EDEBİYAT 

‘YAŞAMAK NE GÜZEL ŞEY; ÖLSENE DEDİ BANA…’

Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum” diyen Nâzım Usta’nın nüfus kaydında 15 Ocak 1902 yazar. Kendisi de nüfus cüzdanında yazan tarihi doğum günü kabul etmiştir. Acaba bu tarih gerçekten de Nâzım Hikmet’in doğum günü müdür?

Nâzım Hikmet’in halasının eşi Memduh Ezine, önemli bir hukukçuydu ve o yıllarda anılarını yazıyordu. Memduh Bey’in oğlu Orhan Ezine, anıları koruması ve sahip çıkması için amcasının kızı Halet Çambel’e verdi. Memduh Ezine’nin anılarında belirtilen tarihe göre, Nâzım Hikmet, 17 Ocak 1902 günü Selanik’te dünyaya geldi.

Kaderin cilvesine bakın ki 1938’de Beyoğlu’nda gözaltına alındığında takvim yaprakları Nâzım’ın gerçek doğum günü olan 17 Ocak’ı gösteriyordu. Gözaltına alındığı ev ise ne büyük tesadüf anıların sahibi Memduh Ezine’nin büyük oğlu Celâlettin Ezine’nin eviydi.

Nâzım, hapishaneden çıktığı ilk günün gecesinde “içerideyken en çok yapmak istediği şey”i yapar. Oğlu Mehmet’in annesi Münevver Andaç, Vâlâ Nureddin ve eşi birlikte arabayla Üsküdar’a gelir. Sessizce denize ilerler, elini denize daldırır. Kızkulesi’ni seyre dalar… O Kızkulesi ki Nâzım’ın yaşamında bir başka önemdedir…

* * *

Şimdi tarihte ve coğrafyada kısa bir yolculuk yapalım. Yıl 1827, Almanya. Müzik öğretmeni Herr Detroit’in, Ludwig Karl Friedrich adında bir oğlu olur: Karl Detroit. Aile içi sorunlara bağlı nedenlerle bir süre sonra bir Fransız yetimhanesine bırakılır. Karl Detroit, 12 yaşında denizciliği seçer ve Hamburg limanından yola çıkar. İstanbul’a vardığında Boğaz’a atlayıp kıyıya yüzmeye çalışır; ama Kızkulesi’ne doğru sürüklenir. Kule bekçisi tarafından kurtarılır. Gemiye dönmek istemez. Olay Osmanlı-Almanya diplomatik krizine yol açmasın diye Sadrazam Ali Paşa, korumasına alarak Karl Detroit’e ‘Mehmet Ali’ adını verir. Harbiye’de eğitim görerek subay olan Mehmet Ali, II. Abdülhamit Dönemi’nde ‘Paşa’ unvanı alır.

Mehmet Ali Paşa’nın dört kızı olur. Bunlardan biri Leyla Hanım’dır. Leyla Hanım’ın Celile adında bir kızı olur. Hapisten çıktığı gün elini denize daldırıp Kızkulesi’ni seyre dalan Nâzım’ın, büyük büyük babası, işte o Mehmet Ali Paşa’dır ki Anton von Werner’in ifadesiyle, “şiirlerini Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arapça olarak tümünde aynı ustalıkla kaleme alabilen bir şair”dir. Nâzım’ın annesi de, onun torunu ressam Celile Hanım’dır. Pek çok tanıdık ismin Mehmet Ali Paşa soyundan olması da çok ilginçtir. Örneğin, Sabahattin Ali, Oktay Rifat, Mehmet Ali Aybar ve Atatürk’ün silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy Paşa…

Nâzım’ın baba tarafından dedesi, kendisine adını veren Nâzım Paşa’dır ki o da şairliği ile bilinen, valilikler yapmış bir Osmanlı paşasıdır. Babası Hikmet Bey ise, bir ara ticaretle uğraşmış olan bir dışişleri memurdur. 1900 yılında evlenen Hikmet Bey’le Celile Hanım’ın evlilikleri bir süre sonra çatırdamaya başlar. Aralarında şiddetli geçimsizlik vardır.

* * *

O fırtınalı dönemde devrin önemli isimlerinden Yahya Kemal, bir yakını ile gittiği Bektaşi dergâhında karşılaştığı Celile Hanım’a ilk görüşte âşık olur. Kendisi bekârdır, Celile Hanım’sa boşanmak üzeredir ve şairden dört yaş büyüktür. Yahya Kemal, özel dersler de verdiği Nâzım Hikmet’in Heybeliada Bahriye Mektebi’nden hocasıdır aynı zamanda.

Celile Hanım, zaten yürümeyen evliliğini sonlandırır, bir süre sonra Hikmet Bey’le boşanırlar. Yahya Kemal’e karşı kayıtsız değildir. İlişkileri yavaş yavaş evliliğe doğru gelişir. Küçük Nâzım, annesi ile hocası arasındaki ilişkiyi fark eder. Özel derse geldiği bir gün, Yahya Kemal’in ceket cebine bir not bırakır:

Muallim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremeyeceksiniz!

Bu durumu Celile Hanım önemsemez ve düğün hazırlıklarını sürdürür. Ancak ölünceye dek bekâr olarak kalacak olan Yahya Kemal için her şey bitmiştir. Evlilik hayalleri suya düşer. Ayrılırlar. Celile Hanım yurtdışına gider. Gemi limandan uzaklaşırken rıhtımdaki Yahya Kemal’in ağzından “Meçhul Gemi” şiirinin dizeleri dökülür.

* * *

Askeri denizcilik eğitimi alıp deniz subayı olan Nâzım, 17 Mayıs 1920’de, sağlık kurulu raporuyla, askerlikten çürüğe çıkarılır. Mustafa Kemal’e silah ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla –Kurtuluş Savaşı’na destek olabilmek amacı güderek– 1 Ocak 1921’de Sirkeci’den İnebolu’ya geçerler. Yanında arkadaşları Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Vâlâ Nureddin vardır.

Kısa bir süre sonra Nâzım, Moskova’ya geçerek üniversite eğitimine başlar. O sırada çocukluk arkadaşı ve ilk aşkı Nüzhet’le ani bir evlilik yapar. Nüzhet’in ailesi bu evliliğe karşı çıkar. İki yıllık evliliğin sonunda hastalanan Nüzhet İstanbul’a döner ve ailesinin etkisiyle Nâzım’ı terk eder. Fena halde kırılmıştır. Bu terk ediliş Nâzım’ı aynı zamanda çok üzer ve kızdırır.

Ancak yüreği çok geniştir Nâzım’ın. Kırgınlığını, kızgınlığını kısa bir süre sonra unutur. Yüreği sevdalara açtır, açıktır. O da yeni bir sevdaya yüreğini açar ve bir süre sonra bir Rus kızı olan Dr. Lena ile ikinci evliliğini yapar. Memleket hasreti yüzünden sona eren bir evlilik…

Memlekete döner. 14 yaşından beri aldığı iyi eğitimin ve genetik mirasın da etkisiyle güzel şiirler yazan Nâzım Hikmet artık şiirleriyle tüm ülkede tanınır hale gelmiştir.

Birkaç şiiri geniş çevrelerce bilinir olmaya başlamıştır. “Salkım Söğüt” gibi tanınmasında önemli yer tutan “Bahri Hazer” şiiri ile ilgili hikâye ilginçtir. Moskova’dan yeni dönen Nâzım ile dönemin önemli şairlerinden Necip Fazıl’dan, Güzel Sanatlar Birliği Genel Sekreteri Peyami Safa’nın önerisiyle, aynı ortamda şiir okuması istenir. Ancak Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirini Nâzım Hikmet, Nâzım Hikmet’in “Bahri Hazer” şiirini de Necip Fazıl okur.

* * *

Şimdi Türkiye’de yeni bir yaşam, yeni ve güçlü bir aşk bekliyordur Nâzım’ı: Piraye… Kardeşi Samiye Hanım’ın arkadaşı olan kızıl saçlı, bembeyaz tenli bu kadına görür görmez âşık olur. Ancak Piraye, Nâzım’la tabiri caizse 1 yıl kadar köşe kapmaca oynar. Ne Piraye’nin ailesi Nâzım’ı ne de Nâzım’ın ailesi Piraye’yi istiyordur. Ne de olsa Piraye evli, iki çocuklu bir kadın; Nâzım ise beş parasız bir şair… Piraye, yürümeyen bir evlilikten sonra yeni bir evliliğe hazır değildir.

Fakat tüm olumsuzluklara karşın Nâzım’ın dizeleri karşısında dizlerinin bağı çözülür Piraye’nin. Sonunda ikna olur. Para sıkıntısı çekiyorlardır çekmesine; ama mutlu ve huzurludurlar. Bu süreçte Piraye, henüz boşanmamıştır, ancak boşanır ve 1932’de evlenmeye karar verirler. Her şey yoluna girer…

Daha doğrusu girdiğini sanırlar; çünkü evlenemeden “Gece Gelen Telgraf” kitabı toplatılır, art arda davalar açılır ve idamla yargılanır. Yargılamanın sonunda, af yasasının devreye girmesiyle de 1 yıl ceza alır; ama Nâzım 1,5 yıl kadar hapis yatmıştır bile.

Aksilikler yakasını bırakmaz. Bir türlü başı dertten kurtulmayan Türk şiirinin büyük şairi Nâzım Hikmet, kaçak olduğu ve her yerde polis tarafından arandığı günlerde sevgilisi Piraye’yi çok özlediği için onu bir kez görmek ister.

Bu yüzden güvendiği arkadaşlarından biriyle Piraye’ye haber ulaştırır. Fakat arkadaşı pek de güvenilir biri olmasa gerek, Nâzım Hikmet’in Piraye’yle buluşacağını polislere anlatır. “Nâzım, Gülhane Parkı’nda, saat tam 12’de en ulu ceviz ağacının altında olacak” der.

Buluşma günü geldiğinde Nâzım, Piraye’yi görmek sevinciyle Gülhane Parkı’na gelir. Ancak her yer polis kaynamaktadır. Ne yapacağını bilemediğinden ve polislere görünmeden de kaçamayacağından en yakınındaki ceviz ağacına tırmanarak orada saklanmak zorunda kalır. Sevgilisi Piraye, ağacın altına geldiğinde her yer polis dolu olduğundan ve Piraye’nin izlendiğini bildiğinden sesini çıkaramaz. Çünkü Nâzım, Piraye’nin en ufak bir tepkisinde yakalanacağının farkındadır.

Polisler bir yanda, Piraye ağacın altındadır, Nâzım ise ağacın tepesinde, bekler, bekler, bekler. Çıkarır yanında taşıdığı kâğıt kalemi; şarkıya da konu olan o bilindik şiiri kaleme alır: “Ceviz Ağacı”. O gün buluşamazlar elbette. Daha sonra gizlice evlenir ve İstanbul’a yerleşirler.

* * *

Nâzım Hikmet’in Beyoğlu’nda akrabasının evinde tutuklanıp hapse atıldığı günlere dönelim. Celile Hanım, 1938’de hapse atılan Nâzım için bir şeyler yapmaya çalışıyordur. Heybeliada Bahriye Mektebi öğrencisi Nâzım yüzünden Yahya Kemal’le ayrılan yolları bu kez büyük şair Nâzım nedeniyle yeniden kesişecektir. Celile Hanım, Nâzım’ın durumu için yardım beklediği, zamanın milletvekili Yahya Kemal’den gereken ilgiyi göremez. Yahya Kemal, geçmiş aşkına ihanet etmiştir.

Talihsizlikler ve mahpusluk bir türlü yakasını bırakmaz Nâzım’ın. Bu kez 15 yıl ceza almıştır. Nâzım, dört duvar arasında da olsa Türkiye’de ve dünyada olup bitenlere karşı son derece duyarlıdır. Bursa Hapishanesi’nde yaklaşık 11 yıl geçirir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, elleriyle, bedeniyle değil; ama yüreğiyle, dizeleriyle duvarlarını yıkıp geçebileceği demir parmaklıklar ardındadır.

Nâzım mahpusluğunda boş durmaz, yazar-çizer, üretir, üretir, üretir. Hapishaneyi okula çevirir. Eli kanlı Balaban’dan bir ressam, şiirler çiziktiren kavruk Adana delikanlısı Orhan Kemal’den dünya çapında bir romancı çıkarır. O, Bursa Hapishanesi’ne getirildiği ilk günden beri umutsuzluğa düşmemiş, bir sarmaşık gibi yaşama tutunmuş, diğer mahkûmların da umudu olmuştur.

O mahpusta durmadan üretirken dışarıda da Bedri Rahmi (“Yiğidim Aslanım” şiiri), Cahit Sıtkı Tarancı gibi bazı şairlerden Nâzım için yazanlar vardır. Cahit Sıtkı’nın, Nâzım Usta için yazdığı şiirin (“Bir Şey”) ilk bölümü bir gazetede yayımlanır. Tamamını ise bir arkadaşı daktilo ederek Nâzım’a ulaştırır. İçtenlikle yazılmış olan bu şiirde yer alan “yürekler acısı”, “garip kuş”, “hapislerde çürür” gibi ifadeler nedeniyle Nâzım çok kızar ve el yazısıyla o kâğıda tepkisel bir şiir yazar…

Piraye ile mahpusluğunun 12 yılı boyunca kitaplara konu olacak biçimde mektuplaşırlar. Nâzım böylece yaşama tutunur ve aşkının ateşini sıcak tutar. Bir gün dayısının kızı Münevver hapishanede ziyaretine gelir. Olan olur. Nâzım Usta bu, yüreği geniş, sevdaları bereketli, gönlü zengin… Yaşamının önemli bir bölümü mahpuslukta geçse de yeni aşklar çalmıştır gönül kapısını. Hapiste kendini ziyarete gelen dayısının kızı Münevver’e kayar gönlü. Fırtınalı günlerde birtakım gelgitlerden sonra sığındığı bir limandır artık Münevver. Elbette ki şiirleri de artık yeni aşkına, Münevver’edir.

Son paragrafını, “Bütün bu olan biten şeye rağmen yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Benim başım sıkıştığı zaman hapiste olayım, dışarıda olayım, yine sana koşacağım. Sen de öyle, bana koşacaksın. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir. Şimdilik Allah’a ısmarladık. ‘Beni affet’ bile demiyorum. Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim. Ellerinden öperim” diye bitirdiği bir mektupla veda eder Piraye’ye.

O süreçte Nâzım’ın af beklentisi vardır. Münevver de kocasından boşanacak ve evleneceklerdir. Münevver ile Nâzım Hikmet’in öngörüsü gerçekleşmez ve af çıkmaz. Münevver bu belirsizlik ortamında boşanmaktan vazgeçer. Nâzım ise Piraye’ye yeniden mektuplar yazmaya başlar. Son mektubunda “Ellerinden öperim” diye veda ettiği Piraye’ye “Eteklerinden öperim” diye mektup yazıp yeniden ilişkilerini başlatmak istese de karşılık göremez. Bu kez Piraye’nin oğlu Mehmet üzerinden Piraye’ye ulaşmaya çalışır. Israrlara dayanamayan Piraye, çocuklarıyla ziyarete gider; ama artık birlikte olamayacakları bellidir.

Nâzım açlık grevine gider. Özel bir af beklentisi oluşunca Münevver’le yeniden görüşmeye başlarlar. Sağlığı kötüye gidince hastaneye kaldırılır. Bunu duyan Piraye hastaneye Nâzım’ın ziyaretine gider. Hastane odasındayken Münevver içeri girer. Piraye, Münevver’i görünce her şeyi anlar ve apar topar hastaneyi terk eder. Bu, son görüşmeleridir.

* * *

1950’de Celile Hanım’ın Yahya Kemal ile son kez yolları kesişir. Yahya Kemal, açlık grevindeki Nâzım’ı kurtarmak niyetiyle çırpınan ve Galata Köprüsü’nde imza toplamaya çalışan Celile Hanım’ı görmezden gelir, başını çevirerek geçip gider.

Yahya Kemal, Nâzım için destek olmaktan, imza vermekten kaçınırken onun şiirlerinden etkilenmekle birlikte Türk şiirine yeni bir bakış açısı, yeni bir soluk getiren “Garip” akımının kurucusu Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Orhan Veli, “Yaprak” dergisindeki yazılarıyla onu desteklerler. Hatta Ankara’da Nâzım’ın açlık grevi yaptığı günlerde iki gün açlık grevi yaparlar ve bunu basında duyururlar.

14 Temmuz 1950’de Nâzım hapishaneden çıkarken yanındaki kadın, Münevver’dir. Piraye ile 1951’de boşanırlar ve Nâzım, o yıl Münevver’den olan oğluna Mehmet adını verir ki bu Piraye’nin oğlunun da adıdır.

* * *

Yıl 1951, Nâzım ile Münevver çarşıda gezerken birileri otomobille onları ezmeye çalışır. Kıl payı kurtulurlar. Evde göz hapsine alınmıştır. Bir taraftan da hasta kalbine ve çürüğe ayrılmış deniz subayı geçmişine karşın Nâzım’ı askere almaya çalışırlar. Ülkede özgürce yaşama olanağının kalmadığını düşünen Nâzım, kız kardeşinin eşi Refik Erduran’ın sağladığı bir sürat teknesiyle Karadeniz’e açılır. “Plehanov” adlı bir Romen gemisine sığınarak ülkeyi terk eder. Şu tesadüfe bakın ki onu özgürlüğe taşıyan bu gemi, sevmediği bir tarihi karakterin adını taşımaktadır. Biricik oğlu Mehmet’ini memede, karısı Münevver’i geride bırakmıştır. Mektuplaşmalarla hasretini dindirmeye çalışır.

Gönüllü sürgünlüğün bir bölümü Varna’da yaşanır. Nâzım’ın hasta kalbini bir yandan da vatan hasreti yormaktadır. İstanbul gözünde tüter.

İstanbul hasreti bir yandan, Münevver hasreti diğer yandan, ille de doya doya öpüp koklayamadığı ve ağzından bir kez bile “Baba” sözcüğünü duyamadığı Mehmet’in hasreti yiyip bitirir Nâzım’ı.

Gurbet gurbet gezer Nâzım; ama gurbette ölmek yoktur hedefinde. 1955’te Moskova’dan yazar “Memed’e Son Mektubumdur”u.

Doğumundan sonra Mehmet, ilk kez babasını 10 yaşında Varşova’da görebilir. Yalnızca 15 gün görüşürler. Aradan geçen 9 yılda Nâzım’ın hasta yüreğinin aort kapağı başka âşıklar tarafından tıklanmış ve 1960’ta Vera Tulyakova ile evlenmiştir. Moskova’ya onlarsız döner. Mehmet’in kalbi kırılmıştır. Türkiye’ye dönerler…

* * *

3 Haziran 1963 günü, Nâzım, evinin kapısına gelen postaları alırken kriz geçirir. Şiirine konu ettiği “Angina Pektoris”ten daha ötesidir bu. Eşikte yakalanır. Oraya yığılıverir. Yapılan müdahalelere, tüm çabalara karşın yaşamını yitirir. Nâzım’ın cüzdanından son aşkı Vera’nın fotoğrafı çıkar. Arkasında yazdığı son şiiri vardır:

Gelsene dedi bana/ Kalsana dedi bana/ Gülsene dedi bana/ Ölsene dedi bana // Geldim/ Kaldım/ Güldüm/ Öldüm.

Mehmet babasını son kez tabutta görür. Tabuttaki Nâzım’ı öpmesi istendiğinde öper ve hıçkırıklara boğulur. Yalnızca 12 yaşındadır. Sonradan babasını son görüşünü şöyle anlatır: “Uzatmışlardı. Öylece bir masanın üzerinde yatıyordu. Çok korktum önce, ilk defa bir ölü görüyordum. Ve ölü BABAMDI.

Nâzım Usta, geride kalanlardan bir tek şey istedi. Anadolu’da bir köy mezarlığında yatmayı… Üstelik başına dikilecek bir çınar ağacından başka taş maş da istemedi hani. Şimdi, Anadolu’da bir köy mezarlığında değil, Novodeviçi Mezarlığı’nda yatıyor. Ne var ki “Vasiyet”ini bir ölçüde gerçekleştirircesine Anadolu’daki köy mezarlıklarından giden bir miktar toprağın altında…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar