EDEBİYAT 

BİR KİTABIN ÇAĞLARI AŞAN SERÜVENİ: DİVAN-Ü LÜGATİ’T TÜRK

Dünya ve ülkemizin Covid-19 salgını yüzünden karantina altında kaldığı bugünlerde ben de sizlere olağandışı olaylar sonucu yazılmış bir kitabın yüzyılları aşan serüvenini anlatayım istedim.

Karahanlılar soyunun asilzadelerinden olan Kaşgarlı Mahmut, Kaşgar ilinin Opal köyünde 1008 yılında doğdu. Karahanlılar arasındaki iktidar kavgaları babasının zehirlenerek ölmesi, kendisinin de kıl payı ölümden kurtulması sonucu bir karar almasını zorunlu kıldı. Türk dilleri Kamusu’nu yazmak için 49 yaşında yurdunu terk eder. 15 yıl boyunca Türk illerini gezer, onlarla yaşar, gelenek-görenek ve konuşma farklılıklarını çok titizlikle kaleme alır. 15 yılın sonunda, 1072 yılında 64 yaşında Bağdat’a gelir. O zamanların Bağdat Kütüphanesi zengin kitap tercümeleriyle ünlüdür. Kaşgarlı Mahmut da, bu kütüphanede çok zaman geçirmiş olmalıdır. Tüm Türk dünyasının dilini, sosyal hayatını, inanış ve davranışlarını, coğrafyasını-tarihini anlatan sözcükleri en ince biçimde kullandığı defterlerinin düzeltmelerini de yaptıktan sonra, 1075 yılında tamamlayıp ilk nüshasını, Abbasi Halifesi Ebu’l Kasım Abdullah Muktedi Biemirillah’a güzel ve göz alıcı bir sunuşla takdim etti. Divan-ü Lügati’t Türk’ün yüzlerce yıllık serüveni de böylece başlamış oldu.

Aradan geçen yüzlerce yıllık suskunluk ses verdi. 1910 yılıdır. İstanbul’daki sahaflar çarşısında Burhan Efendi’nin dükkânına çekingen davranışları gözden kaçmayan, zarif ve utangaç bir hanımefendi girer. Çantasından çıkardığı el yazması bir kitabı sahaf Burhan Efendi’nin eline verir. Kitabına 30 altın istediğini söyleyip dükkândan çıkar. Burhan Efendi kitabın çok kıymetli bir eser olduğunu anlamıştır bunca yıllık sezgileriyle. Hemen Maarif Nezaretine koşar, kitabın sahibinin 30 altın istediğini anlatır; ama Maarif Nezaretindekiler parayı vermeye çekinirler, Burhan Efendi de sahafına geri döner.

Kitabın gerçek değerinin bilinmesi, bu değerli hazinenin gün yüzüne çıkarılması Diyarbakır doğumlu Ali Emiri Bey adında bir âlime kısmet olur. İstanbul Divan yolunda Diyarbakır Kıraathanesi’nin devamlı müşterileri arasında edebiyat, tarih, sanat konularının konuşulduğu grubun arasında Ali Emiri Bey de vardır. Kitap tutkunu Ali Emiri Bey her hafta 2-3 kere sahaflara uğrar, yeni bir kitap gelmiş mi diye bakardı. Bir gün Burhan Efendi’nin sahaf dükkânına girip selam verir. Burhan Efendi, hemen elindeki kıymetli yazmayı onun önüne koyup, “30 altın istiyor bırakan kişi” der. Ali Emiri Bey’in cebindeki para yetmez, sahaftan çıkar. Çok düşüncelidir, eğer bu hazine değerindeki el yazmasını dönene kadar başka biri alırsa diye dertlenir kendi kendine. Yolda yakın bir dostuna rastlar, ondan borç alıp hemen Burhan Efendi’ye koşar. Kitabı alıp evine dönerken elinde taşıdığı hazinenin “Divan-ü Lügati’t Türk” olduğunu bildiğinden nasıl saklaması gerektiğinin derdine düşmüştür. Heyecanı ve korkusu gittikçe artınca bir gece Diyarbakır Kıraathanesi’nde arkadaşlarına kitaptan bahseder. Kilisli öğretmen Rifat Bilge’ye kitabı göstereceğini söyler. Ertesi günü zor eder ikisi de. Ali Emiri Bey’in evinde kitabın tercümesini konuşurlar. Rifat Bilge de el yazmasını alıp evine götürür. O günden sonra bütün devlet yönetimi olayı duyup “Kitabın basımını yapalım” derler. Kimler karışmamışlardı ki kitabı görmek için: Ziya Gökalp, Talat Paşa, Rıza Tevfik… Yıl 1916’dır. Rifat Bilge tercümesiyle başlatılan basım çalışmaları savaş koşulları nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Türk Dil Kurumuna kısmet olur. Besim Atalay; 1936’da ilk cildini tamamlar, 4 cilt halinde 1941 yılında basımı tamamlanır.

Tarihin koynunda saklanıp korunmuş, ilk basımının kimlerde olduğu bilinmeyen Kilisli tercümesi diye anılan eserin elimizdeki hali 1266’da Şam’da Türkçe dahi bilmeyen Şamlı Mehmet tarafından kopya edilen kitaptır bizlere ulaşan. Yazdığı kitap gibi yazarının da kaybolan mezarı 1983 yılında keşfedilir.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar