TOPLUM 

BEYİNLERİMİZ DE AŞILANACAK MI?

Son yıllarda beynimizin uyuşukluğu, tepkisizliğimiz, her felakete, her kötülüğe alışmışlığımız, akıntıda sürüklenen bir taşın, henüz akıntının sonuna gelmeden un ufak oluşuna benziyor.

Haberleri açıp okuduğumuzda hissettiklerimizin etkisi beş dakika sonra silinip gidiyor. Belleğimiz bir noktadan sonra hayret ettiklerimizi kabulleniyor ve tepkisizlik mekanizması bilincimizi “Bak, her şey yolunda, hayat devam ediyor” şeklinde yeniden düzenliyor. Her şey çok çabuk gelişiyor. Hiçbir şeyi sorgulama kaygısı gütmüyoruz artık. Çoğunluğun tepkisi neyse tepkilerimiz ona evriliyor ve bitiyor. Okuduğumuz bir haber karşısında o an, anlık bir reaksiyon mu göstermeliyiz? Hemen gösteriyoruz. Sonra verdiğimiz reaksiyon, muhatabını bulmuş mu bulmamış mı hiç umursamadan gündelik yaşama geri dönüyoruz. Anlık kaygılanıyoruz, kaygılarımız şişirdiğimiz bir balon halini alınca sönmesini bekliyoruz. Nihayetinde sönüyor ve hayata devam ediyoruz.

Örneğin, birkaç gün evvel bir annenin ve bir buçuk yaşındaki çocuğunun, kocası tarafından kaynar suyla vücutlarının haşlandığı haberini okuyoruz. Bu korkunç haberde en korkunç tarafın, kaynayan suyla insan bedeninin kötü bir şekilde yanmadığı olduğunu görüyoruz. Bunu yapan cani koca tutuklanmadan serbest bırakılıyor. Ve bunu hayret geçirerek okuyup anlık reaksiyon göstererek hayatımıza devam ediyoruz. O kocayı tutuklamayan yargı sistemi aynen işlemeye devam ediyor.

Yine bir başka örnek, iki hafta önce tüm gece boyunca elleri bağlanmış bir şekilde kocası tarafından işkence gören ve tecavüze uğrayan iki çocuk annesiyle ilgiliydi. Sabaha karşı fırsatını bulan, işkenceye maruz kalan bu kadın nihayetinde kendisini ve çocuklarını korumak için kocasının saldırısına karşı tabanca ateşlemiş ve kocasını öldürmüştü. Elbette tutuklandı. Meşru müdafaa uyguladığı halde hâlâ tutuklu olarak yargılanmasına anlık bir reaksiyon gösterdik. Hayret ettik. Sonra hayatımıza geri döndük. Bundan sonrası için umarsızca yaşamımıza devam ediyoruz.

Bir başka örnek haberde, Şanlıurfa’da tarihi Germuş Kilisesi’nin içinde bir kebapçının “mangal” yaktığını okuyoruz. İnanmadığı bir dinin kutsal mekânında mangal yakan bu kebapçı, kendisini, “Kiliseyi tanıtmak için böyle bir şey yaptım, amaç tanıtmaktı, yanlış anlaşıldım” diye savunuyor. Hayret ediyoruz. Hayretimizi sosyal medyada anlık gösteriyoruz ve sonrasını umursamadan hayatımıza devam ediyoruz.

Son bir örnek olarak, gidişatı kötüleşen ekonomimizin insanlar üzerindeki yıkıcı etkilerini görmemek mümkün değil. Bunu nasıl görüyoruz, peki? İnsanlar canlarına kıyıyor. İşte, böyle bir felaketle görüyoruz. En son intihar girişimini Çanakkale’de 28 yaşında bir genç gerçekleştiriyor. Son paylaştığı Instagram gönderisinde, “28 yıldır kurduğum hayaller gerçekleşmediği gibi bundan sonrası için de ümidim yok” yazıyor, sabıkası olduğu için uzun bir süredir işsiz olan bu gencecik insan sokak ortasında kalbine dayadığı silahın tetiğini çekiyor. Şu an yoğun bakımda… Bunu haberlerde okuyor, hayret ediyoruz; ama bundan sonrası için onun gibi binlerce insanın hayallerinin gerçekleşip gerçekleşmediğini umursamadan, işsiz kalan, aç kalan binlerce insanı umursamadan, bir çözüm ortaya koymadan hayatımıza devam ediyoruz.

Bu şekilde felaketler gündemi içindeyken dün birdenbire insanlar coşkulanıyor, sadece tek bir şeyi konuşuyorlar. Mesut Özil, Fenerbahçe’ye transfer oluyor! Mesut Özil İstanbul’a geliyor. Mesut Özil İstanbul’a geldi. Yer gök inliyor. Sadece Fenerbahçeliler değil, diğer takım ve taraftarları da bunu müjde olarak nitelendiriyor. Yukarıda anlattığım hiçbir olayın, bu transfer kadar konuşulmadığı, bu transfer kadar gündemde olmadığını hepimiz biliyoruz. O halde “hayret ederek” sormak istiyorum:

Uyuşan, tepkisizleşen, sorgulamayan, sorguladıklarının peşine düşmeyen beyinlerimizin artık bir aşıya, bir tedaviye ihtiyacı yok mu? Beyinlerimiz de aşılanacak mı?

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar