EDEBİYAT 

KİLİT SEVDASI

On yaşında, aşırı zayıf, hassas bir çocuktu Nuri. Ne bir yerinin kanadığı ne ciddi ciddi bir arkadaşı ile kavga ettiği ne de bisikletten düşüp kolunu veya bacağını çizdiği görülmüştü. Sınıftaki arkadaşlarından, mahalledeki diğer çocuklardan hep farklıydı. Hiç oyuncak merakı olmamıştı, kitap okumayı sevmezdi, bir kez bile lunaparka gitmek istememişti. Hele dondurma, çikolata, şeker yediği hiç görülmemişti. Dışarıda, okulda, sokakta hep içine kapanıktı.

Merkez lokantasında aşçılık yapan babası, ev hanımı olan annesi onu bu çemberden dışarıya çıkarmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Kredi çekip psikiyatriste bile götürdüler oğlanı. Bağarası’ndaki meşhur Kamil Hoca’ya da… Hocaya gidebilmek için de yaklaşık aynı tutarda kredi çekmek zorunda kalmışlardı. Hoca, Nuri’yi dikkatlice gözlemlemiş, ilginç bir tarafı olduğunun farkına varmış, ne yazık ki, ne olduğunu ilk başta o da dillendirememişti. Sonra, büyü yapıldığına kanaat getirmişti. Sürekli üstünde taşıması için üçgen şeklinde bir muska hazırlamış ve çekilen kredinin hakkını vermişti!

Nuri, kilit sevdalısıydı. Ne zaman bir kilit görse karşısına oturur; saatlerce düşünürdü. Bıraksalar günlerce… Ne ailesi ne de bir başkası hayatının tam da merkezinde duran kilitlerden koparabiliyorlardı onu.

Nuri’nin kilit sevdası aslında beş yaşındayken başlamıştı. Tüm çocuklar gibi sokakta dünyayı umursamadan koşabildiği o güzel günlerde…

Nuri, sokağın başında tek başına sessiz sedasız oturuyordu.

Naciye Teyze, aynı mahallede oturan komşularıydı. Eşi, tır şoförü olduğu için bir gittiğinde aylarca eve geri dönmezdi. Naciye Teyze’nin kıvırcık saçlı dünya tatlısı bir kızı vardı. Kıvırcık saçlarının buklelerini zıplatarak annesinin yanında acemi adımlarla yürürdü. Nuri, bunu çok sevimli bulurdu. Naciye Teyze, kızını evde bırakıp komşudan salça istemeye gitmişti. Biraz lafladılar komşusuyla. Haliyle de eve dönmesi biraz uzun sürdü. Yirmi dakika falan… Salçayı komşudan alıp evine geri döndüğünde Nuri de kapının önünde arabalarıyla oynuyordu. Kadın birden evin anahtarını yanına almadığını fark etti. Bir anda feryat figan bağırmaya başladı.

Komşular, koşun! Kızım içeride yalnız! Çilingir çağırın. Tek tüpte yemek var!

Kızın içeriden gelen ağlama sesi daha da telaşlandırıyordu kadını. Ellerini bacaklarına bacaklarına vuruyordu.

Ne kadar aptalım ben! Neden, o kadar uzun lafa daldım, neden hemen geri gelmedim? Ah, ah, ah!

Mahallenin bakkalı Murat Amca hemen koştu yardıma. Çırağına, “Hemen koş git, çilingirciyi getir” diye seslendi.

Nuri bu sırada tüm olan biteni bir film gibi seyrediyor, korkudan tir tir titriyordu. Küçücük haliyle, bir panik havuzunun içinde yanlış kulaçlar atan bir yüzme öğrencisi gibiydi. Kafasının içinden nasıl yardım edebileceği ile ilgili bir soru geçiyordu.

Birden çilingirin motorunun sesi duyuldu. Yaklaşıyordu.

Onu gördüğü andan itibaren, Nuri için sanki o bir çilingir değil, bir kahramandan farksız olmuştu. Motorla evin önüne yanaşması, sağ bacağını atıp yere basması öyle heybetli, öyle büyülüydü ki… 1,65’lik boyunda olan çilingir, onun gözünde iki metreden uzundu. Çilingir Hasan’ın eskiye eskiye yırtılan kotu, üzerindeki sahte markalı tişörtü, sıradan bir çilingir kıyafeti değildi de bir süpermen kostümüydü. Saçları bile o kadar havalıydı ki, sanki az önce usta bir berberin ellerinden yeni çıkmıştı. Sadece bir çilingir olmasına rağmen dış görünüşünün bu kadar düzgün olmasını ve bir kahramandan farksız gözükmesini kafasında bir türlü oturtamadı Nuri. Çilingir kimliği ve görünüşünün arasında çelişkiler var gibiydi. Nuri’nin insanlar hakkındaki çelişkilerinin temeli de o gün, orada başlamıştı aslında. Bu çelişki onu garip bir yere sürükledi. İleriki yıllarda da, insanları belli sınıflara ayırmakta hep zorlanacaktı ve yaptığı işte evler, iş yerleri arasında hiç ayrım yapmayacaktı.

Çilingir, “Kapı hangisi?” diye sorduğundaki ses tonu adeta büyülemişti Nuri’yi.

Nuri hayatında ilk kez bu kadar güçlü bir ses duymuştu. Çilingir Hasan, alet kutusunu motordan indirdi. Ve direkt Nuri’ye taşıması için uzattı. Çilingir Hasan tek eliyle kolayca alet kutusunu taşırken Nuri için olabildiğine ağırdı. Nuri bu kadar ağırlığı onun tek eliyle nasıl kaldırabildiğine hayret etmişti.

O sırada Naciye Teyze ağlamaktan artık harap düşmüştü. İçerinden gelen bebeğin çığlıkları da yürekleri parçalıyordu. Nuri her gelen çığlıkla o kadar çok titriyordu ki… Çok ama çok korkmuştu. Nereye bakacağını şaşırmıştı. Bir tarafta kahramanı Süpermen Hasan, diğer tarafta da korku içinde bir anne… Bir o yana, bir bu yana bakmaktan midesi bulanmıştı. Daha ileriki zamanlarda, kapalı ortamlarda insanları bu şekilde gözlemleyeceği çok vakti olacaktı.

Çilingir Hasan, eline rengârenk kartların olduğu bir anahtarlık kaptı. Gökkuşağını çağrıştırdı Nuri’ye. En sevdiği şeylerden biriydi gökkuşağı. Annesi de bunu bilirdi. Ne zaman annesinden resim çizmesini istese altında pek çok hediyenin olduğu rengârenk bir gökkuşağı çizerdi annesi. İşte, Hasan da o gökkuşağının altındaki hediyelerin en güzelini verecekti az sonra Naciye Teyze’ye; kızını…

Nuri, Hasan’ın dibinden bir an olsun ayrılmıyordu. Kartı, kapıya nasıl da geçirmişti öyle. Otuz saniye bile sürmemişti kapının açılması. Kapı açılır açılmaz Naciye Teyze içeri koşturdu, bebeğini karışık duygular içinde kucakladı. Nuri’nin gözleri hep Hasan’daydı. Kahramanıydı onun artık Çilingir Hasan!

Nuri, o günden sonra o küçücük aklıyla kilitlerin insanların hayatlarında en önemli şey olduğuna inanmıştı. Kilitler hem iyilikti hem de kötülük. Kilitler hem çığlıktı hem de sessizlik. Kilitler hem mutluluktu hem de mutsuzluk. Kilitleri sadece kahramanlar açabilirdi. Kilitlerle diyaloglar geliştiriyordu içinde. Kendi kafasında diyaloglar üretiyordu.

– Biraz kafan karışık gibi…

– Hayır, her zamanki halim.

– Vurmuşsun gözlerine yine kilitleri. Mutlu musun, üzgün müsün, anlayamıyorum.

– Belli etmem ben duygularımı. Onca kilidi boşuna mı biriktirdim yıllardır?

– Neden, peki, bu kilit sevdası?

– Yaşam, her kilitte ömürden bir şeyler götürür.

Yolda yürürken bile okul çantasından dışarıya sarkan bir sürü anahtar olurdu Nuri’nin. Pantolonun ceplerinde, boynundaki ipte bile vardı anahtarlar.

İnsanların gösterdikleri tepkiler de umurunda değildi. Bir gün kilitler onun tüm hayatı olacaktı.

O gün tanıştığı kilit, Nuri’nin çocukluğunda, ergenliğinde, gençliğinde onun için hep önemli oldu. Okulda, kahvede, mahallede onun adı artık sadece Nuri değildi. “Kilit Nuri” olmuştu… Bu lakap, bir çocukluk masumiyetinden çok daha öte, çok daha karanlık bir yerdeydi. Nuri’nin akıl almaz sessizliği kilit sevdası ile tanıştıktan sonra bambaşka bir hal almıştı.

Ülkenin en büyük hırsızlık çetesinin başı olduğunda da… Cezaevinin kilitli kapılarının ardında da… Nuri yine kilit sevdalısıydı…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar