YAŞAM 

PAZAR İKİNDİSİ NOTDÜŞÜMLERİ

Belki de izdüşümleridir; ama ben “notdüşümleri” ifadesini kullanıyorum.

Belirli bir takvim yaprağının belirli bir zaman dilimine dair notlar düşmek için yazı masamın başındayım.

Günlerden pazar, vakitlerden ikindi.

Ağustosun son dönemecinde ilerliyoruz.

Eylül kapıda, bizi bekliyor.

Hüznüyle, toprak kokusuyla, rüzgârda savrulup yüreğimize karışan gazelleriyle göz kırpıyor kapı aralığından.

Dün akşamüzeri sicim gibi yağan, biraz da fırtınalı o yağmuru düşünüyorum.

Mis gibi eylül kokuyor.

Bense sevdiğim kadının ellerinden tutmuşum, ona sarılmışım yahut onu öpüyorum; şemsiye altında aşkın, tutkunun, özlemin “şemsiyesizliğinde” sırılsıklamım, sırılsıklamız.

Saatime bakıyorum o vakit, saatin bir önemi yok; takvime bakıyorum o vakit, takvimin de bir önemi yok; o halde mevsimin de bir önemi olmuyor.

Akreple yelkovan, yalnızca “aşkın yağmurla karışık halini” gösteriyor.

Bense o yağmurla karışık aşk halinin biraz düşle biraz şiirle karışık hallerini yaşıyorum.

Günlerden pazar, vakitlerden ikindi.

Şiirlerden ve düşlerdense “yağmur sonrası”…

Nursel Aras’tan bir şiir okuyorum; yağmurla, özlemle, eh biraz da düşle karışık:

Ah gece/ hangi yiğidin göğsüne sersem hüznümü harman gibi, bilmem ki/ şimdi bir şiir gelip gözlerimden öpse/ yağmur yağsa/ rüzgâr dinse/ ay yeniden maviye dönse/ sonra sıcağında uyutsa/ uyusam/ uyansam/ o hiç gitmese…

Saatime bakıyorum; saatler şiiri, aşkı, özlemi gösteriyor.

Mevsimlerden, hüzne çok şey kalıyor.

Mevsimler yağmurlarla birlikte hüzne, şiire, özleme çok şey akıtıyor.

Şair, mevsimlerin akıttıklarından çok şey topluyor; şiirine, aşkına, tutkusuna çok şey serpiştiriyor.

Bense sevdiğim kadının gözlerinde, aşkında-tutkusunda-sevgisinde çok şey topluyorum.

Nursel Aras’ın bir öyküsünden şu satırları okuyorum beraberinde:

Ağzım ve parmaklarım tütün kokuyor. Geceler ölü bir kuş gibi düşüyor çatı katı odama. Yalnızlığım büyüdükçe büyüyor. Acıtan bir türkü gibi içimi çizerek geçip gitti baharlar. Önce akasya ağaçlarım kurudu, sonra kumrular, kırlangıçlar terk etti beni. Taze çağla kokulu sabahlarım yok artık. Birlikte kurduğumuz kalabalık sofralar da…

Saatime bakıyorum, sevdiğim kadının gözlerine bakıyorum, yağmur sonrasında buğulanan camlara bakıyorum.

Günlerden pazar, vakitlerden ikindi.

Gecelerin çığlığını derinlerden hisseden kadınların haykırışlarını işitiyorum:

Sessizce soğuttum acılarımı. Yaralarımı üzerimde kuruttum. Ayyaş gecelerin ürküten deli naralarını çatılara, yağmur oluklarına, kaldırım taşlarına sakladım. Hiçbirini duymadınız, bilmediniz siz… Anlamadınız da…

Aşkın, özlemin, tutkunun, hüznün ve yalnızlığın farklı yüreklerde nasıl da farklı şekilde çarptığına tanıklık ediyorum.

Belirli bir takvim yaprağının belirli bir zaman dilimindeyim.

Günlerden pazar, vakitlerden ikindi.

Bir pazar ikindisinde izdüşümleri gibi düştüğüm notlar aşka dair, şiire dair, özleme-tutkuya-sevgiye dair, yağmura-hüzne-yalnızlığa dair notlara dönüşüyor.

Belki de tüm bu notdüşümleri, ağustosun son dönemecinde ilerlediğimiz bir pazar ikindisinde “aşkdüşümleri”, “yağmurdüşümleri”, “özlemdüşümleri” oluyor.

Ve öylesine yazılıyor; iyi ki de yazılıyor.

________________________________

Not: 8 yıl önce yazılmış bir yazı…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar