EDEBİYAT 

TOPLUMSAL BİR ÇIKMAZIN EDEBİYATTAKİ YANKISI: POSTMODERNİZM

Postmodernizm eklektizmden yararlanan, modernistlerin aksine sanatçının ölümü üzerinde duran bir akım. Yeni bir eser üretmekten ziyade var olan malzemelerden yeni yapılar meydana getiren bu akım, dünyada 1960’lardan sonra, edebiyatımızda ise 1980’lerden sonra tartışılmalara konu olmuştur.

Postmodernizm ile birlikte Aristo’dan günümüze uzanan sanatın taklit etme görevi ortadan kalkmıştır. Tıpkı Nietzsche’nin dediği gibi “Sanat doğanın taklidi değildir; tersine ona yapılan bir ektir, kendisini aşmak üzere yanına dikilen fizikötesi bir ekidir doğanın” anlayışı sanata hâkim olmaya başlamıştır. Sanat akımlarının bir felsefi anlayış etrafından biçimlendiğini göz önünde bulundurursak postmodernizmin de Nietzsche’nin anlayışından, nihilizmden esinlendiği söylenebilir.

Yıldız Ecevit, sanat anlayışlarının dönemin “gerçeklik” anlayışıyla paralel düzlemde oluştuğundan söz eder. Gerçeklik ise tanımlanmış bir kavram değildir. Gerçeklik anlayışı, medeniyet tarihi boyunca farklı ölçütlere göre tanımlanmıştır. “…başlangıçta mitosların, sonra felsefenin/teolojinin ve giderek bilimin verileriyle biçimlenmiştir.” Bütün bu değişiklikler sanatta somut bir biçimde gözlemlenebilir. Sözlü dönemde ortaya çıkmış destanlarda evrene ve doğaya dair farklı inançlar geliştirilmesi, bilimin yokluğunda evreni inançlar ve tanrılarla anlamlandırmaya çalışan bir toplumsal düzen kurulması; bilimsel gelişmelerle çok tanrılı anlayışın yerini soyut ve ulaşılması güç olan göksel bir tanrıya bırakması, nihayetinde destan döneminin son bulması bu bağlamda değerlendirilebilir.

19’uncu yüzyıl ile birlikte her alanda öncelik olan insan, sanatta, dolayısı ile edebiyattaki yerinden olacağı bir deprem yaşayacaktır. Yaşanan iktisadi gelişmelere bağlı olarak toplumsal dengeler değişecektir. “Altyapı üstyapıyı belirler” ilkesinin hüküm süreceği bir çağın başlamasıyla “madde”, yani ekonomi belirleyici olacaktır. Edebiyatta kurgulanan kahraman artık silik, pasif bir karaktere bürünmüş; dış dünyanın şekillendirdiği, savurduğu biri olacaktır.

Bilimsel gelişmeler, zamana ve mekâna dair farklı teoriler ise bilimdeki bilinmezleri artırmıştır. Yaşanan gelişmeler, evrenin derinliğini keşfe dair atılan adımlar çözümden ziyade farklı problemleri ortaya çıkarmış, belirsizlikleri, ihtimalleri toplumlar için kader haline getirecek bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Bu ise günümüz insanını, destan dönemdeki ilkel insanın evrene dair kafa karışıklığıyla benzer bir sürece dâhil etmiştir.

Yaşanan değişimler, bu değişimlerdeki hız da sarsıcıdır. Zamanın algılanışı, insana ait yaşanmışlıklar, bilinçaltında var olanların yoğunluğu, derinliği geçmişe göre farklılık göstermektedir. 21’inci yüzyılda her şeye yön veren teknoloji tanrının yerini almaya başlamıştır. Maddenin hâkimiyetiyle birlikte tanrı ölmüştür. (*) Yaradılış anlayışına bağlı bir tanrının olmaması ise gerçekliğin bütünsel anlamından kopmasına neden olur. Parçalara bölerek anlatma, var olan farklı parçaları bir araya getirme ise edebiyata postmodernizmde kullanılan kolaj, montaj teknikleri şeklinde yansımıştır. Görünenden yola çıkan sanat anlayışı, yani taklit yoluyla eser ortaya koymak anlayışı da son bulmuştur. Var olan gerçekliğin belirsizliği, değişkenliği sanatçının kavramasını zorlaştırmış ve taklit etmesini imkânsız kılmıştır.

Oysa 20’nci yüzyılda katlanarak gelişen olaylar realist/mimetik estetiğin üstünde boy attığı temeli güçlü bir biçimde sarsmaya başlamıştı. Bilimdeki/teknolojideki akıl almaz gelişmeler ve bunun sosyopolitik yan ürünleri, insana yabancı yeni bir dünyanın konturlarını çizmekteydi. Bu yeni dünyada insanın, doğanın, kendiliğinden ve doğal olanın yerini, maddenin yönlendirdiği yeni bir değerler sistemi almaya başlıyordu. Ana ereğin kazanmak/para/prestij/çıkar olduğu bu yeni değerler dizgesinde insancıl ölçütler, giderek daha da saldırganlaşan bir maddeler evreninde etkisiz kalmakta, arkaik/naif bir görünüm almaktaydı. Madde egemenliğinin yaşamın odağına bir karabasan gibi çöktüğü bu ortamda emperyalist yönelimler, dünyanın dört bir yanına paranın/gücün bayrağını dikmekteydi.” (Ecevit, 2021: s.37)

Bütün bunlardan yola çıktığımızda postmodernizmin yerel söyleyişlerin ve kültürel anlayışların birbirine karıştığı ve evrensel bir bilinmezliği ortaya koyan, teknik anlamda melez bir akım olduğunu söylemek mümkün. Küreselleşmeyle birlikte farklı kültürlere ait dikkat çeken ayrıntılar, hâkim kültürün içinde kendisine bir tutunma biçimi geliştirmiştir. Bu tutunma biçimi hâkim kültüre ait “alt kültür” diye tabir ettiğimiz grupları ve anlayışları ortaya çıkarmıştır. Birbirinden farklı ifade tarzları olan alt kültürlerin bir metropolde buluşması, iç içe yaşaması ve aykırılıklarıyla yan yana bulunmasının ortaya çıkardığı panorama her neyse edebiyatta postmodernizm de odur.

Bütün biçimsel farklılıklara rağmen herkesin amacı aynıdır: Kazanmak ve tüketmek arzusu. Günümüz toplumunda “Kendin ol” anlayışı, düşündüklerimiz üzerinden değil tükettiklerimiz üzerinden ifade edilmekte. Ekonomik anlamda hangi sınıftan olursak olalım bu hepimizi aynı düşünmeye iten kişisel farklılıklarımızı ortadan kaldıran bir durum. İmaj ise bu gerçeğin üstünü örten bir aldatmaca. Adorno’nun da ifade ettiği gibi “günümüzde kültür, her şeye benzerlik bulaştırır”.

Modernizmi elitizm kabul eden, postmodernizmi aşağı kültürün tepkisi ve demokratik bir zaferi olarak gören bir yaklaşıma dair Semih Gümüş…kültür alanında ortalama bir çizgi kurgulayıp herkesi o çizgide buluşturmak demokratizm sayılmaz” eleştirisi getirir. Bu anlayışın ise kültürün sonsuz yenilgisine giden bir yanılsama içinde olduğundan söz eder. Semih Gümüş, tabana hitap edebilmek uğruna işlevsel dilin kullanılması; yazınsal dilin terk edilmesi konusunda ise arka plandaki endüstrinin varlığına işaret eder. Romandaki hızlı yükselişi, hem teknik anlamda hem endüstriyel anlamda postmodernizm için uygun oluşuna bağlayabiliriz. Türler arasındaki sınırın belirsiz bir hal alması roman olarak adlandırılan birçok metnin anlatı olarak isimlendirilmesine dahi yol açmıştır. Peki, şiir için benzer bir durumdan söz edebilir miyiz? Geleneksel oluşu, farklılıklardan beslenmesi, kültürle olan sıkı bağı, “Okudum bitti” denebilecek bir tür olmaktan uzak; derinliği olan, hazmedilmesi zor bir tür oluşu piyasada tutunmasını güçleştiriyor şüphesiz. Fakat iktisadi-toplumsal bir kırılmanın eşiğindeki dünyada en çok şiire ihtiyaç duyacağını da ummak istiyor insan. Ruhlarımız başka türlü nasıl iyileşir ki?

(*) Alman filozof Nietzsche’nin ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ eserinde de yer alan sözüdür. Çağın değişmesi, insanın kendini alt ederek üst insana ulaşması ve tanrıya olan ihtiyacın ortadan kalkmasının ifadesidir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

– Apaydın, M., Postmodernizmin Değeri Dışlayan ‘Çoğulcu Estetik’i ve Bunun 1980 Sonrası Türk Romanına Yansımaları, L. Sunar (Ed.), // 1980 Sonrası Türk Romanı Sempozyumu (s. 27-35). Kayseri: Erciyes Üniversitesi, 2009

– Ecevit, Y., Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, Everest Yayınları, İstanbul, 2021

– Gümüş, S., Modernizm ve Postmodernizm, Can Yayınları, İstanbul, 2010

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar