BARIŞIN GİZLEDİĞİ
-MERSİN-
Hep maviyi, hep beyazı hatırlatır bana “barış” kavramı.
Mavinin bize hissettirdiği huzur, beyazın yansıttığı olumlamadan olsa gerek.
Savaş kelimesi nasıl ki irkiltirse insanı barış da kendine çekiyor misali…
Barış demişken…
Dünyanın kendiyle barışamaması sorunu, döndüğü müddetçe devam edecek gibi.
Dünya nasıl kendiyle barışamaz?
İnsan müsaade etmediği müddetçe bu böyle olur.
Dünya barışını savunup yardım çığlıkları atan ülkelere ve insanlara kulak tıkanırsa, gözünün içine bakarak “Bana bunu yapma” demeye çalışan hayvana eziyet yapılırsa, toprak ananın can çekişmesine göz yumulursa, barışın savaşı çoktan kaybedilmiş demektir…
Sorsanız herkes barıştan yanadır ama kendi yeni bir savaşın ortasına düşene kadar.
Kendisinin başlattığı bir savaşın kazananı olup olmasa da barış, tozlu raflara doğru yol alır.
Kan dökülen savaş kadar düşünce savaşlarının da kaybedeni çoktur bu hayatta.
Düşünerek kaybettiği zaman savaşının telafisi olmaz.
Bekleyerek ertelediği fırsatlar bir daha kapısını çalmaz.
Barış kapıyı aralamışken üstüne süngüyü çekmek de savaştan kurtarmaz.
Dünya Barış Günü’nde birbiriyle yarışan yüzlerce paylaşım gördük, görüyoruz sosyal medyada.
Burada bile bir gönderi savaşı ve yarışı var.
Samimiyse amenna!
Ama sırf belli bir kesime göz kırpmaksa amaçlanan, sahte barışı savunmak şöyle dursun kaybedilen savaş için alkış tutulsun.
Günümüzde barışın bile bir bedeli var artık.
Neyin yok ki?
Savaşlar da barışın bedelini ödetmek için çıkmıyor mu?
Dünya ters dönmüş de biz bu tersliğe alışmışız.
Barış bekleyen yüzlerce ülke var hâlâ…
Bildikleri tek şey kavga gürültü olan milyonlar…
“Ver elini gidelim maviliklere” deseniz de bildikleri tek şeyin gri bir yaşam olduğu sömürgeye maruz kalan emekçiler…
Eylül insanlığa barışı sevdirsin…