KİMLİK VE VİCDAN
-ÇANAKKALE-
Kimlik; “bireyin kendi içindeki sürekliliği, aynı biçimde dışsal sürekliliği, yani insanlarla sürekli paylaştığı davranışsal özellikleri” ifade eder. (Erik Erikson – 1956)
Kimlik; kendine özgü olmak, bireyi diğerlerinden ayıran özgünlük halidir.
Çoğu insanlar sosyal ilişkilerinde iletişim içerisinde olduğu insanlar hakkında onların yokluğunda kusurlu bulduğu yanlarını belirterek onları gözden düşürme ve küçümseme yoluna başvuruyor. Sevgi duymakla, insanları olduğu gibi kabul etmekle veya en azından “Bu yönü beni rahatsız etse de onu seviyorum” şeklinde düşünerek küçümseme algısı yenilebilir. Ama bu yapılmaz ya da yapmak istenmez; çünkü aile içerisinde ve çevresinde aldığı eğitim ve düşünme alışkanlıkları nedeniyle çoğu insan başkasını küçümsemeden kendini iyi hissedemiyor. Çoğu TV dizileri toplumda yaygın olan bu davranış alışkanlıklarını yansıtıyor.
Değerlilik duygusu, insanların en fazla ihtiyaç duyduğu duygudur. Bu duygunun temeli ailede atılmaktadır. Önemli olan; kişinin kendi benliğindeki pırıltılı özellikleri anlaması ve yaşadığı koşullardan bağımsız olarak kendini değerli hissetmesidir; yeteneklerini, bilgisini artırarak kendini ödüllendirmesi ve kendi ile gurur duymasıdır.
Gerçek anlamda kendini değerli hissetmek böylesi sağlıklı bir bakış açısına bağlıdır.
Sağlıklı bir ruh durumu kişinin hayatta verimli, enerjik ve mutlu olmasına neden olur. Aynı zamanda irade gücünü harekete geçiren enerjiyi sağlayan şeydir.
Ailelerin çocuk yetiştirirken yaptıkları önemli hatalardan bir tanesi, çocuğunun arkadaşları ile olan ilişkilerinde onun arkadaşlarından üstün olduğunu telkin etmesi, baskın olmasına yönelik telkinlerde bulunarak onların değerlilik duygusunu yükseltmeye çalışmasıdır.
Çocuk bunu başardığında bu telkini hayatının merkezine oturtarak kendi ve başkasının hayatını sabote etmeye başlar. Başaramadığında ise kendini değersiz ve edilgen hissederek sosyal ilişkilerden uzaklaşır.
Bu ilişki tarzı ülkemizdeki milliyet ve mezhepler arasında da mevcuttur. Son dönemde de şiddetlenerek artmıştır. Her milliyet veya mezhep kendini ötekinden üstün görme çabasında. Böyle bireylerin oluşturduğu bir toplumda böyle bir sonuç olması da doğal, değil mi?
Çoğu aileler bir yandan kendi içinde çocuğa küçültücü davranırken, diğer yandan ilişki içerisinde olduğu arkadaşlarına ya da başka insanlara karşı üstünlük kurma ve üstün hissetme çabası geliştirmeye çalışır, onlara karşı dış düşman algısı yaratmanın altyapısını oluştururlar.
“Aile içerisinde aşağılanan bir çocuk, yine ailenin etkisi ile sosyal ortamlarda karşılaştığı insanlara karşı kendini üstün hissetmesi” sağlıksız bir sebep-sonuç ilişkisidir. Bu ruh halinin yansıması bir narsist yaratmaktadır. Literatürümüzde “kibir” olarak adlandırılan bu narsistik-sorunlu yapı ile kişi aile içinde oluşturulmuş kendine yönelik olumsuz yargılardan kurtulma çabası içindedir. Bu kişiler daima aşağılayıcı ve saldırgan ruh haline bürünür.
Kişi sürekli savaş psikolojisi altındadır, sağlıksız ilişkiler kurar ve toplum içinde yalnızlaşır.
Kibirli insanların karakteristik özelliklerinin başında, düşük insani yaklaşım göstermeleri gelir. Bu insanlar için insani yaklaşım sadece gösteri amaçlıdır. İhtiyaç doğması durumunda kendi yüksek çıkarları için lütfedilir.
Bunun toplumsal karşılığı şovenizmdir. Şovenizm ve narsizm bir “iç savaş” halidir. Bu yapıdaki toplumlar veya bireyler iç sorunlarıyla savaşmaktan yorgun düşer.
Bireyin davranışları toplumsal kültürün etkisi ile şekillenirken, toplumsal kültürün oluşmasını yine bu toplumun bireyleri sağlar.
Eğitim sisteminin yetersizliği ya da kötülüğü sadece okullardaki kötü eğitim ile elde edilmiyor, ailenin farkındalığının bireyin sağlıklı gelişimine katkısı da eğitimin önemli bir parçasıdır, kastım budur.
Kişi özgüvenli ve özgün değilse, mantıklı ve özgün davranışlar yerine toplumun ve ailenin davranış alışkanlıklarından ve arkadaşlarının davranışlarından fazlaca etkilenir. Kanıksanmışlık bir tabu halini alır.
Sağlıklı bireyler özgündür. Özgün insanlar doğru yaklaşımları bulmak için dış etkiler yerine kendi vicdanı ve iradesine uygun çözümler geliştirirler.
Sağlıklı bir toplum sağlıklı bireylerden oluşur. Kul yaratan bir toplum, ailede ve eğitim sisteminde itaat/biat edilecek gücün niteliğine bakmaz. İşte, ülkemizin genel kültürel etkileşiminde varılan nokta budur. Hükmetmek ve biat etmek, çoğunluğun genel eğilimine dönüşmüştür. Gücün yanında yer almak kişiyi güçlü yapmıyor, sadece kişiliksiz ve vicdansız yapıyor.
Tarihi bir mekânın statüsünü ekonomik ve sanatsal değeriyle uzaktan yakından ilişkisi olmadığı halde hayati meseleye dönüştürmek bu aptalca psikolojik altyapının ve biat kültürünün ürünüdür.
Akıllı insanlar olayları evrensel insani değerler çerçevesinde ele alır.
Dogmalarla düşünen ve hareket eden insanlar önce mantıklarını, sonra vicdanlarını yitirir.
Not: Yazımın psikolojik tahlil ile ilgili bölümleri Doğan Cüceloğlu’nun ‘Savaşçı’ ve ‘İnsan İnsana’ kitaplarından esinlenilerek ve kendi eğitim ve iş hayatımla, aile içi ve yakın çevremle ilgili yaptığım gözlemlerime dayanılarak yazılmıştır.