POLİTİKA 

REFORM MU, YAPISAL DÖNÜŞÜM MÜ?

AKP iktidarının 19’uncu yılındayız.

18 yılın sonunda, ekonomi başta olmak üzere eğitim, adalet, tarım, çevrenin korunması, işçi hakları, dış politika ve başka alanlarda eleştiriler ve tartışmalar bitmiyor.

Eleştiriler; aşırı yetkilerle donatılmış cumhurbaşkanının tek karar verici olması, yasama erki TBMM’nin büyük oranda işlevsiz kalması, yürütmeyi oluşturan bakanların yüksek bürokrat düzeyine indirgenip çalışma özerkliği ve karar yetkilerinin kısıtlanması ve yargının hiyerarşik olarak siyasi otoriteye bağlı kalması konularında yoğunlaşmaktadır.

Yani yapılan eleştirilerde ortak bir nedensellik vardır: Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi!

Kısa süre önce, Türk lirasının yabancı paralar karşısında yaşadığı hızlı değer kaybını, ekonomi bürokrasisinde istifa/görevden alma ve yeni atamalar izledi.

Ardından Cumhurbaşkanı, hukuk ve ekonomi alanında reform yapılacağını ifade etti.

Yeni ekonomi yönetiminin ilk kararı faizleri yükseltmek oldu.

Faizlerin yükseltilmesi, ekonomideki yapısal sıkıntıları çözebilecek mi?

Acı reçeteler yoksulluğa çare olabilir mi?

Daha da önemlisi, ilan edilecek reformlar, 18 yılın ardından artık “güçlü devlet” yapısına geçiş sağlayacak mı?

GÜÇLÜ DEVLET, ZAYIF DEVLET

Barry Buzan’a göre, geniş bir coğrafyaya veya güçlü bir orduya sahip olmak, güçlü devlet olmak için yeterli değildir. Ona göre, güçlü-zayıf devlet ayırımını yapmak için;

– Devletin fiziksel tabanı (physical base of state),

– Kurumsal yapısı (institutional expression)

– Düşünsel yapısına (idea of state) bakmak gerekmektedir.

Devletin fiziksel tabanı; coğrafya, nüfus, ordu ve ekonomi gibi bileşenlerden oluşmaktadır. Bu etkenler, çoğunlukla milli güç unsurları olarak bilinmektedir.

Bir devletin geniş bir coğrafyada yüksek rakamlı bir nüfusu, teknolojik araçlar ile donatılmış ordusu ve hatta bütçe fazlası veren güçlü bir ekonomisi olabilir.

Suudi örneğinde olduğu gibi, sadece bu etkenler, güçlü bir devlet olmaya yetmez. Güçlü bir devlet olabilmek için, devletin kurumsal yapısının da çağdaş ve güçlü olması gereklidir.

Devletin kurumsal yapısı; yasama, yürütme ve yargı erkleriyle, bu erklerin işleyiş biçiminden oluşmaktadır.

Devletin düşünsel yapısı ise bir çeşit bağlayıcı mekanizmadır. Devletin fiziksel tabanı ile kurumsal yapısını bağlayan, ulusun yapısı ve ideolojisidir. Ulus-devlet/devlet-ulus bağlamında devlete olan inanç, bağlılık ve birlik düşüncesi ile iktidarın siyasi meşruiyeti bu başlık altında yer almaktadır. Ulus devletler güçlü bir yapı için en uygun adaydır. ABD gibi “devlet uluslar” ise ulusal bir yapı oluşturmaya gayret etmektedirler.

Avrupa Birliği (AB) siyasi bir yapı olarak ele alındığında, fiziksel tabanı güçlü, kurumsal yapısı çağdaştır. Ancak düşünsel yapı bakımından, katılımcılar arasındaki temel farklılıklar ve ortak ideallerde bir araya gelinememesi AB’yi zayıflatmaktadır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği veya Yugoslavya’nın dağılmasındaki ana faktörlerden biri de devletin düşünsel yapısındaki yetersizliktir.

TÜRKİYE’DE DEVLETİN FİZİKSEL TABANI

Türkiye fiziksel taban konusunda, varlık içinde yokluk çekmektedir.

Üç tarafı denizlerle çevrili, özel bir jeopolitik konuma sahiptir. Ancak bu yapı fırsata dönüştürülememiştir.

83 milyonluk genç bir nüfusa sahip olmak, önemsenecek bir ayrıcalık olarak görülebilir. Ancak nicelik kadar, eğitim niteliği yüksek bir nüfusa sahip olabilseydik, genç nüfustaki yüksek işsizlik yerine, küresel piyasalarda rekabet üstünlüğü oluşturan yenilikçi atılımları konuşuyor olabilirdik.

Ordumuz NATO’nun ikinci büyük askeri gücü olarak gösterilir. Son yıllarda askeri elektronik alanında kaydedilen milli gelişmeler umut vericidir. Bununla birlikte, henüz milli tank veya muharip savaş uçağını yapamayan veya milli yüksek irtifa hava savunma sistemi kuramayan yapısı tartışmalıdır. 15 Temmuz FETÖ Kalkışması, en büyük darbeyi ordumuza vurmuş ve eğitimli/deneyimli kadrolarda belirgin bir açık oluşmuştur. Gerek iç güvenlik operasyonları ve gerekse Doğu Akdeniz görevleri, askerlerimizin üstün gayret ve fedakârlıkları ile yürütülmektedir.

Ekonomi alanındaki yapısal sorunlar çözülememiş, aksine büyümüştür. 19 yıllık tek parti iktidarı, yapısal dönüşüm için büyük bir fırsattı. Ancak AKP hükümetleri, nitelikli endüstriyel yapı oluşturarak katma değerli üretim yapmak ve orta gelir tuzağını aşmak konusunda yetersiz kaldı. Gelinen noktada, rekor düzeyde iç ve dış borçlanma, artan işsizlik, yükselen enflasyon, büyüyen bütçe açığı/cari açık, düşük büyüme hızı ve daha da kötüsü ekonomi yönetimi ve milli paramıza olan güven sarsıldı. Gelir dağılımı adaletsizliğinin eşlik ettiği bu tablo, halkın büyük bölümünün yoksullaşması ile devam etmektedir.

TÜRKİYE’DE DEVLETİN KURUMSAL YAPISI

Mevcut siyasi yapımızda, cumhurbaşkanı ve atadığı bakanlar yürütme erkini oluşturmaktadır.

Cumhurbaşkanının kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahip olması, TBMM uhdesinde yer alan yasama erkine nüfuz etmesine olanak sağlamaktadır. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun ve Siyasi Partiler Kanununun zayıflıklarını kullanan iktidar, parlamento oluşumu ve iradesine hükmedebilme olanağına sahip olabilmektedir.

Bütçe yapma hakkının cumhurbaşkanlığına devri, gensoru ve güvenoyu uygulamasının kaldırılması, yasamanın yürütme üzerindeki denetim yetkilerinin kısılması anlamına gelmektedir.

Diğer yandan Adalet Bakanı ve müsteşarının Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na başkanlık etmesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürmektedir. Yüksek mahkeme atamalarının çoğunun cumhurbaşkanlığınca ve kalan kısmın çoğunluğu elinde tuttuğu parlamento tarafından yapılması, bu kadrolarda siyasi yapılanma yolunu açmaktadır.

FETÖ’nün etkili olduğu dönemde, birbiri ardına açılan kumpas davalar ile yargının bir silah gibi kullanılması hâlâ hafızalarımızdadır. Bugün “Yargıda İstanbul Grubu” üzerinden devam eden tartışmalar, yargı üzerindeki siyasi vesayetin bitmediğini göstermektedir.

15 Temmuz sonrasında, yargıda açılan kadrolara çoğunlukla yandaş siyasi avukatların atandığı yönündeki eleştiriler ve son olarak Anayasa Mahkemesi kararına direnen yerel mahkemelerin varlığı, yargı üzerindeki şüphe ve kaygıları artırmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, kurumsal yapının en özlü tarifi olan “denge ve fren” mekanizmasının bozulduğu, “Güçler Ayrılığı” ilkesinden “Güçler Birliğine” kayma olduğu gözlenmektedir.

TÜRKİYE’DE DEVLETİN DÜŞÜNSEL YAPISI

Devletin fiziksel tabanı ve kurumsal yapısını birleştiren “düşünsel yapı” (idea of state), en basit tabirle, toplumda birlik ve beraberliğin sağlanmasıdır.

Ulus-devlet yapımız, etnik/mezhepsel ayrışmaların kışkırtılması ve siyasi çatışmalar ile sürekli aşınmakta ve devlete bağlılık ile bütünlük zayıflamaktadır.

Türkiye’de siyasetin yapıldığı zemin, tartışmadan çok kavgaya, rekabet yerine hasımlığa ve görüşme yerine ayrışmaya neden olmaktadır.

AKP iktidarları döneminde muhalefeti etkisizleştirmek için kötüleme, aşağılama, hakaret etme ve sonuçta muhalefeti adeta şeytanlaştırma yoluna gidildiği gözlenmektedir. Ana muhalefet partisi liderinin önüne mermi atılması, terör örgütünün silahlı saldırısına maruz kalması, bir şehit cenaze töreninde linç girişiminde bulunulması ve son olarak hüküm giymiş bir suç örgütü liderince tekraren tehdit edilmesi, toplumsal birlik ve beraberliğe yönelik girişimlerdir.

Siyaset ulusa hizmet yolunda bir rekabet aracıdır ve ayrıştırıcı olmak yerine bütünleştirici olmalıdır. Siyasi gayelerle toplumun keskin iki kutba bölünmesi girişimleri, cumhuriyetin kazanımlarının kaybedilmesine yol açabilecek riskler içermektedir.

Michael Mann, siyaset sosyolojisi alanında yazdığı ‘Devlet, Savaş ve Kapitalizm’ adlı kitabında, devletin gücünün toplum üzerinde iki şekilde uygulanabileceğini anlatır. Bunlardan ilki “despotik” yöntemdir ve iktidarı elinde bulunduran seçkinler tarafından, baskı ve zorlamayla uygulanır. İkinci yol ise “altyapısal” yöntemdir. Bu yöntemde seçkinler yerine kurumsal yapı vardır ve kararlar toplumun her kesimi ile görüşülerek demokratik yolla alınır.

Despotik yolları seçen iktidarlar toplumda bölünmeye ve zayıflamaya neden olmaktadır. Toplumun her kesimi ile görüşen ve çoğulcu demokratik yöntemi seçen iktidarlar ise bütünlüğü sağlayarak güçlü devlet idealine hizmet etmektedir.

Türkiye bu konuda adeta bir yol ayrımındadır. Ya baskıcı yöntemlerle bölünme ve ayrışma artmaya devam edecek ya da artık çoğulcu yaklaşımla bütünleşmeye dönülecektir. Çoğulcu yönetim anlayışı, iktidarın siyasi meşruiyetini de artıracaktır.

SONUÇ

Türkiye’nin uzun yıllardır çözülememiş yapısal ve kemikleşmiş sorunları vardır.

Bu sorunlar devletin fiziksel tabanı, kurumsal ve düşünsel yapısında süregelen ve artık kronikleşmiş yanlışlardan kaynaklanmaktadır.

İktidarda 19’uncu yılına giren AKP, devletin fiziksel tabanında yapısal yatırımlar yapamamıştır. Bu stratejik hatanın sonuçları ekonomi, hukuk, tarım, eğitim, sosyal güvenlik vb. alanlarda açıkça görülmektedir.

Şimdi reform yapılacağı ifade edilen alanlar, devletin fiziksel tabanının sadece iki alt başlığıdır.

Reform çalışmalarının başladığı süreçte, bir suç örgütü liderinin tehditlerine iktidar ortağının tekraren destek çıkması, iktidar ortaklığının suç şebekeleri ile işbirliğini gündeme getirir ki, yapılacağı ifade edilen hukuk reformu şimdiden inandırıcılığını kaybeder.

Diğer yandan, ekonomi reformları konusunda sadece sermaye kurumları ile görüşüp geniş halk kesimlerinin temsilcileri olan sendikalar veya esnaf odaları dışlanırsa, alınacak tedbirler eksik kalır ve çalışmanın içtenliğine gölge düşer.

Aslına bakılırsa, Türkiye’nin ihtiyacı “yapısal dönüşümdür”.

Yapısal dönüşüm için; devletin fiziksel tabanı ile kurumsal ve düşünsel yapısında ihtiyaca uygun ve çağdaş düzenlemeler yapılmalıdır.

Başka bir ifadeyle, devletin fiziki tabanı ve kurumsal yapısını güçlendirip toplumun her kesimine devletin elini uzatan çoğulcu yönetim anlayışı, güçlü devlet yolundaki ana istikamet olmalıdır.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar