KÜLTÜR-SANAT 

‘BU TOPRAKLARDA AŞKLAR ÖLÜMÜNEDİR’ / ŞAHMERAN VE LOKMAN HEKİM’İN HİKÂYESİ – 2

Önceki yazının özeti: Binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla düşen Cemşab; burada yarı yılan – yarı insan olan, dünyalar güzeli Şahmeran ile tanışır. İkisi de birbirini görür görmez âşık olur. Ülkenin kralı hastalanınca kötü vezir onu hastalığın tek çaresinin Şahmeran olduğuna ikna eder. Cemşab, sevgilisinin yerini söylemek zorunda kalır. Şahmeran’ın oyunuyla vezir ölür, Cemşab dünyanın sırrına vakıf olur.

Şahmeran’ın ölümüyle kahrolan Cemşab kendini dağlara, bayırlara vurur. Yüreği acılar içindedir ve sevdiğinin yasını tutmaktadır. Tüm bu yaşananların rüya olmasını istese de gerçek olanca yüküyle omuzlarındadır. Sevdiğinin ölümü için kendini suçlar. Sonunda, suçluluk duygusunun verdiği acıya dayanamaz ve her şeyin başladığı mağaraya dönmeye karar verir. İşlediği korkunç suçun cezasını Şahmeran’ın halkı, yani yılanlar vermelidir.

MAĞARAYA DÖNÜŞ VE LOKMAN HEKİM’İN ASASI

Şahmeran’la tanıştığı mağaraya girdiğinde Bilge Yılan’ın onu beklediğini görür. Gözyaşlarıyla olan biten her şeyi Bilge Yılan’a anlatır. Cemşab’ı üzüntüyle dinleyen Bilge Yılan, bir süre düşündükten sonra şöyle der:

Bak, Cemşab, sakın Şahmeran’ın öldüğünü yılanlara söyleme, bu sırrı seninle birlikte saklayalım. Eğer yılanlar Şahmaran’ın öldüğünü anlarlarsa bu insanlığın da sonu olur. Yılanları ne ben ne de sen durdurabiliriz. Mağaralarından çıkıp dünyanın sonuna kadar insanlarla savaşıp dururlar. Şimdi sen gel de diğer yılanlarla vedalaş. Sonrasını düşünürüz.

Cemşab mağarayı dolduran her renkten ve her türden binlerce yılanın karşısına çıkar. Onlarla vedalaşır. Bilge Yılan, Cemşab’la birlikte mağaranın ağzına gelir ve “Şahmeran senin ölmemen için kendini feda etti,” diye fısıldar, “onun bütün bilgeliği ve ruhu senin bedeninde. Sen artık bu dünyanın en bilgili adamısın. Senin de bildiğin gibi Şahmeran ölümsüzdür. Şimdi ben sana bir hediye vereceğim.

Daha önce Şahmeran’a muhafızlık eden iki yılanı yanına çağırır. Yılanlara dönerek “Ey yılan kardeşlerim,” der, “sizler bundan sonra Cemşab’ın, yani bilgeliği ile insanlığa şifa dağıtacak olan Lokman Hekim’in muhafızlığını yapacaksınız.

İki yılan birbirine dolanıp uzun, görkemli bir asaya dönüşürler. Bilge Yılan, asayı Lokman Hekim’e verir ve şöyle der:

Şimdi git artık. Ama sakın emin oluncaya kadar da bir yerde durma. Gezdikçe bütün canlılar senle konuşacak ve sana kendi sırlarını verecek. Sen de bu bilgileri insanlara ver. Haydi, yolun açık olsun.

LOKMAN HEKİM’İN DOĞUŞU

Kendini yollara vuran Lokman Hekim’in geçtiği yerlerde bitkiler, ağaçlar, çiçekler ona seslenmeye başlarlar. Hepsi kendi sırlarını anlatmaktadır. Bu durum karşısında Lokman Hekim önce dehşete düşer, sonra yavaş yavaş alışır. Bitkilerin sırlarını tek tek not almaya başlar.

Zamanla tüm bitkilerin dillerini öğrenmeye başlar Lokman Hekim. Bitkiler ona hangi hastalığa şifa olduklarını anlatıp dururlar. Bu bilgileri insanlık yararına kullanmak isteyen Lokman Hekim, gezgin olup tüm dünyayı dolaşmaya başlar. Geçtiği her yerde adı ve mucizeleri dilden dile yayılır. Uzun yıllardan sonra tekrar doğduğu yere, Mezopotamya’nın bereketli topraklarına geri döner.

LOKMAN HEKİM’İN MUCİZESİ

Bir gün, geçtiği köylerden birinde öfkeli bir kalabalıkla karşılaşır. Bağırıp çağıran insanların meydanda, hamile bir genç kızı taşladıklarını görür. Kendini genç kıza siper eder. Duraksayan kalabalığa “Bu ne vahşettir!” diye bağırır: “İnsan, hele ki iki can taşıyan hamile bir kadın taşlanır mı hiç! Sizde hiç mi vicdan ve insanlık kalmadı?

Sinirli, yaşlıca bir adam elindeki taşı sıkarak öne çıkar ve Lokman Hekim’e cevap verir:

Ben kızın babasıyım. Sen kimsin, yabancı? Neden bizim işimize karışırsın?

Lokman Hekim, kalabalığı şöyle bir süzer, “Ben Lokman Hekim’im!” der yüksek sesle. Köylüler şaşırır. Bu hekimin namını daha önce duymuş ama yüzünü hiç görmemişlerdir. Lokman Hekim kızın babasına dönerek “Söyle bana, ey zalim, ölümü hak edecek ne yaptı bu biçare kadın?” diye sorar.

Gördüğün gibi kızım hamile,” der yaşlı adam, “ama evli değil, bu çocuğu kimden ve nasıl yaptığını bilmiyoruz. Yaptığı bu kötü iş yüzünden benim ve ailemin namusunu kirletti ve boynumuzu büktü. Biz de onu böyle cezalandırmaya karar verdik.

Lokman Hekim yerde kanlar içinde yatan genç kadına bakar. İçi acır. Yüreği hiddetle dolar. Kalabalığa dönüp “Bana biraz zaman verin, size bu kadının suçsuz olduğunu kanıtlayayım” der. Genç kadını yerden kaldırır. Bohçasından cam bir şişe çıkarıp içindeki şuruptan kıza içirir. Koca bir yılan kızın ağzından süzülüp dışarı çıkar. Şaşkınlıktan dili tutulan kalabalık utançla başını eğer. Lokman Hekim, öfkeyle kalabalığa dönüp şöyle der:

Büyük bir ihtimalle bu kızcağız, bir dere kenarından su içerken yavru bir yılan kaçmış ağzına. Midesinde büyümüş ve siz de bu durumu böyle yanlış anlamışsınız. Kim bilir kaç günahsızın daha böyle suçsuz yere günahına girdiniz?

(Bilimsel olarak, bir yılan yavrusunun asit dolu insan midesinde büyümesi mümkün değil ama olsun… Efsanelerden bahsediyoruz burada…)

LOKMAN HEKİM ÇUKUROVA’DA

Bu köyden ayrıldıktan sonra tekrar yollara düşen Lokman Hekim, Çukurova’nın bereketli topraklarına varır. Topraktan adeta fışkıran bin bir çeşit otu, çiçeği görünce buraya yerleşmeye karar verir. Seyhan ile Ceyhan nehirleri arasındaki Misis’e yerleşir ve burada hep yaptığı şeyi yapmaya, insanlara şifa dağıtmaya devam eder.

Lokman Hekim sayesinde hastalıklardan uzak, sağlıklı ve huzurlu bir şekilde yaşayan Misis halkı; bu sefer de ölümden korkmaya başlar. Ölüme de çare bulması için Lokman Hekim’e yalvarıp yakarırlar. Her ne kadar “Benden çok zor bir şey istiyorsunuz. Dünya kurulduğundan beri ölüme kim çare bulabilmiş ki ben bulayım?” dese de ısrarlara dayanamayıp kabul eder. Çukurova’nın dağlarında, ovalarında gezinip ölüme çare aramaya başlar. Günlerce, haftalarca, hatta aylarca dolaşır ölümsüzlük iksirini bulabilmek için.

ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ

Yorgun düşmüş, ağaç altında uyurken bir ses uyandırır Lokman Hekim’i. Gözlerini açar. Etrafını pür dikkat dinlemeye başlar. Duyduğu sesin hayal mi gerçek mi olduğuna emin olamaz. Derken uyuyakaldığı ağacın arkasından bir daha duyar aynı sesi. Kulak verir. Rüzgârın taşıdığı sesin şöyle dediğini duyar:

Bunca zamandır arayıp bulamadığın ilaç benim. Ben ölümün sırrını çözenim. Bendedir o büyük sırrın çözümü. Benle birlikte yeryüzünde insana ve hayvana ölüm olmayacak.

Lokman Hekim’in kalbi heyecanla çarpmaya başlar. Sesin geldiği yere koşar ve konuşan otu bulur. Ot ona ölümsüzlük iksirini nasıl hazırlayacağını anlatır. Lokman Hekim duyduğu her şeyi şifa defterine yazar. Otu koparıp hızla yola koyulur.

CEBRAİL’LE KARŞILAŞMA

Misis’e geldiğinde, ağır ağır akan Ceyhan Nehri’nin üstündeki köprüde soluklanır. Bu sırada tanrı da onu izlemektedir. Melek Cebrail’i huzuruna çağırır ve “Yetiş, Cebrail, Lokman Hekim ölümsüzlüğün sırrını insanlara götürüyor. Eğer onu durdurmazsan insanlığın hali hiç de iyi olmaz. Hemen git ve onu durdur” diye buyurur. Derhal dünyaya inen Cebrail, pir-i fani (çok yaşlı kimse) kılığında Lokman Hekim’in karşısına çıkar. Selam verip hekimin elindeki notlara bakmak ister. Lokman Hekim izin vermez ama Cebrail, el çabukluğuyla defteri ve otu onun elinden alır. İkisini de Ceyhan Nehri’nin soğuk sularına atar.

Lokman Hekim hemen suya atlayıp defteri kurtarmaya çalışsa da başaramaz. Bir mısır tarlasının kenarında bulduğu tek sayfa, bugünkü tıp biliminin temeli olur. Lokman Hekim’e asa olan iki yılan ise tıbbın simgesi olarak bilinir.

Siz, Lokman Hekim Efsanesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Efsanenin bildiğiniz başka versiyonları var mı? Yorumlara yazın, lütfen.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar