaki kadim savaşa dair olan bir hayattır İbn-i Haldun’un hayat hikâyesi” diye devam eder. Yazarı Salim Hammish.
Yaşadığı coğrafyanın tehlikeli karmaşasından kendi içine çekilmek, hac görevini de yerine getirebilmek için çoğu kez şu yolu tercih etmiştir İbn-i Haldun:
“Hallac ve diğer İslam büyükleri gibi evinde tefekküre dalıp seyahati kalbinde ve zihninde gerçekleştirmek. Kendinle konuşmaya, düşüncelerini sesli anlatmaya başladığında ise kâtibi Hammu onun her sözünü ayrıntılarıyla not eder.”
“Tarih, eğer kendisinden ibret ve ders çıkarılmayan bir ders kitabı ise, değişik devir ve dönemlerde yaşanan dönüşüm ve değişimlerin ne tür bir anlamı olabilir?”
“Anlatılmamış zamanların ağır ironisiyle yüz yüze gelmiş bulunuyorum. Bir yanda zamanın akıp gitmesinden ve nesillerin birbirini izlemesinden kayda değer boyutta faydalanamadığı için gelişmeyen toplumlar, öbür yanda ise tarihe hayatiyet veren medenileşme ve bu mananın sürekli eriyip kırılmaya uğradığı bir meydan.”
“Yaşadığımız şu dönemin sultanları ne kadar da zayıf ve işe yaramazlar! Siyaset ve kamu yararı noktasında hiçbir kabiliyetleri yok. En iyi becerdikleri şey, komplo ve entrika tezgâhlamaktır.”
Siyasette görev yaptığı dönemlerde yaptığı hata ve pişmanlıklarını anlatırken de kendini şöyle açıklamıştır İbn-i Haldun:
“Ben de kendi kuşağımın bir üyesi olduğum gerçeğinin sorumluluğunu üzerime zor alıyorum. Bir konumdan diğerlerine sürüklendiğim demler oldu. Tamamıyla bir kendini koruma psikolojisi içinde, tamamen içgüdüsel olarak, kimi zaman kendimden uzaklaştım kimi zaman kendimle barışık oldum.”
“Şurası muhakkak ki hayat her zaman gençliğin tazeliğine muhtaçtır. Aksi takdirde kurumuş ot ve köpük gibi önemsiz olurdu.”
Timur’la karşılaşmasını ve huzurunda konuşmasını iki ulvi yıldıza, Zuhal ile Müşteri yıldızlarının buluşmasına benzetir İbn-i Haldun. Mısır’da yaşadığı ve Maliki Kadılığını yaptığı dönemleri yazarken Sultan Berkuk için ayrı bir yer ayırır ‘Mukaddime’de.
“Kötülüklerin içinden gelmiş, kaba kuvvet ve şiddet yanlısı bir adam olmasına rağmen Sultan Berkuk, tövbe kapılarını açık tutan, idarede itidal ve hoşgörüyü esas alan biriydi. Yendiği hasımlarına karşı inanılmaz ölçüde hoşgörülüydü. Onun bu davranışı, kanla yazılmış mazisini yıkayarak beyaz bir sayfa açmaya çalışan birinin davranışına benziyordu. Defalarca ölümle burun buruna gelmesine karşın her defasında kurtulmayı bilmiş, Çerkez kelimesinin hak ettiği anlamda yedi canlı biriydi.”
Yararlandığım kitap: ‘Allame – İbn-i Haldun’un Yaşam Öyküsü’, Salim Hammish, Çeviri: Vecdi Akyüz