YAŞAM 

BİR BAŞKA YAZ

Akdeniz akşamları bir başka oluyor/ hele bir de aylardan temmuz ise bambaşka/ işte ben böyle bir akşamda âşık oldum.” – Söz-Müzik: Serhan Kelleözü

Bir yaz ikindisi. Adana sarı bir sıcakla yanıp kavruluyor. Bu sıcakta evden çıkanın aklı yok, diye söyleniyor babaannem, pencere önünde istasyona gidip gelen yolcuları izlerken. Aklımız hâlâ yerinde, diyorum, öyleyse, çünkü biz her gün evdeyiz. Memur ailelerin anlaşmalı fiyatlar üzerinden deniz tatili yapabildiği kamplarda, babamın izne ayrılmaya niyet ettiği tarihlerde her seferinde geri çevrilmesi yüzünden ne zaman yer bulabildik ki zaten! İyi insan lafının üstüne, babamın nöbeti bitmiş, heyecanlı bir şekilde kapıyı paldır küldür açarak, “Kızlaaaaarr!” diye sesleniyor içeri, “Bu akşam istasyon meydanında Haluk Levent konseri varmış!” İnanamıyorum. Kapıya koşuyorum. “Bizi götürür müsün?

Taşınalı birkaç ay olmuş lojman evine. Evlerin bahçe kapıları birbirine açılıyor. Herkes birbirini aileden sayıyor, yani lojman sakinleri mesai arkadaşı olunca eşler, çoluk çocuk da çabuk kaynaşıyor. Yaz akşamları bahçelere kurulan masalar, kapı önüne atılan sandalyeler, çocukların etrafta koşuşturması, gençlerin –o yıl lisenin hazırlık dönemini yeni bitirmiş bir ergen olarak kendimi bu gruba dâhil ediyordum– bir araya gelmesiyle mahallede yankılanan eğlence çığlıkları, gülüşmeler unutamadığım şeyler olsa da yaz sıcağında eve kapanıp kalmak insanı yeni uğraşlar aramaya itiyordu, en azından benim için öyleydi. Mesela bir fotoğraf albümünün içine topladığım kâğıt peçeteleri desen desen ayırıp bir kolaj yaparak yapıştırıyordum albümün içine. Bazen çok beğendiğim desenleri kendim çizmeye çalışıyordum resim defterime. Fakat yine de aklımı başımdan alan şey müzikti o sıralar. Evde konulacak yer bulunamadığı için şimdilik babaannemin odasının arka köşesinde duran, babamın evliliklerinin ilk yılında anneme aldığı ve benimle yaşıt olan müzik setimiz –üst kısmı plakçalar, alt parçası kasetçalar– can sıkıntıma çare olmuştu. Kasetçaların camlı bir bölmesi vardı, oraya annemle babamın gençlik yıllarından kalan kasetler istiflenmişti; Zeki Müren, Muazzez Abacı, Nilüfer, MFÖ ve başka başka isimler, benim ilk kez duyduğum. Kaset satın alabilmek her zaman mümkün olmuyordu tabii. 90’lı yıllarda karışık kaset doldurmak en keyifli işlerden biriydi bu yüzden; hatta hoşlanılan kimseye kaset doldurarak şarkılarla ilan-ı aşk etme lisedeki arkadaşlarım arasında oldukça yaygındı. Flörtleşme denilen meseleye de çoğunlukla müzik aracı oluyordu, radyoda istek parça söylenip “Okulun en güzel sarışın kızına”, “Okulun en asi oğlanına” gibilerinden mesaj veriliyordu, o her kimse kendini biliyor ve radyonun diğer ucunda kendisine gönderilen şarkıyı dinliyordu. Ben de sevdiğim tarzda müzik yapan bir radyo programı bulmuştum. Rahmetli dedemin çok sevdiği ‘Gesi Bağları’ türküsü çalınca bir gün, babaannemin çok hoşuna gitmiş, istediğim zaman odasına gelip müzik setini açmama izin vermişti. Haluk Levent en çok dinlediğim şarkıcıydı, ‘Yollarda bulurum’ çalsın diye bekliyordum kasetçaların başında.

Yollarda bulurum seni/ takvimlerden çalarım seni/ dans ederim hayalinle/ yine de yaşarım seni.

Bir defasında tekrar tekrar dinleyebilmek için babamın o eski kasetlerinden birini hazırda tutmuş, radyoda şarkıyı yakalayınca kayıt tuşuna basmış ve kaseti doldurmuştum. Babam kasetini heba ettiğime kızar diye içten içe hem korkmuş hem de şarkıyı kayıttan defalarca çevirebileceğim diye mutlu hissetmiştim kendimi.

O yaz akşamı yemeğimizi yedikten sonra, yeni alınan kırmızı tişörtümü ve 90’lı yılların modası şort-eteğimi giyiyorum. Sıcağa rağmen saçlarımı omuzlarıma salıveriyorum. Ne de olsa gideceğim ilk konser. İstasyon meydanı ışıl ışıl. Babamın gardaki odasından dışarıyı seyrediyoruz. Karanlıkta yansıtılan ışıkların içinde bir görünüp bir kaybolan insanların arasına karışmak istiyorum. O kadar kalabalığın müzik için orda toplanmış olması görkemli bir şey bence. Haluk Levent sahneye çıkıyor az sonra. Bütün o kalabalık hep bir ağızdan eşlik ediyor şarkılara. Müziğin büyüsü, birleştirici gücü işte bu, diyorum, gözlerimi kapatıyorum…

Kendimi arıyorken, olmaktan korktuğum yerdeyim.

Söz defterime bu satırı yazıyorum. Uzunca bir süre götürüldüğüm başka bir konser olmamış. Adıma doldurulan bir kaset de olmamış, istek parça da gelmemiş radyoda; ama ilk kasetimi annem almıştı. FD, nam-ı diğer Feridun Düzağaç’ın ‘Alev Alev’ albümü. “Küllerimden doğar mıyım sana doğru…” Ardı ardına üç defa çevirip çevirip dinlemiştim kaseti. Nasıl güzel sözlerdi onlar… Sohbetlerimizin konusu olmuştu. Sabah okul servisinde sürekli FD çalıyorduk, teneffüste sınıfta bağıra çağıra ‘Boş Ders’ şarkısını söylüyorduk. FD, “Feridun abi” olmuştu aramızda. Yaz başı Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu’na geldi Feridun abi. Yaşımız küçük, başımıza bir erkek lazım olduğundan anneler araya girdi ve ‘Alev Alev’ şarkısını dilinden düşürmeyen dayım, annemin teklifini hemen kabul etmiş olacak ki lisedeki kız arkadaş grubumu toplayıp bizi o konsere götürdü.

Şu doğru zaman, doğru yer hikâyesi/ ner’de yazılır ki kara bahtın reçetesi?/ Bu kör talihim ner’de olsam bulur beni, sobeler/ ben mutluluktan bi’ parça şefkat dilenirken/ hiç sevmiyor beni tesadüfler…

Bizse bu şarkıları karşımıza çıkaran tesadüfleri hep çok sevdik.

Müziği hayatımın hep içine içine aldım büyüdükçe. Yürüdüğüm yolların, insan ruhunun, kitap satırlarının tınısını duymaya çabaladım. Sözleri ezberledim, içimde biriktirdim. Söyleyecek bir yer, bir zaman bulunur hep, dedim.

Gençliğimin şarkılarından geçip bugüne geldim. Adana’da dolunayın ışığında bir temmuz akşamı. Uzaklarda sevdiğim adam aynı hasretle bakıyor ayın ışığına, aynı anda. Kırmızı tişörtlü, şort-etekli genç kız gözlerini kapatmış bir şarkı mırıldanıyor:

Akdeniz akşamları bir başka oluyor/ hele bir de aylardan temmuz ise bambaşka…

Not: Yazıda geçen bazı cümlelerde küçük harf kullanımı, yazarın bilinçli tercihidir.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar