KÜLTÜR-SANAT 

AFİŞ SANATININ ÖNCÜSÜ KÜÇÜK DEV ADAM / HENRI DE TOULOUSE-LAUTREC

Onu pek çok sanatsever Moulin Rouge kabareleri için yaptığı göz alıcı afişlerden ve çağdaşı olan Vincent van Gogh ile ilişkisinden dolayı tanır. Benim Lautrec’i tanıma sebebim ise, sanat tarihine ilgi duyan biri olmamın ötesinde, biraz kişiseldir. Gelin, hem yaşamıyla hem de eserleriyle 19’uncu yüzyılın en ilginç sanatçılarından biri olan Henri de Toulouse-Lautrec’i yakından tanıyalım.

Toulouse-Lautrec, 24 Kasım 1864’te, Fransa’nın güneyindeki Albi kasabasında dünyaya gözlerini açtı. Babası köklü bir Fransız aileye mensup olan Kont Alphonse de Toulouse-Lautrec’ti. Anne ve babası kardeş çocuklarıydı. Henri o zamanlar adı konulmayan, ama bugün Osteogenesis Imperfecta (Cam Kemik Hastalığı) olduğu düşünülen, genetik bir hastalıkla doğdu.

(Okuyucuya küçük bir dipnot: Bu satırları yazan kişi, yani bendeniz de Cam Kemik Hastalığı’ndan mustaribim. Fakat bu, Lautrec’i benim için özel kılan sebeplerden yalnızca biri.)

Küçük kardeş Richard’ın 1868’de henüz 1 yaşındayken ölmesiyle aile dağıldı. Henri o zamanlar 8 yaşındaydı. Annesiyle birlikte Paris’e taşındı. Lise eğitimi sırasında resme merak saldı ve ders kitaplarının üstüne karikatürler çizmeye başladı. İlk resim derslerini babasının arkadaşı, hayvan ressamı René Princeteau’dan aldı.

Bedensel gelişimi günbegün duran Henri, okulu bırakmak zorunda kaldı. Annesiyle birlikte Albi’ye döndü. Özel bakım altında yaşıyor, eğitimine ancak özel derslerle devam edebiliyordu.

Sürekli kırılan kemikleri, zor yaşantısı, kısacık kalan boyu ve vücudundaki şekil bozuklukları sebebiyle babası günden güne oğlundan uzaklaşıyordu. Öyle ya, koskoca Toulouse Kontu’nun nasıl böyle zayıf, kırılgan, sağlıksız bir oğlu olabilmişti? Bu sırada annesi, daha çok resim yapması için ona destek veriyordu. Birer yıl arayla geçirdiği iki kaza sonucunda iki bacağı da kırılan Lautrec, desteksiz yürüyemez hale geldi. O sıralar tek tesellisi, oturduğu yerden atların resimlerini yapabilmekti. Av partileri, atlar, köpekler gibi babasının sevdiği konuları çizimlerine yansıtarak ona yakınlaşmaya çalışıyor ama başaramıyordu.

Bu yıllarda genç adam hem fiziksel hem de ruhsal acı çekiyor; yapamadığı fiziksel aktivitelerin yerini resimle doldurmaya gayret ediyordu.

Ressam olmaya karar vermesinin ardından, annesiyle birlikte Paris’e taşındı. Önce Princeteau, ardından Paris akademisi öğretmenlerinden Leon Bonnat ve Ferdon Cormon ile çalıştı. Cormon’un atölyesinde Emile Bernard ve Vincent van Gogh ile tanışınca ufku açıldı. Empresyonizme tepki olarak doğan post-empresyonizm (art izlenimcilik) akımına uygun işler üretmeye başladı.

Serbest çalışmaya karar veren Lautrec, sanatçı mahallesi Montmantre’de bir çatı katına yerleşti. Günlerini içki içerek ve resim yaparak geçirmeye başladı. 1884 yılında kabare sahibi Bruant, Lautrec’e çeşitli illüstrasyonlar sipariş etti ve eserlerini kabarede sergiledi. 1887’de Le Taboruin kabaresinde sanatçı dostu Van Gogh ile bir sergi açtı. Ürettiği eserlerde önceki kuşağın sanatçısı Edgar Degas’tan ve Japon resim sanatından etkileniyordu.

Onu ve sanatını ölümsüz kılan asıl eser, Paris’in ünlü pavyonu Moulin Rouge için yaptığı afiş çalışması oldu. Lautrec bu hamleyle klasik resim anlayışının tamamen dışına çıkıyor, reklam ve tanıtım amaçlı ürettiği afişe sanatsal bir anlam yüklüyordu. Bu afiş sayesinde Lautrec, Paris’in sanat çevrelerinde bir anda ün sahibi oldu. Farklı kabareler, pavyonlar, kafeler ve eğlence mekânları için birbirinden yaratıcı afiş ve posterler üretmeye devam etti.

Ürettiği afiş ve posterlerde kullandığı yazı tipleri ve görsellerin uyumuna çok önem veriyordu. Çizgi, boşluk, renk ve yazıların kullanımındaki tutarlı yaklaşımı tüm üretimlerinin temel özelliği olmuştu. Duvara asılmış bir afiş veya posterin Lautrec’e ait olup olmadığı hemen anlaşılıyordu. Parisli sanatseverler, onun ürettiği afişleri duvarlardan çalıp kendi evlerine asıyordu. Küçük dev adam artık sadece bir ressam değil, bir grafik sanatçısıydı da.

Aristide Bruant, Divan Japonais ve Jane Avril için yaptığı afişler, bu alandaki en tanınmış eserleridir.

Dönemin ünlü kabare şarkıcılarını ve dansçılarını resmettiği bu eserler sayesinde Lautrec, Paris’in ışıltılı gece hayatına balıklama daldı. Şehrin tüm ünlü pavyonlarının, kabarelerinin ve genelevlerinin düzenli müşterisi oldu. Afiş ve posterler dışında ürettiği diğer eserlerde de kentin varoşları, fahişeler, dansçılar ana konularıydı. Bu tabloları yüzünden muhafazakâr kesimler tarafından sertçe eleştirildi. Babası onu evlatlıktan kovdu. Lautrec’in buna karşı cevabı, kendini tümüyle bohem yaşam tarzına teslim etmek oldu. Alkol, eğlence, tutku ve haz dolu yaşamından asla vazgeçmedi. Başta uzatmalı sevgilisi Carmen Gaudin olmak üzere pek çok fahişe ve dansçıyla ilişki yaşadı. Kadınların göz bebeğiydi ve onlarla hep çok iyi anlaşıyordu.

Vincent van Gogh – Carmen Gaudin

1893’te ilk kişisel sergisini açan sanatçı, 1894-1897 yılları arasında Avrupa’yı dolaşarak pek çok sergi açtı. Eserlerindeki renkler ve figürler her daim hayat doluydu. Özellikle, arkadaşı Van Gogh’u resmettiği portre, onun renkli ve dinamik dünyasını çok iyi yansıtıyordu.

Frengi, alkol ve sahip olduğu zor hastalık yüzünden Lautrec’in sağlık durumu gittikçe kötüye gitmeye başladı. Vücudu artık bu yaşam tarzına karşı alarm veriyordu. Her daim destekçisi olan annesinin 1890’da Paris’ten ayrılması üzerine ağır bir bunalıma girdi. Bir süre sanatoryumda kaldıktan sonra Paris’ten ayrılıp annesinin yanına döndü. 9 Eylül 1901’de, henüz 36 yaşındayken bu dünyadan göç etti. Ardında son derece renkli bir yaşam ve sayısız eser bırakarak…

Lautrec’in en büyük başarısı, o güne dek ikinci sınıf görülen afiş ve poster sanatını hak ettiği yere taşımak oldu. Reklam ve tanıtım amaçlı üretilen bir objenin de sanatsal yönü olabileceğini ortaya koydu. Bu yönüyle ona günümüzdeki reklamcıların atası denilebilir.

Soylu bir aileye mensuptu. Kendisine hayatı boyunca yetecek parası vardı. Babasının onayladığı türden bir hayatı seçebilir, Albi’deki şatoda kalabilir, bir eli yağda bir eli balda, sıkıcı ama sakin ve refah içinde bir yaşam sürebilirdi. 36 yaşında duran yorgun kalbi belki uzun yıllar daha atmaya devam edebilirdi. Ama o kendi ayakları üzerinde durmayı ve kendi yolundan ilerlemeyi seçti. Çektiği maddi ve manevi acılara rağmen resimlerine yansıttığı dünya her daim renkli, coşkulu ve dinamikti.

Adı Emile Bernard, Vincent van Gogh ve Paul Gauguin gibi ustalarla birlikte anılan, post-empresyonizmin küçük dev adamına selam olsun!

Siz, Henri de Toulouse-Lautrec’in hayatı ve eserleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorumlara yazın, lütfen!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar