YAŞAM 

PARİS’TE GÜNLERDEN BİR GÜN

Bir sonbahar akşamıydı.

Serinceydi hava.

Dinoların çatı katındaki evlerinin terasında oturuyorduk.

Güzin Dino mükemmel bir sofra hazırlamıştı.

Adana usulü tava yapmıştı.

Üstelik analı-kızlı da vardı.

Gelirken Adana’dan ince bulgur da getirdiğini söyledi salata yaparken.

İnanmayacaksınız ama tahini nerden bulmuşsa artık, humus bile yapmıştı.

Önce, üzerine yağ yakılmış mahlûta çorbalarımızı içmiştik.

Fikret Muallâ erkenden gelmişti.

Zaten orada yaşıyordu.

O sıralar bir sergiye hazırlanıyordu.

Nâzım Hikmet Moskova’dan, ben de Adana’dan yeni gelmiştik.

Gelirken şalgam da getirmiştim.

Bol deneli ve acılıydı.

Abidin Dino, Adana’da sürgündeyken şalgama alışmış ve çok sevmişti.

Nâzım pek sevmedi.

Fikret de hiç içmedi.

Karşımızda Eyfel ışıl ışıldı.

Şarap kadehlerimizi güzel günler umut ederek ve dileyerek kaldırdık.

Nâzım yeni şiirlerini okudu ve 3,5 yıl aynı koğuşta kaldıkları Orhan Kemal’i sordu.

Görürsen selamımı ve çok özlediğimi söyle” dedi.

Güzin, Adana’daki evlerinden söz etti.

Önce şu an atölyemin olduğu Abidinpaşa Caddesi’nde bir evde kaldıklarını, sonra Ziyapaşa’da bir eve taşındıklarını anlattı.

Ben bu ustaların karşısında ancak sustum.

Onları dinledikçe içim aydınlandı.

Ruhum feraha erdi.

Sevincimden gökyüzüne yükseldim adeta.

Gülümseyip “Şaraptandır” dediler.

Su gibi aktı zaman.

Sabah olmak üzereydi.

Eyfel’in ışıkları birer birer söndü.

Güneş üstümüze doğdu.

*

Nâzım kadehindeki şaraptan son yudumu kafaya dikip cebinden cep telefonunu çıkardı.

Haydi, bir selfie yapalım” dedi.

Güzin, Abidin, Nâzım, Fikret ve Aydın kameraya bakıp gülümsediler.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar